YÖK’ün yeni yasasının taslağı geçen günlerde tartışmaya açıldı. “Darbe dönemi YÖK’üne veda” olarak nitelenen taslak birçok tartışmayı beraberinde getirdi.
YÖK Başkanı Prof. Gökhan Çetinsaya ile yaptığımız sohbette, hem hedeflenen yeni üniversite ve YÖK modelini hem de akıllara takılan soru işaretlerini konuştuk. Kendisine yönelttiğim sorular ve yanıtları şöyle:
‘Hep ara rejim aracı oldu’
YÖK yasa taslağıyla demokratik siyaset kültürünün gelişmesinde rol üstlenen bir üniversite hedefliyorsunuz. Üniversitelere nasıl bir misyon biçiyorsunuz?
- Ne kadar çok insanımız yükseköğretim eğitimi alırsa, dünyayı bilen, bilinçli ve donanımlı insan sayısı ne kadar fazla olursa, hem iktisadi ve sosyal anlamda ülkemizin kalkınması, hem de siyasi rejim ve demokratik siyasi kültür meselelerinde bu önemli bir ivme kazandıracaktır. Ama spesifik olarak baktığımızda da YÖK, kurulduğundan beri hep ara rejimlerin bir aracı haline geldi, getirildi.
Sonuç olarak bir darbe kurumu.
- Evet. Sonrasında da her antidemokratik uygulamada bir rol biçildi. Bu; üniversitelere de öğretim üyelerinin ve öğrencilerin hayatına da yansıdı. Gerçekten bütün bu ideolojik mülahazalardan, misyonlardan arındırılmış bir yeni yükseköğretim alanı tanımladığınızda bunun kesinlikle etkisi olacaktır. İkincisi, öğrencilerin temsilinin bir statüye kavuşturulduğu, kurumsallaşmanın öne çıktığı bir yapı oluşturuluyor. Anabilim dalı, bölüm, fakülte ve üniversite kurullarının hepsinde bir seçim sistemi var. Sadece şu anda rektörlüğün seçim mi atama mı olmasını konuşuyoruz.
Türkiye’de bilimsel ve akademik özgürlüğün gelişmemesinin vebalini sadece darbe yasalarına, YÖK’e mi yıkmak gerekiyor?
- Türkiye’deki bürokrasi geleneğinin, düşünce özgürlüğü ikliminin payı var. Türkiye’deki mahalle baskılarının her manada etkisi var. Bu üstelik ara rejimlerde ya da antidemokratik dönemlerde, hele YÖK gibi merkezi fonksiyonları olan bir kurumu da yanına aldığında tahammül edilemez durumlara geliyor. Ama tek sebep bu değil. Ama bir yandan da, devletten aldıkları işaretle, fakültelerinde, üniversitelerinde tabiri caizse kraldan çok kralcı davranan yöneticilerin, akademisyenlerin de payı büyüktür açıkçası.
Son dönemde üniversitelerin sindirildiği eleştirileri var. ‘Yetkin profesörlerin, eski rektörlerin hapishanelerde olduğu bir ülkede üniversitelerin sesinin gür çıkmasını beklemek ne kadar gerçekçi’ diye soruluyor.
- Açıkçası ceza davalarının nedenlerini ve sonuçlarını değerlendirebilecek bir durumda değilim. Ama genel olarak ve akademik hayatımda da baktığımda, bu ülkede her zaman bilimsel araştırma özgürlüklerinin hesabı ödettirilmiştir öğretim üyelerine. Türkiye’deki üniversiteler toplumsal meseleler konusunda ürkekler. Seslerini güçlü çıkaramıyorlar. Yeni yasa taslağı önerisinde de ifade ediyoruz; üniversiteler iktisadi, sosyal, kültürel bütün meselelere karşı duyarlı olsunlar. Öyle şeyler oldu ki bu ülkede ideolojiler, kamplaşmalar ötesidir. Yani masterda seçtiğiniz konu bile kariyerinizi etkiler. Ermeni veya Kürt meselesinde açıkladığınız bir görüş, atamalarda aleyhinize döner. Yıllar önce bazı terimler bile kullanılamazdı.
Mesela?
- 80’lerin ortasında ‘eşgüdüm’ kelimesi bile yasaktı. Öyle anlar oldu ki Ermeni meselesi, Kürt meselesi gibi sözler kullanılamazdı. Toplum gelişiyor. Biz yasa sürecinde bunun kolaylaştırılmasını tanımlamaya çalıştık.
‘Mahalle baskısı yaşadım’
Öğretim üyeleri üzerinde bir mahalle baskısından bahsettiniz. Nasıl bir baskı bu?
- Ben de yaşadım; yakın arkadaşlarım da yaşadı. Bundan kurtulabilenler oldu, kurtulamayıp savrulanlar oldu. Buralarda da bilimsel özgürlük falan olmaz. O korkuyu bir saldınız mı insanlara.
Şimdi başka eleştiriler var. ‘Ben çıkar başörtüsü karşıtı bir konuşma yaparsam veya başkanlık sistemini eleştiren bir tez hazırlarsam ne olur’ kaygısı boş bir kaygı mı?
- Temel insan hak ve özgürlükleri ile ilgili konular ayrı konular. Biz yasada bize tanınan imkanlar çerçevesinde, yasanın maddeleri anlamında bunu sağlayabiliriz. Ama aynı zamanda zihniyet meselesi var. Onun için de hep birlikte çalışmaya hazırım.
Yani korkmayan bir üniversite vaat ediyorsunuz. Öğretim üyesi hoşa gitmeyen şeyleri de söyleyebilecek.
- Türkiye ilerlemek istiyorsa bu kaçınılmaz. Akademik kriterler dışında kriterler koyduğunuz anda ne üniversiteler ne de ülke ilerler. İster öğretim üyesi, ister tez konusu ister üniversitelerdeki kurulları seçerken tek ölçü akademik olmalı.
Bir akademisyen ve YÖK Başkanı olarak, bilim camiasından insanların hapishanelerde olması gibi bir görüntü herhalde sizin de hoşunuza gitmeyen bir görüntüdür? Onların yeri üniversite ya da bilim dünyası değil mi?
- Hiç şüphesiz üniversite. Ama bizim de tam süreçlerini bilmediğimiz, içeriklerini tam olarak bilemediğimiz gizli davalar var. Ve öyle suçlamalar var ki o manada biz de mahkemelerin sonucunu bekliyoruz.
‘Bir ara yol bulunur’
Yeni YÖK’ün Genel Kurulu’nun üye dağılımı da tartışılıyor. Bakanlar Kurulu’nun belirleyeceği 5 üye, Cumhurbaşkanı 5, Rektörler Kurulu 6 üye seçecek. Parlamentodaki partilerin sandalye sayısına göre göndereceği 5 üye daha. Yani iktidar partisinin tercih ettiği en az 7 üyenin olacağı bir genel kurul yapısı.
- Bunun alternatifi yine eski sisteme dönmek olabilir veya başka önerilecek sistemler olabilir. İkisinin ortası bir şey de olabilir; ‘Rektörler kurulunun payını artıralım’ olabilir. Ama orada muhalefet partilerinin önereceği kişilerin temsilini önemseyenler de olabilir. Yani illa hükümet kanadı güçlenecek diye bakmak yerine.
Siyasi partileri koyma ihtiyacı neden hissedildi?
- Üniversitelerimizin artık, ‘100 kişiyiz, her şeyi biz yönetiriz, bütün kararları biz alırız’ gibi bir sistemle yönetilebilmesi mümkün değil. Bu kadar büyük fonları ayıran kamu otoritelerinin de modern kamu yönetimi sistemi içerisinde buna ‘evet’ demeleri mümkün değil.
“Yumurta şiddet içeriyor”
Yumurta eylemlerine nasıl bakıyorsunuz?
- Bana bir sepet yumurta gönderdi arkadaşlarımız. Bu da beni çok mutlu etti. Her bir yumurtanın üzerine isteklerini yazmışlar. Yumurta eylemleri konusunda iki yorum var.
Ben sizinkini soruyorum.
- Şiddet içeriyor.
Harçlar kaldırıldı ama parasız eğitim talebiyle eylem yaptığı için tutuklanan öğrenciler halen cezaevlerinde.
- Gerçekten hukuki süreçleri, ceza dava süreçlerini bilmiyorum. Ama öyle bir öğrenci varsa üzülürüm.
Araştırma görevlileri ve yardımcı doçentlerin özlük hakları konusundaki beklentisini nasıl karşılayacaksınız?
- En üst düzeydeki bütün muhataplarımıza ilettiğimiz bir konu. Türkiye’de son 15 yılda önemli iyileştirmeler yapıldı fakat üniversite öğretim üyeleri bunun dışında kaldılar. Yasa sürecinde bu konunun gündeme geleceğinden umutluyum. Mutlaka araştırma görevlilerinin ve yardımcı doçentlerin özlük haklarında iyileştirme yapılmalı.
Öğretim üyeleri için bir puanlama sistemi öngörüyorsunuz.
- Bu sistemde bütün üniversitelerdeki öğretim üyelerinin yaptıkları yayınlar, araştırmalar, toplumsal hizmet faaliyetlerindeki fonksiyonları hesaba katılacak. Mesela STK’ların çalışmalarına katılmak kriteri gibi. Her bir öğretim üyesinin puanı, kendi bölümünün, fakültesinin, üniversitesinin puanı olacak aynı zamanda. Bu da bir rekabeti getirecek.
Herkes kendine bir çeki düzen verecek yani.
- Hiç şüphesiz. Bunlar onlara özlük hakları, daha çok araştırma fonu almaları, daha çok doktora öğrencisi yetiştirmeleri anlamında bir sıralama olacak.
Prof. Çetinsaya Milliyet Ankara Haber Müdürü Serpil Çevikcan’a konuştu.
‘Psikolojik harekatlar reformu engelledi’
Bu taslak niye bu kadar gecikti? Herkesin, her gün şikayet ettiği bir YÖK vardı.
- Arşivlere dönüp baktığımızda birkaç kere bunun ciddi bir şekilde değiştirilmek istendiğini biliyoruz. 2002-2003 döneminde iki teşebbüs var. Hem Sayın Erkan Mumcu’nun, hem Sayın Hüseyin Çelik’in bakanlıkları döneminde. Arşivlere baktığımızda sebepleri çok açık.
Darbe girişimi ortamlarına mı bağlıyorsunuz?
- Bir kitap var, Şaban Şimşek yazmış. O dönemde görev yapmış bir hoca. Oradaki belgelere sırasıyla baktığınızda çok açık görüyorsunuz engellemeyi. YÖK üyeleri gidiyorlar, komutanlarla konuşuyorlar falan filan. O sonuca çıkabilecek gelişmeler var. Bütün o benzeri psikolojik harekatların olduğu dönem. O dönemle ilgili verilere çok güzel oturuyor engellenmesi. Sonra Yusuf Ziya Özcan Hoca’nın (Eski YÖK Başkanı) döneminde normalleşme yapıldı. Gerek katsayı, gerek başörtüsü, gerek diğer konularda. Ben de aldım onu Genel Kurul aşamasına getirdim.
‘Uyumlu çalışıyoruz’
Bu düzenlemeler siyasi iktidar tarafından güçlü bir destek verilmeden yapılabilecek şeyler değil.
- Ben bu konuda kendimi şanslı hissediyorum. Bütün paydaşlarla uyumlu çalışıyoruz. Bu süreçler belli aşamaya geldiğinde Bakanlar Kurulu’na ve Sayın Cumhurbaşkanı’na sunuş yapıp görüşlerini aldım.
Kafanızdaki YÖK, üniversitelerin Ankara’dan yönetilmediği bir sisteme dayanıyor.
- Koşullu olarak evet. Neredeyse toplam kontenjan ve toplam kadro dışında bütün yetkiler üniversite senatolarında. Ama 2006 sonrası kurulan 50 kadar üniversitemiz şu anda kurumsallaşma aşamasında. Bunlara otomatik yetki devri yapmamızın rasyonel bir zemini de yok. O nedenle onlarla ilgili özel bir düzenleme gerekiyor. Rektör atamasında da bu geçerli.
‘Atatürkçülük ifadesi de yok, başka ideoloji de’
Bir diğer tartışma konusu da, taslak metinde, temel ilkeler ve amaçlar bölümünden ‘Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda yetiştirilir’ bölümünün çıkarılmış olması.
- 12 Eylül’deki Atatürkçülükle, Atatürkçülük ilkeleri doğrultusunda öğrenci yetiştirmek vs. birçok ifade vardı böyle. 12 Eylül ortamında ve anlayışı doğrultusunda yazılan bu tür ideolojik ifadeler.
Atatürk milliyetçiliği mi mesela?
- Evet. Yeni yasada tartışmalı ifadelerin yer bulmadığı doğru. Ama başka hiçbir ideolojik ifade de yok. Bu farklı bir yasa. Küresel bir dünyada bir üniversite sistemini tanımlayan bir yasa.
Yani ideolojisi olmayan bir taslak hazırladınız.
- Başka herhangi bir ideolojinin de olmadığı bir yasa. 12 Eylül rejiminin kendi görüşleri doğrultusunda koyduğu ifadelerin çıkarıldığı ama başka bir ifadenin de konulmadığı bir yasa. Bu yeni sistemde üniversite senatoları artık özgür. İsteyen Atatürkçülük dersi, isteyen Medeniyet Tarihi dersi okutur. Önemli olan Ankara’dan bir insanın ellerine bir şablon verip, ‘sadece bunu okutacaksın’ dememek. Şimdiki inkılap tarihi dersleri böyledir mesela. Hatta konular bile bellidir. Sakarya Savaşı, Dumlupınar Meydan Muharebesi gibi. Bu anlayış kalkıyor aslında.
Öğrenci disiplin yönetmeliğinde, sarhoş olarak üniversite faaliyetlerine katılacak öğrencilere disiplin cezası verileceği yönünde değişiklik yapıldığı doğru mu? Öğrenci eylemleri, bir takım protestolar konusunda esnek bir yaklaşım sergiliyorsunuz.
‘Hassas konular’
- Ama şimdi uyuşturucu, içki, internet bağımlığı gibi şeyler de öyle konular ki bu konularda da yorum yapmak kolay değil. Gerçekten bu konuda çok hassasiyetler var. Gerçekten büyük sosyal sorunlar haline geliyor. O bakımdan şiddete dayanmadıkça öğrencilerin eylem özgürlüğünü sonuna kadar savunayım da bu konular hassas konular.