Sevilme hali bir gösteriş malzemesi midir? Ele güne, el aleme karşı; "Bakın, o beni ne kadar da çok seviyor. Ben ne zaman çağırsam şıp diye geliyor" demek için, sırf bunu söyleyebilmek için kullanılabilir mi birinin aşkı?
Ayıp değil midir?
Emrah mesela, arkadaşlarıyla girdiği bir iddia üzerine Asuman Krause'yi aradığında, hiç eli titrememiş midir? Arkadaşlarına "Asuman beni unutamadı. Beni reddedemez. Çağırırsam hemen gelir" diye hava basarken...
Özcan Deniz, birlikte Amerika'ya gittiği Ebru Destan'ı havaalanında inkardan gelirken, Amerika tatilini es geçip üstüne basa basa "eski bir ilişkiyi canlandırmaya enerjim yok" derken...
Ne yapmaya çalışıyorlar? Birinin sevgisi ile şişirdikleri egolarıyla başları göğe mi erdi yani şimdi? Ne oldu? Onlar kolay kolay unutulacak erkekler değiller, öyle mi? Onlar var ya, muhteşemler! Onlar "gel" der, kadınlar koşar!
İzlediğimiz bu berbat filmin ana fikri bu mudur?
Fonda da "Senin bana küs olduğunda bile koşarak geldiğini / Bir tek sen değil, bir tek ben değil, alem biliyor" mu çalmaktadır?
Bahar'a niyet, Dicle'ye kısmet
Evet, artık herkes bilmektedir. En azından görüntü öyle söylemektedir. Asuman Krause ve Ebru Destan eski sevgililerini öyle çok severler ki her çağrıldıklarında koşarak giderler.
Fakat filmin finalinde yalnız kalmaya mahkumdurlar. Bu karşılıksız bir aşktır. Bu, karşılıksızlığı tüm Türkiye'ye ilan edilmiş bir aşktır. Derken Özcan Deniz konserinde çok şık bir şekilde eğilip alnından öper Ebru'yu. "Aşk her şeye rağmen saygı ister" der sonra.
Neye rağmen? Karşılıksız olmasına rağmen mi? Özcan Deniz ne kadar geniş gönüllü bir insan, değil mi! Ve kendisine duyulan aşkı kalabalıklar önünde kutsarken nasıl da mütevazı!
Özcan Deniz, "Seymen Ağa"dan sonra Özcan Deniz rolünü de başarıyla kıvırdı işte. Olan "Bahar" rolüne çıktığını sanırken kendini "Dicle" olarak bulan Ebru Destan'a oldu.
Bir ilişki yaşadığına, Özcan Deniz'le yeniden sevgili olduğuna inanıyordu. Aniden tek gecelik ilişki kategorisine hapsoldu.
Alnından öpülmesi ise -Meral Okay yazsa ancak bu kadar olurdu!- mükemmel bir finaldi. Özcan Deniz, "sonradan ikizi" Seymen'in Dicle'ye yaptığı gibi, Ebru Destan'a mesafeli bir şefkat bahşederek perdeyi indirdi.
İnsan borsasında değerleri arttı mı?
İnsan merak ediyor.
Ne gerek vardı tüm bunlara? Neden Emrah, Asuman Krause'nin aşkını arkadaşlarına kanıtlamak zorundaydı?
Neden Özcan Deniz, Ebru Destan'ı kendi kendine gelin güvey olmuş durumuna düşürerek prim yapmaya çalıştı?
İzlenen, izlendiğinin feci halde farkında olanların hastalığı bu herhalde. Birinci tekil şahıs duygularla yaşayamıyor onlar hayatı. Ne bir eksik, ne bir fazla; onları onlar yapanın başkalarının gözlerinden yansıyanlar olduğuna ikna olmuşlar bir kere.
İşte bu yüzden sevmenin aktif halinden bihaberler. Onlar sadece sevilmeyi, daha çok sevilmeyi, ille de sevilmeyi, her koşulda sevilmeyi önemserler.
Sanıyorlar ki sevildikçe kıymetleri artıyor, "insan kıymetler borsasında"...
manik depresif köşe
Çok mutsuzum ama çok! Çünkü ben bu hafta sonunu Milliyet çalışanlarıyla birlikte, daha iyi bir gazete için toplantı üstüne toplantı yaparak geçirmek mecburiyetindeyim. Hâlâ anlamadılar galiba. Daha iyi bir gazete, ancak çalışanların daha çok tatil yapmasıyla mümkün olabilir; tatillerini toplantı yaparak geçirmeleriyle değil.
Dedim ki Büyük Şef Deniz hanıma, "Boş verin maniyi, depresyonu" dedim, "Bende" dedim, "kaçış sendromu var asıl." Hani Mehmet Ali Erbil'de de var ya. Gidip düzenli olarak serum bağlatıyor kendine vesaire. Ciddi bir hastalık hakikaten. İşte ondan, bende de var. Ve bakınız şu tesadüfe, benim de tam da bugün gidip hastaneye serum bağlatmam gerekmiyor muymuş? "Kaçabilir miyim?" dedim. Bana inanmadı!
Ne güzel geldi t.A.T.u., di mi? İki dakika süren basın toplantısı, ağızda sakız, muhabirlerin suratına patlayıveren bir balon falan... Eurovision'da bir arıza çıkarmadıkları için müthiş hayal kırıklığına uğramıştım. Ama onlar daha iyisini yaptılar. Burada arıza çıkardılar. En komiği de ha bire Türk basınına röportaj verip, sonra da tüm soruları tek kelimelik cevaplarla geçiştirmeleri oldu. Yapılamamış röportajları okuyup duruyoruz. Ve fakat takdir de etmiyor muyuz kendilerini? EDİYORUZ!
Yarın da Milliyet Cumartesi'de Yiğit Karaahmet'le bir röportajları var. Hem de nasıl masum sorulara ne saçma-salak ve komik cevaplar... Misal, nerede tatil yaptıklarını soruyor Yiğit. "Mars'taydık, sonra Jüpiter'e geçtik" diyorlar.
Kaçırmayın yani. Ozan Güzelce imzalı bikinili fotoğrafları görülmeye, Yiğit'in t.A.T.u. izlenimleri okunmaya değer.
YAŞAM
Derin suların cesur yüreği
Denizli'de şok iddia
Diplomat robot Asimo zirvede
Huzur projesi huzursuz etti
Modanın 'bit yeniği'
Fireler var ama pes etmek yok
Dar çamaşır, tavuk eti ve sıcak banyo zararlı
Anlaşıldı, Mars'ı 'bitireceğiz'
Öğrenciler korkmuyor sadece hayal ediyor
Herkes gider Mersin'e Alman gider tersine
Ressam profesör 'âlemde' basıldı
'Vurun beni' dedi, vurdular
Kapadokya'da mamut fosili bulundu
Bombasavar süpürge!
Polisten kaçarken kanalda boğuldular
Sevmenin aktif hali, pasif hali...
Aman avcı vur beni!