Vedat Milor

Vedat Milor

Tüm Yazıları

Bordo’da davet edildiğimiz butik otel-spa-şato-Michelin yıldızlı lokanta kompleksinde zevkli saatler geçirdik. Bir de içimin hüzünle kaplanmasına yol açan o gazete kupürü okuduğum kitabın arasından çıkmasaydı...

Bordo’da zevkin doruğu ve hüzünlü düşünceler

Lokanta ve otelin bir şarap bağının içinde olması çekiciliğini ve cazibesini artırıyor. Gölün hemen arkasında da şarap bağları uzanıyor.

Bordo’da zevkin doruğu ve hüzünlü düşünceler

Bazen zevkin doruğunda olmanız gereken anlarda içinizi bir hüzün kaplıyor... Cennet gibi bir yerdeyim. Butik otel-spa-şato-Michelin yıldızlı lokanta. Sources de Caudalie. Chateau Smith Haut Lafitte. Bordo kentine 20 dakika mesafede kırsal bir alanda. Kabul ettiğimiz bir davet sonucu buradayız. Bizi davet eden, spa ürünlerini Türkiye’ye getiren şirketin sahibi Yasin Kocaoğlu (telefon konuşmalarından ve yazışmalardan vardığım sonuç hem sorumluluk hem de estetik duyguları gelişmiş biri olduğu).
Her yer yemyeşil. Hava güzel. Çiçekler açmış. Hasat edilmek üzere
olan Cabernet üzümleri olgunlaşmış. Gölde kuğular yüzüyor...
Hanım spa’da, facial denen yüz masajı ve bakımında. Masaj yaptırıp saunada ter atmak çok güzel bir duygu. İnsan gevşer, toksin atar, dinçleşir. Eşim masaj yaptırırken ben de suyu serin olan havuzda kulaç atıyor ve şezlongda kitap okuyorum.

Beni geçmişe döndüren etkileyici bir haber
Spa’yı kullananlar elbette Bordo’nun varlıklı hatunları. Masaj arasında bornozları ile dışarı çıkıp terastaki şezlonglara sere serpe yatıyor ve sohbet ediyorlar. Orta yaşlı, bakımlı ve hoş hatunlar. Manikürleri, pedikürleri güzel. İnsanın bazı duyguları kamçılanıyor ve iştahı açılıyor.
İşte tam o anda okuduğum kitabın içinden bir gazete kupürü çıkıyor. Haber beni etkilemiş, kesip saklamışım. Beni etkileyen lise öğrencisi, melek yüzlü bir kızcağızın fotoğrafı ve haberin başlığı.
25 Haziran 2013 tarihindeki Hürriyet gazetesinde Aziz Özen imzalı bir haber bu.
“Doktorlar kusursuzmuş” haberin başlığı. Haber çarpıcı çünkü hayatının baharındaki bu güzel kızın elleri yok. Sağ kolu dirseğinin altından kesilmiş. Sol eli de yok. Büşra Akbaş adı.
Çarpıcı olan diğer bir unsur da genç kızın seçtiği tişört. Paris yazıyor üstünde. Yazının altındaki resim çok iyi seçilmiyor ama belli ki Paris’ten bir görüntü.
Haberi okuduğunuzda Büşra’nın sadece ellerini değil, ayaklarını da kaybettiğini öğreniyorsunuz. Kaza mı? Değil. Eklem romatizması sonucu verilen ilaçların ve yanlış tedavinin sonucu elleri ve ayakları kesilmiş.
Bu haber ve Büşra’nın doğal, iyimser, dostane bakışları beni etkilediği için gazeteyi kesip saklamışım. Ben göz ucuyla bornozlarına sarılı sere serpe yatan kadınları seyrederken Büşra’nın artık hiç manikür ve pedikür yaptıramayacağını düşünüyor ve birden kendimi suçlu hissediyorum.
Diğer kadınlar gibi havuz ya da deniz kenarında keyif yapmak Büşra için kolay olmayacak. Fiziksel özürlü insanlara sanki uzaydan gelmiş gibi bakan, onları incitecek şekilde ve bazen düpedüz kaba davranabilen bir toplumda Büşra, çektikleri yetmiyormuş gibi, hiç hak etmediği davranış, bakış ve onu incitecek sözlerle karşılaşacak (inşallah yanılıyorumdur).
Suçluluk duymamın bir nedeni de düşüncelerimin beni yıllar öncesine taşıması. Bir ara misafir ettiğim ve bir bacağını kazada kaybetmiş olduğu için bazen bacak protezi bazen de koltuk değneğiyle yürüyen yabancı bir kız arkadaşımın İstanbul’da maruz kaldığı bazı sevimsiz durumlar geliyor aklıma. Empati yeteneği gelişmemiş bir toplum olduğumuzun o hanımın ziyaretinden sonra iyice farkına varmıştım.
Ne diyeyim? İnşallah Büşra’nın şansı bundan sonra iyi gider. İnşallah sevdikleriyle Paris’te gezme ve hayallerini gerçekleştirme imkanını bulur.

Önüme ansiklopedi gibi bir şarap listesi geldi
Düşüncelerim birden keskin ve beni çağıran bir sesle bıçak gibi kesiliveriyor: “Bay Milor, bay Milor.” Havuzun kenarına gelen genç bir garson. Koltuğunun altında taşıdıkları da akşam yemeği menüsü ve şarap listesi.
Ansiklopedi gibi şarap listesini inceliyorum önce. Bordo’dayım, iyi bir Bordo seçeyim, efkarım dağılsın diyorum. Bordeaux-St. Julien bölgesinin en iyi şarabı olduğunu düşündüğüm
LLC seçimim. 2000 milezimi.
Saat aşağı yukarı 18.00. Biz 21.00’de akşam yemeğine başlayacağız. Şarap iki saat önce açılıp dekante edilecek. Et öncesi başka şarap içeceğimiz için aradan en az üç saat geçecek, hazır olacak.
Hanım gözleri ışıldayarak masajdan geliyor. Üzüm ekstrelerinden hazırlanan kremler tenini canlandırmış, parıldatmış.
Kaldığımız odanın adı “etiket”. Oda süit değil ama son derece zevkli döşenmiş ve huzur verici. Nedense bana sevdiğim yönetmenlerden biri olan Bertrand Tavernier’nin filmlerinden birindeki varlıklı bir Bordolu şato sahibinin evindeki küçük ama tavanı yüksek ve romantik odalardan birini hatırlatıyor.
Kapı vuruluyor. Tam iyice gevşemişken kim rahatsız ediyor bizi? Üzerime acele bornoz geçirip kapıyı açıyorum. İki kadeh şampanyayı ikram olarak göndermiş müessese. Şampanyaları yudumlamak için üzerimizde bornoz, odanın önündeki terasa çıkıyoruz. Önümüzde çiçekli bir bahçe ve göl. Gölde kuğular yüzüyor. Gölün hemen arkasında da şarap bağları. Hasat başlamak üzere. Cabernet üzümleri olgunlaşmış ve uzaktan kara inci taneleri gibi ışıldıyor.
Biz bornozlarımızla sere serpe ayaklarımızı uzatmış şampanyalarımızı yudumlarken gölün önünde Uzakdoğulu çiftler fotoğraf çekiyor. Günümüz dünyasında gençler yanlarından hiç ayırmadıkları i bilmemneleri ile SMS yollamak, tweet atmak ve fotoğraf çekmekten birbirlerini ve etraflarındaki güzellikleri algılayamaz oldular!

Peynirler harikanın ötesinde bir lezzette
Akşam 21.00 civarı yemek salonuna geçiyoruz. Sources de Caudalie otel ve spa’yı işleten Smith Haut Lafitte’in sahiplerinin kızları.
Bir Michelin yıldızlı lokanta bir yıldızın hakkını veriyor... Tadım menüsü alıyoruz. Servis bir bale resitali gibi. Rahat ve sanki gayret etmeden, doğal gibi görünüyor ama aslında son derece katı kurallara ve davranış biçimlerine bağlı. İsviçre saati gibi hiç şaşmadan tıkır tıkır işliyor.
Bu düzeyde bir performansın gerisinde elbette Amerika kökenli trendlere ayak uydurmayı reddeden, kendisine güveni haklı nedenlerle yüksek olan koskoca
bir Batı ve Fransız kültürü yatıyor.

Ben yediğim beş porsiyon arasında en çok ilk olarak sunulan çiğ et ya da carpaccio’yu seviyorum. Yörenin danası (L’Aquitaine deniliyor) çok çok iyi. Carpaccio’nun yanında minik tostlar
ve üstü yine Aquitaine siyah havyarlı bıldırcın yumurtası var.
La Grand Vigne restoranı otelin gastronomik restoranı. Aşçısı Nicolas Masse belli ki çok klasik bir eğitimden geçmiş. Tabakların dizaynı ve bileşimler Kartezyen, yani teknik açıdan mükemmel ve son derece dikkatli, titiz, hiçbir detay atlanmamış.
Peki işin lezzet tarafı ve ruhu? Orası tartışılır. Ama tartışılmayacak olan peynir tabağı. Harikanın da ötesinde peynirler.
Beni en çok heyecanlandıran içtiğim şarap. Hem yoğun hem de elegan ve kompleks. Tanenleri güçlü ama ipeksi.

Haberin Devamı

Her aşamada mükemmeliyetçilik

Haberin Devamı

Lokanta ve otelin bir şarap bağının içinde olması çekiciliğini ve cazibesini artırıyor. Deliksiz bir uykudan sonra zımba gibi kalkıyoruz. Ayrılmadan
önce şatoyu gezip şaraplarını tadıyoruz. Bize şatoyu gezdiren hanım her türlü teknik soruma rahatllıkla cevap veriyor. Üretimin her aşamasında gördüğüm mükemmeliyetçilik beni etkiliyor. Şatonun danışmanı ünlü Michel Rolland imiş.
Amerikalı şarap eleştirmeni Parker, 2009 Smith Haut-Lafitte’e 100, 2010’a 98+ vermiş. Bizim tattığımız 2008. Tanenleri biraz yeşilimsi, şarap daha dengeye oturmamış. Ben özellikle Sauvignon üzümü ağırlıklı beyaz şaraplarını seviyorum. Aromatik,
diri, canlı ve asit-meyvemsilik dengesi çok iyi kurulmuş şaraplar.
Cabernet ağırlıklı bir de roze yapmışlar. Ama kırmızı şarap taklidi, gövdeli bir roze değil. Rengi somon. Zarif ve keyif veriyor.
Mösyö Cathiard tadım sırasında bize eşlik ediyor. 60’lı yaşlarda, yakışıklı, tam bir beyefendi. Profesyonel kayakçıymış kendisi ve eşi. Şarapları hakkında düşüncelerini karşısındakine empoze etmeyecek kadar da özgüvenli ve karşısındakine saygılı.
Mösyö Cathiard kendi arabasıyla bizi otele bırakma inceliğini de gösteriyor. Ayrılırken “au revoir” yerine “a bientot” demek geçiyor içimizden. Kısa zamanda tekrar görüşürüz inşallah!