Uyarılara rağmen, Türkiye sınırını 2 km. ihlal eden Suriye askeri helikopterinin Türk jetleri tarafından vurularak düşürülmesine dönük eleştirileri yanıtlarken, olaya bazı somut gerçeklerden bakmak daha yararlı olacak.
Bunu yaparken ilk soru şu:
“22 Haziran 2012’de keşif jetimiz Suriye askeri güçleri tarafından düşürülüp iki pilotumuz şehit edildikten sonra ne değişti, o gün ne yoktu, bugün ne var?”
Sistem tıkır tıkır işlemiş
Öncelikle zorunlu bir mantalite değişikliğinden ve buna uygun operasyonel formasyondan söz etmeliyiz.
Çok sıcak bir hattı ifade eden Suriye sınırımızda, ani gelişen bir olaya karşı, saniyeler içinde karar vererek, vurucu gücünü devreye sokan ve sonuç alan bir mekanizmayı kastediyorum.
Sınırı 2 km. ihlal, bir dakikadan çok daha az bir uçuş süresini ifade ettiğine göre, önceden alarma geçilse bile, sınır ihlalinin gerçekleştiği andan vurulma anına kadar geçen sürede, zincirleme işleyen ve “vur” komutuna kadar ulaşan bir düzen tıkır tıkır işlemiş demektir.
Bu durum, Türk jetinin düşürülmesinin ardından angajman kurallarının neden değiştirildiğini, hükümetin Meclis’ten Suriye konusunda aldığı ve süresi ekim başında bitecek olan yetki tezkeresinin ne anlama geldiğini ortaya koyuyor.
Ayrıca, hükümetin bu yetkiye dayanarak Genelkurmay’a verdiği talimatların nasıl uygulandığını ve Genelkurmay’ın alt birimlerinin görevini ne ölçüde anlayıp, anlık kararlarla sonuç alabildiğini de gösteriyor.
Psikolojik baskıyı savuşturmak
22 Haziran 2012’den bu yana ikinci değişiklik ise Suriye’ye bakışta yatıyor. O tarihlerde Suriye’deki soruna, daha çok komşu ülkedeki iç savaş ve büyüme eğilimli göç dalgası penceresinden bakan Ankara için, şu anda Şam rejimi, devrilmesi için her şeyi yapabileceği bir hasım.
Suriye meselesi, Ankara’nın kartlarını açık açık gösterdiği, gemilerini çekinmeden yaktığı bir mesele.
Üçüncüsü ise kamu diplomasisi diyebileceğimiz bir noktaya işaret ediyor. İki pilotumuzun şehit edilmesinin ardından, “Kimse Türkiye’nin gücünü test etmeye kalkmasın” çıkışının sonuçsuz kalmasının yarattığı psikolojik baskı.
Bu baskının sadece siyasi otoritede değil, askeri cenahta da yoğun biçimde yaşandığından kuşku yok. Üstelik, Türk jetinin vurulmasının ardından büyük kayıp verdiğimiz Reyhanlı başta olmak üzere Türkiye’nin canını yakan ve kamuoyu tepkisini körükleyen bir dizi olay da yaşanmışken.
Bu gerçekleri alt alta sıraladığımızda, “vurmak kaçınılmazdı” diyebiliyoruz.
Kuşkusuz olayı askeri açıdan, uluslararası hukuk açısından, diplomasi açısından ve kamuoyunu yönetme açısından ayrı ayrı değerlendirmek gerekiyor.
Ancak Esad’ın, ABD ve Rusya marifetiyle çok daha büyük bir maliyeti savuşturmaya çalıştığı bir dönemde Suriye helikopterini, Türkiye ile hesaplaşma için ortalığı ayağa kaldıracağı bir gerekçe olarak kullanmayacağı da herhalde düşünülmüştür. Son 24 saattir, Suriye’den yapılan düşük tonlu tepki açıklamaları da bunu kanıtlıyor.
Yüzleri olmaz
Şam yönetiminin kuvvet kullanımı konusunda BM nezdinde şikayette bulunması gibi seçenekleri kullanıp kullanmayacağı Ankara açısından bir şey ifade etmeyeceği gibi, Suriye’yi sadece kendilerinin soluk alabileceği kadar temizleme kararı alan uluslararası aktörlerin de bu olayı gündemde tutacak yüzleri herhalde olmayacaktır.
Askeri terminolojide “fırsat hedefi” diye bir kavram var.
Elbette hiçbir ölüme sevinmek mümkün değil. Ancak, Suriye askeri helikopterinin, uyarılara rağmen, sınırımızı ihlal etmesi nedeniyle düşürülmesi olayını, Ankara’yı bu karara iten nedenleri alt alta dizdiğinizde bu kavramla izah etmek kaçınılmaz görünüyor.