Büyüyüp hayata karıştıktan sonra çocukluğunu geçirdiği mahalleye döndüğünde hep iki şeye şaşırır ya insan.
Küçük bir çocukken koşturduğu bahçenin aslında hiç de o kadar büyük olmadığına.
Ve anne zoruyla, ekmek almak için, burnundan soluyarak gittiği bakkalın aslında hiç de o kadar uzak olmadığına.
16 Haziran 2013 sabahı kahvaltı için ekmek almaya giden; bilmem hangi yeşil gözlü kızı, play station oyununu, saç modelini ya da sivilce yok eden ilacı düşünerek bakkalın yolunu tutan Berkin de aynı şeyi yaşayacaktı.
Kapkara, martı kaşlarının altındaki derin gözleri, bu topraklarda Alevi, kıt-kanaat geçinen bir ailenin ergeni olarak büyümeye çalışırken şekillenen beyninin ona hatırlattığı gibi uzak görmeyecekti hiçbir yeri.
İçini çekecek, “Ne gündü ama. Biber gazının ortasında kalmıştım. Elimde ekmek vardı. Bakkaldan eve kadar o uzun yolu ne biçim koşmuştum. Hiç de o kadar uzak değilmiş mesafe” diye düşünecekti.
Sonra soluğu hâlâ hayattaki annesinin dizinin dibinde alacak, o günü konuşacak, tok olmasına rağmen günlerdir açmış gibi tıka basa yiyecekti yaptığı yemekleri.
Muhtemelen o simsiyah martı kaşları olmayacaktı gençliğinde.
İlk aşka düştüğünde kompleks yapmaya başlayacak, babasına çaktırmadan annesine, “Bunu nasıl halledeceğiz?” diye soracaktı.
Belki de daha 14’ündeyken, “İki günlük kişiyi seçti. Sözde geçen seneden beri beni seviyormuş” diye dem vurup twitter’da sitem ettiği kız için.
14’ündeki O Robin Hood hali, gençliğinde de çoluk çocuğa karıştığında da sürecekti.
Hep başkalarına bir şey verdiğinde daha çok sevinecekti.
Bu huyu yüzünden karısıyla tartışacak, hiçbir zaman bolluk içinde yaşayama-yacaktı.
Çocuklarına, en güzel yemeğin, üzerine salça sürülmüş ekmek olduğunu anlatacaktı.
Hep solcu kalacak, Okmeydanı’nda ekmek almaya gittiği günlerdeki parkasını hiç unutmayacaktı.
Sarı-kırmızıyı Galatasaray için, yeşil-kırmızıyı ailesi için, kırmızı-beyazı ise ülkesi için sevecekti.
Ve bu ülkeye zararlı bir insan olmayacaktı Berkin.
Denizcilik Lisesi’ne girip, beyaz üniformaları çekip bir denizci subayı olmak isteyen, arkadaşlarına daha çok yardım edebilmek için ilkokulda öğretmenine, “hırsız olacağım” diyen, çok sevdiği iki ablasının ismini kollarına yazdıran bir çocuktan ne kadar kötü bir erişkin çıkabilir ki?
Olmadı.
Bakkala kadar gidemedi, ekmeği alamadı. Koşa koşa eve dönemedi Berkin.
Başına saplanan gaz fişeğini kendi eliyle çıkarıp ağlamaya başladı.
Annesi babası yoktu ki yanında.
Geciken ambulansın yerine bir marketin servis arabasına yatırıldığında kustu, altına kaçırdı.
Kendinde olsa çok utanırdı.
Sonra hayallerini sırtındaki küfeye yükledi, kara gözlerini kapadı, uykuya daldı.
Beyni, bedeni 269 gün hiçbir şeyi hatırlamadı.
Tıpkı o gün Gezi Parkı protestoları için Okmeydanı’nda olup da ifade veren polislerden 13’ünün hiçbir şeyi hatırlamadığı gibi.
Türkiye’de hafızası olanlar bugün 15’indeki Berkin Elvan’ı toprağa verecek.
Ve Türkiye’nin hafızası o gün yiyemediği ekmeği hiç unutmayacak.