İşin başına genç yaşta geçti. “Çok çalışmak” tartışmasız en iddialı yanıydı.
Bir başka iddiası daha vardı; büyümek, büyürken de hep ilklerin altına imza atmak. Girdiği işlerde de bunu başardı.
2012 yılıyla birlikte Milliyet’in yönetimi işadamı Erdoğan Demirören’in başında bulunduğu Demirören Holding’e geçti. “Geçmişte çok ortaklıklarım ve ayrılıklarım oldu” dediği medyada bu kez Milliyet ve Vatan gazetelerinin sahibiydi.
O tarihten bu yana Erdoğan Bey ile birçok kez birlikte oldum. Demirören Holding’in merkezi olan Şişhane’deki binada başta iş ve siyaset dünyasıyla ilgili olmak üzere görüşlerini dinledim. Fikirlere açıktı. Her bir sözü bizler için ders niteliğindeydi.
Hep istikrar isterdi
Türkiye için “sanayinin” ve “üretimin” vazgeçilmez olduğunu söylerdi. “Yatırım” ise Erdoğan Bey için vazgeçilmez bir tutkuydu. Çok kez duymuşumdur şu sözleri; “Dolar indi, borsa çıktı. Bırakalım bunları şimdi Şükrü Bey. İşler nasıl gidiyor, asıl önemli olan bu. Söyle bakalım ne diyor iş alemi, yatırım yapıyor mu?”
Türkiye’nin geleceği için sanayi kadar tarıma da ağırlık verilmesi gerektiğinin ısrarla altını çizerdi.
Hatta bunun için büyük arazilerde yatırım planları yapardı. Bu alanın hep ihmal edildiğin
*Fabrika sahiplerine duyurulur
Flaş, flaş, flaş!.. 250 milyon dolarlık dev satış!.. ABD’li oyun devi Zynga 6 yaşındaki Türk oyun şirketini aldı!.. Sıfırdan zirveye tırmandılar!.. Atılan başlıklardan bazıları bunlar. “Gram Games”ten bahsediyorum.
Zynga’nın Türk şirketi Peak Games’i 100 milyon dolara alımı sonrası yeni hamle yaparak bir diğer İstanbul merkezli şirket olan Gram Games’i bünyesine katması büyük ses getirdi.
Samimiyetle söylüyorum, kurucuları adına büyük başarı. Son cent’ine kadar hak ettikleri 250 milyon dolarlık paranın keyfini çıkarsınlar.
Dünyalar onların oldu; İbiza, Miami, yatlar, katlar, partiler...
Bununla birlikte olaya farklı bir açıdan bakmakta yarar var.
“Türkiye’den bir şirketimiz daha ABD’li devin yemeği oldu. Afiyet olsun...”
Türk ekonomisi oldukça hareketli bir dönemden geçiyor. Sürpriz erken seçim kararının da etkisiyle yatırımcıların ülkemize olan güven ve istikrar noktasında sorularının arttığı bir dönemde “ekonomi” bir anda Türkiye’nin ana gündemi olmuş durumda. Bu yüzden gerek genel seçim gerek başkanlık yarışı için meydana çıkan adayların vaat listesinde ekonomi temelli bir paket fırtınası yaşanıyor.
16 yıllık tek parti iktidarında büyüme tarafında pek sıkıntı yaşanmadı, dolar kurunda olağanüstü birkaç hareket olsa da olumsuz gelişmeler dizginlenebildi. Fakat bu kez adeta bir ilk yaşandı. Dolar kuru hızlı adımlarla 5 TL seviyelerine doğru koşarken, çözüm adına yapılanlar ne yabancı ne de yerli yatırımcıyı bir türlü ikna edemedi. Sonunda Merkez Bankası piyasalarla inatlaşmayı bıraktı. Ardı ardına hamlelere imza atarak kurda yaşanan yukarı doğru trendi kırarak çıkışa şu an için “dur” dedi.
Elbette ülke gündemi ekonomi olunca siyasi buluşmalarda da bu konu öne çıkıyor. Ankara’da Portakal Çiçeği Vadisi’ne komşu binadaki bir apartman dairesinde Milliyet olarak bir araya geldiğimiz CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin de ana başlıklarından biri bu yüzden “ekonomi” oldu.
‘Kurallar değişmez’
Seçildi
Türkiye için umut veren hikâyelere ihtiyacımız var. Bu yüzden sonda söyleyeceğimizi başa çekelim; “Keşke her Türk şirketi böyle olsa...”
33 yıllık “Eczacıbaşı” deneyimi sonrası 2007’de emeklilik yolunu seçen Şadi Burat, o dönem, 23 yıl genel müdürlük koltuğunda oturduğu Vitra’nın Kartal’daki fabrikayı kapatmasını fırsat olarak görür... “Ekibi topluyoruz” diyerek, çalıştığı yakın mesai arkadaşları ile fabrikada işsiz kalan yetişmiş insan gücünü yanına alarak İtalyanların kapısına dayanır.
Karşı tarafı iyi tanır, görüşmeler uzun sürmez.
68 yıllık köklü İtalyan markası BOCCHİ’nin İtalya dışındaki tüm hakları için Bay Bocchi ile el sıkışır. Taraflar yüzde 80’e, yüzde 20 ortak olur. Çoğunluk Türklerindir. Ardından Gebze ve Tuzla’da üretim başlar.
Banyolardaki beyaz renk ağırlıklı piyasayı inovatif ürünler, yeni tasarımlar ve 22 farklı renkle süsleyen BOCCHİ, şimdilerde 4 kıtada 57 ülkeye 30 milyon dolarlık ihracat yapıyor. Türkiye’de 660 kişiyi istihdam ediyor. 1 milyon adetlik üretim kapasitesiyle Avrupa’nın üretim üssü olan ülkemizdeki pastadan yüzde 5 pay sahibi.
Şadi Bey yönetimindeki 11 farklı şirketi içine alan grubun toplam gelirinin yüzde 87’si döviz cinsinden. Şimdilerde dolar 4.70
Bir dolar telaşıdır aldı başını gidiyor. Dolar kuru 4 lirayı aşarak 4.5 TL’ye vurdu. ABD’de faizlerin (10 yıllık Hazine tahvilleri) 4 yıldan bu yana istikrarlı yükselerek yüzde 3’ü aştığı bir süreçte bizim gibi gelişmekte olan ülke olarak anılan ekonomilerden para çıkışı doğal. Bu ligin içinde yer alan ve dersini yapmakta geç kalan ülkelerin en büyük problemi güçlenen dolar. Bu yolda yalnız değiliz; Rusya, Arjantin, Brezilya, Güney Afrika ve dahası... Tüm bu ülkelerin para birimleri bir süredir değer kaybediyor.
İçerideki karmaşayı ve yaşananları bir kenara bırakırsak, bu çıkışın yaşanacağını planlayarak bugünlere hazırlananların oldukça kârlı durumda olduğu söylenebilir. Hazırlık yapmayanlar için ise yeni bir plan şart.
“Faiz insin. Yok canım daha da artsın” tartışmalarıyla geçen aylar, yılların ardından buralara geldik. Faiz ve doların gözü yükseklerde. Enflasyon çift hane. Olan oldu! Şimdi önümüze bakalım... Yanıtı aranan soru belli; “Peki ne yapmalıyız?”
Herkesin merak ettiği konu işte bu.
Bir bilen diyor ki!
Piyasanın bir bileni ile konuştuğumda aldığım yanıt net: “Türk ekonomisi tek elden yönetildiğini güçlü bir şekilde ispat etmeli. Bunun da yolu ekonomide tek ses çıkmasından
Dünya gergin, “gelişmekte olan ülkeler” daha da gergin, adeta yay gibiyiz... Aralarında Türkiye’nin de yer aldığı bu ligin üyesi ülkelerin para birimlerindeki değer kaybı son dönemde ciddi boyutlara ulaşmış durumda. “Dolarizasyon”a dayalı ekonomilerin şu sıralar hiç şüphesiz en büyük problemi ABD Başkanı Donald Trump’ın izlediği politikalarla güçlenen “dolar”...
Üstelik Türkiye bir yandan bu güçlü dolar belasıyla uğraşırken diğer taraftan da Suriye’deki askeri operasyon ve seçim sürpriziyle karşı karşıya. Tüm bunlar bir araya gelince de ülke olarak enflasyona ve yüksek faize karşı planladığımız uzun vadeli projeksiyonlar şimdilik havada kalıyor.
Umudumuz hızla ayaklarımızın yere sağlam basması ve gerek yurtdışı gerekse yerli yatırımcı tarafında, yakın geçmişte arkamıza aldığımız güçlü rüzgarın yeniden esmesi...
Farklı görüşler var
Dünyada ve Türkiye’de bunlar yaşanırken, ülkemizde başını büyük grupların çektiği bir yapılandırma rüzgarı moda oldu. Farklı hesaplarla -hesapsız kitapsız demek diğer büyük gruplara ayıp olur- çıktıkları yolculukta bankalarla milyar dolarlık kredi ilişkilerinde sorun yaşayan bazı holdingler avantajlı yapılandırma planlarının peşinde koşuyor. İstekleri gayet
İş dünyasının gündemi şu sıralar çok yoğun. Yay gibi gergin piyasada iş yapmanın incelikleriyle uğraşan iş alemi, bir yandan erken seçim ve sonrası için planlarını yaparken, diğer taraftan kendi seçim telaşına düşmüş durumda. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve Türkiye İhracatçılar Meclisi’ndeki (TİM) Başkanlık seçimlerinden bahsediyorum.
Ülke genelinde TOBB’a bağlı tüm oda ve borsaların seçimleri nisan ayıyla birlikte tamamlandı. Tüm başkanlar seçildi ama her şey bitmedi. Şimdi TOBB’un Başkanlık koltuğu için seçim yapılması lazım. Yasal olarak zamanlama bu ay (mayıs) olarak görünüyor. Ancak ortada büyük bir sessizlik hakim. Seçim takvimi hâlâ açıklanmış değil.
Bu ortamda yılların Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu adaylığını açıklamadı. Kendi seçimlerini kazanan etkili oda başkanlarından da şimdilik bu koltuk için adaylığını duyuran bir isim yok.
Adaylar pek sessiz
Sessizliğe bakıp da “Bu seçim yapılacak mı, yapılmayacak mı?” diye düşünenlere verilecek yanıt tarafında ağırlık “Yüzde 51 erteleme olmayacak” noktasında. Çoğunluk “seçim yapılacak” dediğine göre, TOBB Başkanlığı için en güçlü aday kim olacak?
TOBB’a delegeler seçildi. Dolayısıyla Başkanlık seçimi için oy verecek isimler
Türkiye’de konut sektörü bir ilki yaşıyor. Açık anlatımla arz (konut üretimi) talebin (ihtiyacın) üzerinde.
Aslında bu durum Türkiye için çok da büyütülecek bir konu değil. Çünkü gerek ‘genç nüfus’, gerek ‘büyüyen ekonomi’ gerekse ‘evlenme ve boşanma rakamları’ konuta olan ilginin ülkemizde sürekliliğini sağlıyor.
Bunların üstüne bir de “Paran olsa ne yaparsın?” denildiğinde gelen yanıtın “Ev alırım” olması hali eklenince gayrimenkul Türkiye için kale gibi sektör olarak karşımıza çıkıyor.
Peki zaman zaman “Konutta balon mu var?” sorusunun tartışılmasına da yol açan, arzın mevcut talebin üzerinde olmasının (evlerin satış hızının azalmasının) nedeni ne?
Gayrimenkul sektörünün markalı üreticileri işini iyi yapanın hâlâ kazandığı görüşünde birleşiyor. Ancak markalı üreticiler toplam pazarın çok küçük bölümü. Diğer tüm müteahhitleri işin içine aldığımızda satışlarda ciddi durgunluk olduğu bir gerçek.
Sermaye ve arz sınırı
Bu noktada, geçtiğimiz aylarda “Sektöre hem sermaye hem arz sınırı gerek” çıkışına imza atan Nef’in İcra Kurulu Başkanı Erden Timur’un görüşünü bir kez daha hatırlatmakta fayda var; “Gayrimenkul sektörünün sürdürülebilir olması gerekiyor. Bu yüzden her isteyen konut projesi