Tamam, Afrika’ya oturmaya gelmedik ama hayvan görmek de bir yere kadar!

Ben tembelim ya, yeni bir yere gidince de tembelim esasında. Sonuçta Cape Town’da da tek istediğim havuz başında bir şezlonga uzanıp kitabımı okumak. Kanepemden kalkıp başka bir yere gitmek benim için yeterince büyük bir aksiyon.
Bir de gittiğim yerde mi dolanacağım? İstirahat etmem şart.
Ama dönüşte, “Eee, ne yaptın?”lara, “Oturdum” diye cevap versem, bu cevabı savunmak da çok yorucu olacağından, arada sırada şezlongdan kalkıp turistik rotayı takip etmeye de gayret ediyorum.
Şezlongdan kalktım.
l Yine tura mı çıkacağız? Bugünkünde şarap tadımı, dikenli tellerle ayrılan bir alanda aslanlar var ve timsahlar...
Üzüm bağları için Mürefte’ye giderim, daha yakın. Kafeste olduktan sonra, hayvanat bahçesinde de aslan gördük nasılsa. Sence timsah için değer mi?
“Dün sana gösterdim timsahları, bakmadın ki” dedi arkadaşım -adını da niye söylemiyorsam, Aysun.
Bir gün önce Cape Town’ın merkezinde yürürken, kanalizasyon mazgalına eğilmiş, elini gözlerine siper edip mazgalların arasından bakarak heyecanla bağırmıştı: “Bak, bak, timsahlar...”
Baktınız mı? Bakmayın. Kanalizasyonda timsah yok tabii. Bu, Aysun’un “Taşı toprağı hayvan Afrika!” skeci.
Pazar?
Yeterince tezgah gördük, pazarlık yaptık, sigara istediler verdik, yeter.
Zulu kabilesini ziyaret?
Kabileliği mi kalmış, turistik olmuş onlar.
Batı kıyısında çiçek turu?
Yaramaz.
Kafesle köpekbalıklarının arasına dalış?
Niye ki?
Yemek?
Kahvaltıdan yeni kalktık.
Hemen mi içelim?
Olmaz di mi, çok erken.
“Kırmızı kabloyu kes”
Masa Dağı’na karar verdik. Teleferikle çıkıp inmek eğlenceli olur. Tepede de illa ki bir şeyler vardır. Vakit geçer... Hem Cape Town’a tepeden bakmış oluruz.
Teleferiğe sarmış bu Afrikalılar. Sırada beklediğimiz yerde, yıllar içinde değişen teleferiklerini sergiliyorlar. İlki döküntü, ikinci biraz toparlanmış, üçüncü uzay çağı esinli, metalik gri, spor araba gibi falan. Bakalım en yenisi nasıl?
İçeri doluştuk. Bir numarası yok. Teleferik işte. Sonra anons yapıldı. “Camlardan uzaklaşın, taban dönmeye başlayacak” diye. Böyle altımızdaki yer döne döne, her yönden manzaraya bakarak, dağın tepesine vardık.
Yaklaşırken bir baktım bir siyah, elinde kerpeten gibi bir alet, açıktaki tellere bir şeyler yapıyor. Aman diyeyim, bu adam bizim teleferiğin telleriyle mi uğraşıyor?
Yanımdaki adam bağırdı: “Kırmızı teli kes.”
Seni gidi esprili turist seni...
* * *
Masa Dağı’nı da gezdik-gördük-öğrendik.
Sonra ne yaptık?
Müsaadenizle oturduk.

Haberin Devamı

Bak, kanalizasyon timsahları
Dağ başını duman almış
Masa Dağı’nın adı zirvesinin bir masa gibi düz olmasından geliyor. Tepede öyle fazla bir şey yok. Manzara güzel. Bir de kertenkele gördük -timsah yavrusu. Bir de işte efsanesi var:
Kaptan Van Hunks gençliğinde yedi denize yelken açmış, yaşlanınca da Masa Dağı’na yerleşmiş. En sevdiği şey bir ağacın dibine oturup piposunu içmekmiş. Bir gün bir bakmış, onun yerinde biri oturuyor. Van Hunks yine piposunu çıkarmış. Kimse onun kadar çok pipo içemezmiş. Ama bu adam “Ben de içebilirim” diye onunla iddialaşmış.
İki adam başlamışlar pipo tüttürmeye. Dağın etrafını dumanlar kaplamış. Bunlar hala içiyor. Sonunda öbür adam artık dayanamamış. Ama yenilmeyi de hazmedememiş. Hem kendini hem Van Hunks’u duman bulutuna çevirirken kim olduğunu açıklamış: Şeytan!
Bugün de rüzgar güneydoğudan estiğinde dağın zirvesi bulutlarla örtülüyor. İki gün önce bu manzarayı gördük. Rehber bize “Masa Dağı’nın masa örtüsü” dedi.
Meğer o esnada Van Hunks ile şeytan yine karşılıklı pipo tüttürmekteymiş.

Haberin Devamı

Güney Afrika’ya cep mesajıyla girdim
Güney Afrika, Türklerden bir aya kadar ziyaretlerde vize istemiyor. Ama ülkeye girişte dönüş biletinizi göstermek gerekiyor. Ben tabii, ooo leyla, elektronik biletin kağıt çıkışını almamıştım. Görevli kadına cep telefonuma THY’den gelen mesajı gösterdim. Kabul etti: “Hoş geldiniz. Ama bir dahaki sefere biletinizi göstermelisiniz.”
Daha kaç kere geleceğimi zannediyor acaba?
Cape Town’da orta karar bir otelde iki kişi 100 dolara kalınabiliyor. Yemekler Türkiye’ye göre çok ucuz. Ama “az acılı” bile acı. Yakıyor. Beni yaktı.
Kendine has üzümü yok ama şarabı meşhur. Bira zaten kolay. Fıçı bira da iyi.

Haberin Devamı

Emret kaptanım...
Eğer yol arkadaşınız uçuş ekibinden bir kimseyse, uçuş ekibinin iş seyahatine de tanık oluyorsunuz. Ve uçuş ekibi demek; hiyerarşisi acayip net, çok sıkı kuralları olan, yazılı olmayan kuralları da olan, neredeyse emir-komutayla yönetilen bir nevi mini-ordu gibi bir şey. Bu mini-ordunun komutanı pilotlar. Ya da ekibin hitabıyla “kaptanım”lar ya da “bilmem ne kaptan”lar...
Pilota “bilmem ne bey ya da hanım” diyemiyorlar, kurallara aykırı. “O Şimdi Asker” filmindeki gibi: “Efendim yok! Komutanım var!”
Ben böyle şeyleri hiç bilmem. Askerlik de yapmadım...
Bir akşam yemeğinde ekibin bir kısmıyla buluştuk. Yemekte bir pilot da vardı. Bana “Bak, bu masadaki herkes bu akşam kendi isteğiyle burada” dedi.
Başka nasıl olacaktı ki?
Eskiden beraber yemek de bir mecburiyetmiş. Uçuş ekibi, gittikleri ülkelerde dönüş uçuşunu beklerken de ekip olarak yer içermiş. Şimdi isteyen kendi başına takılıyor. Yine de oradaki her hareketlerini resepsiyona bıraktıkları notlarla kabin amirine bildiriyorlar: Otelden çıkıyorum, şuraya gidiyorum, döndüm vs.
Önce saçma gibi geliyor fakat bir manası var. Biri kaybolursa, başına bir şey gelirse daha çabuk haberdar olunabilsin, müdahale edilsin diye.
Yemekte eğlendik. Disiplinle ilgili anekdotlara güldük, yani ben güldüm en azından. Kokpite kaptanın belirlediği parolayla girilip çıkılıyor ya hani. Ne parolalar var, matrak... Bu hafta uçak kaçıracak olanlara muhtemel parolayı vereyim:
Pilot: Hangi takımı tutuyorsunuz?
Kabin amiri: Fenerbahçe.
Pilot: Kokpit parolası, Arsenal beş-kiiii...

manik depresif köşe
Ben döndüm, İstanbul’dayım.
Oradan yazmak zordu:
“Daha yeni geldim, ne gördüm ki?”
Burada yazmak da zor:
“E gezdim, döndüm, bitti.”
Fakat ısrarla depresyonda değilim.