Önce Washington Post’ta (WP), ardından Wall Street Journal’da (WSJ) yayımlanan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a ilişkin son derece negatif yazıların Ankara’da kopardığı fırtına, ardı arkası kesilmeyen açıklamalar nedeniyle bir türlü dinemedi.
Son olarak dün ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin, Fidan için kullandığı duy da inanma cinsinden iltifatkâr ifadelerine tanık olduk. Diplomasi böyle bir şey işte.
Fidan’ın Müsteşarlık görevine getirilmesinden bu yana kritik zamanlamalarla dış ve iç piyasaya sürülen malzemeler birbirini izliyor.
Türkiye’nin Suriye konusundaki pozisyonu, içeride çok güçlü Irak-Suriye-İran bağlantıları olan çözüm süreci ve İsrail ekseninden çıkmaya başlayan Türkiye-Amerika ilişkileri gerçeği orta yerde durduğu sürece de devam edecek.
Fidan ve yeni MİT
Çok iyi hatırlıyorum. Fidan, Müsteşar olduğu ilk günlerde, MİT’i Ortadoğulu bir istihbarat teşkilatı olmaktan çıkarmak istediğini söylemişti.
Bunun için Teşkilat’ın yapılanmasında radikal değişikliklere gitti.
MİT’te Fidan dönemini, “modernizasyon, demokratikleşme ve millileşme” sacayağıyla tanımlayabiliriz.
Operasyonel başarıyı maksimum düzeye çıkarmayı hedefleyen teşkilat yapısına ilişkin değişiklikler, işin “modernizasyon” kısmını içeriyordu. İç, dış ve teknik istihbarat ayrımları, istihbarat paylaşımında sonuç alıcı idari değişiklikler, MİT’in hantal merkeziyetçi yapısının kırılmasını beraberinde getirdi.
Kurumu, sıradan vatandaşın gözünde öcü olmaktan çıkarma, soru-cevap uygulaması, şeffaflaşma (örneğin bütçesini internet sitesine koyma) gibi adımlar ise daha çok, “demokratikleşme” aşamasının dışa vurumuydu.
Fidan’ı ve O’nun üzerinden Başbakan Erdoğan’ı hedef alan, yakın zamanda art arda örneklerini gördüğümüz saldırılar ise daha çok yeni MİT’in üçüncü devriminin konusuna giriyor: Millileşme.
“Millileşme” kavramını sadece teknik anlamda, örneğin istihbaratta Amerika’ya mahkum olmaktan çıkma anlamında kullanmıyorum.
Buradaki millileşme bir bütünü ifade ediyor. Kısaca, “kendi önceliği kendisi tarafından belirlenen” bir Türkiye’ye hizmet eden yeni MİT’i.
Bu dönüşümü Ak Parti’nin olgunluk dönemi iç ve dış politika ajandasının şekillenmesinin arka planında da çok net görüyoruz.
Genel memnuniyetsizlik
Bu nedenledir ki, Oslo görüşmelerinin sızmasıyla ilk çözüm denemesi çöpe gitmişti. O dönemde hedef tahtasının 12’sinde Hakan Fidan vardı.
İngiliz Daily Telegraph yaygara koparırken, Corriera Della Serra, “Çok önemli sırları İran’a verdi” tezviratını yaparken de kalemin ucundaki hedef Fidan’dı.
Şimdi Wall Street Journal, “Fidan’ın yükselen rolü Washington’da alarm, şüphe ve gönülsüz bir saygı uyandırıyor” derken de, Washington Post yazarı David Ignatius, Fidan’ın başında bulunduğu MİT’in İsrail’i cezalandırmak üzere MOSSAD’a çalışan 10 İranlının ismini Tahran’a verdiğini iddia ederken de bu odakları harekete geçiren gerekçe aynı.
Ankara’nın çok tartışmalı Suriye politikasının ABD ile arasında açtığı mesafe, elindeki PKK kartının artık masadan galip kalkmasına yetmeyeceğini düşünen bölge ülkelerinin harekete geçirdiği dinamikler, Ankara’nın “kendine özgü” dış politika hamleleri, Çin füzeleri tercihi ve nihayet yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimi o büyük gerekçenin içini fazlasıyla dolduruyor.
O nedenle, MİT ve Hakan Fidan üzerinden yapılmaya çalışılan yıpratma kampanyalarının her yeni versiyonunda tek tek neden aramak büyük resmin içinde çok anlam ifade etmiyor.
Görünen tablo, dış ve iç memnuniyetsizlerin, genel memnuniyetsizliğinin, “aciliyet kesbeden” durumlarda dolaşıma sunulmasından ibaret.
Nasıl değerlendiriyor?
Bu çerçeveyi çizdikten sonra, Fidan’a dönük son kampanyanın Ankara’da, hükümet çevreleri ve güvenlik bürokrasisinde nasıl yorumlandığını kısa kısa şöyle aktarabilirim:
-MİT’i, MİT’in başındaki ismi ve bu yolla Ak Parti hükümetini, O’nun izlediği politikaları ve Başbakan Erdoğan’ı hedef alıyor.
- Bu yolla, hem dış kamuoyu oluşturulmaya çalışılıyor hem de Türkiye içinde yeni bir tartışma yaratarak hükümete dönük yıpratma politikası besleniyor.
- WSJ’de kaleme alınan yazıda, öncekilerden farklı olarak ABD’li yetkililere dayandırılma gayreti dikkati çekiyor. Bunun dışarıda ve Türkiye’de beklenen etkiyi yaratmaması yeni kampanyayı hızlandırdı. WP’de ve diğerlerinde yayınlanan aleyhte yazıları tetikledi.
- WP’de yazının David Ignatius gibi ünlü bir isim tarafından kaleme alınmasının sağlanması dikkat çekici. Gazetecilik metotları açısından ABD’nin standartlarının kabul edemeyeceği gerçek dışı bir yayıncılık yapıldı. Haber niteliği taşımayan, kaynağı belli olmayan, iddiayı destekleyecek herhangi bir delil ve işaret taşımayan bir dedikodu haberciliği örneği verildi. Bu yazının Ignatius imzasını taşıması bir operasyonun parçası olduğunu kanıtladı.
-Son dönemde iç kamuoyunda da benzer girişimler yaşandı. Bunlar hem ABD ve İsrail’e seslenen girişimlerdi. Hem de Türk-Amerikan ilişkilerinin İsrail parantezinden çıkmasından rahatsız olduğu belli olan çevrelerin girişimleriydi. Geçmişte Türkiye‘de belli karar alıcılar üzerinden iş kotaran dış ve iç çevrelerin, mevcut siyasi irade ve onunla uyumlu kurumların uygulamalarından duyduğu rahatsızlığın yansımalarından biri daha yaşandı.