ESKİ bayramları özleriz çünkü çocukluk hatıralarımızın en güzelleri arasındadır. Ne güzel, ne kadar anlamlıydı; özlenmez mi hiç?
Eski bayramlardaki ‘ruhaniyet’e de içimizde gizli bir özlem duyduğumuzu düşünüyorum, çocukluk günlerimizdeki bayramlar hem daha güzel, hem ruhani idi gerçekten.
Şimdiki bayramlar büyük ölçüde tatil kaçamaklarına dönüştü...
Piyasa ekonomisi diye savunuyoruz ve bunun insanlığa daha refahlı ve uzun ömürlü hayatlar getirdiği de kesin. Ama maddi değerler öylesine tükeniyor ki, hayatın duygusal, romantik ve ruhani boyutları gittikçe küçülüyor. Hayat maddeten rengârenk ama manen çorak hale geliyor.
Batı’da da böyle oldu. Her biri bir ‘koruyucu aziz’le simgelenen kutsal yortu günleri, en başta da Hz. İsa’nın doğum günü sayılan Noel’ler eski ruhaniyetini kaybetti, tatil kaçamaklarına ve ticari festivallere, çılgın faşinglere dönüştü.
Zengin ve ruhsuz!
Ticari rasyonalizmin “hayatın büyüsünü bozacağını” ilk Max Weber yazmıştı. “Mehtap” sıradan bir “gezegen” haline gelirken evliyaların, azizlerin, meleklerin hayatımızdaki koruyucu ve düzenleyici rolü de kayboluyordu.
Peter Burger de Batı’da kutsal günlerin ve formların nasıl içinin boşalıp tatile ve faşinge dönüştüğünü anlatır.
Bizde o kadar değil ama oralara doğru gidiyoruz!
Maddeten zenginleşme, manen çoraklaşma!
Sosyolojik süreçlerden habersiz laikçilerimiz “irtica geliyor” diye kâbuslar görse de, ne irticası, Türkiye piyasa ekonomisi geliştikçe günlük hayatında daha ‘materyalist’ hale geliyor.
Hem de piyasa ekonomisini olabildiğince geliştiren muhafazakâr hükümetler yönetiminde!
Bu kadar maddileşmiş, “büyü”sünü, ruhaniyetini kaybetmiş, dahası, gerilimler içinde nefes nefese koşuşturup durduğumuz bu dünyada “eski bayramlar”daki çocuksu masumiyetleri, sevinçleri ve gönlümüzü aydınlatan ruhaniyetleri özlememek mümkün mü?
İşte Yahya Kemal’in “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” adlı muazzam şiirinden bir beyit:
Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehâbetli sabâh oldu Süleymaniye’de
Yahut Tanpınar’ın ‘ş’ ve ‘s’ harfleriyle bir şadırvan suyunun sesini veren şiirindeki iç huzuru...
Bursa’da eski bir cami avlusu
Mermer şadırvanda şakırdayan su
Yeni bir sentez?
Hangi ham softanın balyoz gibi lafları, hangi militanın öfkeli sloganları içimizde bu “gönül aydınlığını”nı yaratabilir?
Selatin camilerindeki ruhaniyet ve huzuru, yapsatçı müteahhit elinden çıkmış zevksiz ve yeni yetme cami binalarında bulmak mümkün mü?
Modern insan aradığı ruhaniyeti yüksek sanat eserlerinde, derin ruhaniyete sahip rehberlerde bulabilir ancak. Yahya Kemal’in veya Tanpınar’ın bir şiirinde, Şeyh Galip’te, Hacı Bektaş Veli’de, Yunus’ta, Mevlana’da mesela.
Gazap değil merhamet, öfke değil hoşgörü ve aşktır ruhumuzun özlediği...
Elif Şafak’ın Mevlana ve Şems-i Tebrizi’yi romanlaştıran “Aşk” kitabının satışı 400 bine yaklaşmış!
Bizde ve dünyada Mevlana’ya, tasavvufa büyük bir ilgi var.
Galiba insan yeni bir senteze gidiyor.
Tarih geri gelmeyecek, gelmemeli de çünkü tarihte büyük facialar da var.
Kapitalizmin ruhi sefaleti sürmeyecek, sürmemeli de çünkü bunaldık.
Tasavvufun kalplerimize kaynak suları gibi “gönül aydınlığı” akıttığı bir çağa mı gidiyoruz?
Benim özlemim bu; hem yoksulluklardan arınmış, hem “gönlü aydınlanmış” nice bayramlara...