Antik Çağ’da yaşamış İyonyalı ozan Homeros, bir gün bir zeytin ağacının gölgesinde uykuya dalar. Rüyasında ağaca sorar, “Senin sahibin kim?” diye. Zeytin ağacı, dallarını eğip Homeros’un kulağına fısıldar: “Herkese aitim ve kimseye ait değilim. Siz gelmeden önce buradaydım, siz gittikten sonra da burada olacağım.”
Şu anda Göcek’in Gökçeovacık köyündeyim. Dağın en tepesine yerleşmiş dev zeytin ağacının altında yazıyorum bu satırları. Kutsallığın, bereketin, adaletin, sağlığın, gururun, zaferin, refahın, bilgeliğin, aklın, arınmanın kısaca insanlık için en önemli erdem ve değerlerin sembolü olan zeytin ağacı, sağ olsun bana dallarıyla gölge yapıyor. O kadar güzel ve canlı ki sanki ben de şuracıkta uykuya dalsam benimle de konuşuverecek. Ya da bir haftadır bu dağ başında kimseyle konuşmadığım için delirdim. Bilemiyorum.
Ölümsüzdür zeytin ağacı. Kurusa, susuz kalsa bile dimdik ayakta durur. Düşünsenize, tıp biliminin kurucusu sayılan Hipokrat, yıkanamayanlara zeytinyağıyla vücutlarını ovmalarını önermiş. Spor yapan atletler, kaslarını parlatıp yumuşatmak için zeytinyağı kullanmışlar. Zeytinyağıyla yanan kandiller, bir zamanlar evlerin vazgeçilmez eşyasıymış. Olimpiyat kahramanları zeytin dalından taçlarla onurlandırılır, zeytin ve zeytinyağı olmadan kurulan sofralar eksik sayılırmış.
Athena ve Poseidon
Mitolojide bile Athena ve Poseidon’u karşı karşıya getiren şey, bir tanecik yeşil zeytindir. Poseidon üç dişli çatalını kayaya vurmuş ve ansızın dört yağız at belirivermiş. Athena ise mızrağını yere saplamış ve bir zeytin ağacı çıkarmış. Bu iki armağandan zeytini değerli bulmuş halk. Ve Athena, bugün Atina olarak bildiğimiz şehrin hükümdarı olmuş.
Küçükken, annem boynuma bir isimlik asıp beni İstanbul’dan uçağa koyardı, Antalya’da anneannemle dedem karşılardı. Anneannem öyle bir beslerdi ki İstanbul’a dönüşüm muhteşem olurdu. Sağlıktan al al olmuş yanaklarımla uçaktan neredeyse yuvarlanarak inerdim. Anneannem hep derdi ki “Keramet, sana aç karnına içirdiğim zeytinyağında”.
Bu kadar zeytin dedikten sonra yolda gördüğüm zeytinyağı fabrikasını ziyaret etmenin tam sırası olduğunu düşünüyor ve kendimi medeniyetin kollarına bırakıyorum. Sağ olsunlar Elcik köyünden Günday, eşi Durkadın, oğlu Batuhan ve kızı Fatmagül bana eşlik ediyorlar. Bildiğimiz üzere Akdeniz kökenli bir bitki zeytin. Hele buraların zeytini bambaşkaymış. Al bir bardak zeytinyağını, kahvaltı niyetine kana kana iç. Gökçeovacık Yağhanesi soğuk sıkımla günlük kapasitesi otuz ton olan bir zeytinyağı cenneti. Bir süre kapalı kalan yağhane, geçtiğimiz yıl yeniden üretime başlamış. Zeytinler toplanıyor, yaprakları ayıklanıyor ve yağı çıkarılmak üzere işleme giriyor. Hemen küçük bir şişe alıyorum kendim için.
Delbekçi
Dönüş yolunda, zeytin ağaçlarının arasından geçerken duyduğum davul-zurna sesiyle arabayı kenara çekmemizi rica ediyorum. Aladeli köyünün düzenlediği Yörük Şenliği’ne giriyoruz. Zaten herkes bizim gibi Tanrı misafiri. Metal tabaklarda keşkek, kuru fasulye ve pilav geliyor soframıza. Beş tane de kaşık. Yalan yok, ben böyle lezzetli kuru yemedim. Az ötemizde tefe benzer bir alet olan delbek çalıyor iki teyze. Delbekçi deniyormuş onlara. Karnımız da doyduğundan ayağa kalkıp göbek atmaya başlıyoruz.
Günün sonunda dönüp dolaşıp yine oturuyorum benim tepedeki zeytin ağacının altına. Bir de tatlı uyku bastırıyor. Durun bakalım rüyamda benimle de konuşacak mı zeytin ağacı...