Rafael Amargo'nun Gıcırtısı

18 Kasım 2013

“Flamenko, akademik olmayan Avrupa müzik formlarından biri, Endülüs Halk Müziği ve bu müzik eşliğinde yapılan dansın adıdır.”deniyor Wikipedi’de.

“Akademik olmayan” diyor; yani “alaylı.” Kendi kendine öğrenilen; ustadan çırağa, bilenden bilmeyene . . . Ve sokaklarda, dört duvarda; müziğin yettiği, ayaklarla kolların, ruhun özgür kalabildiği her yerde . . .

Flamenko; el çırpma ve ayak hareketleriyle bezeli bir duygu seli. Bir tavır aslında; kendini anlama ve anlatma biçimi. Bizdeki karşılığıyla “yanık bir türkü”yle dillendirilen, kimi zaman yakarış, kimi zaman övgü ve de kutlama; fakat işin özünde mutlaka yürekten hayata kurulan bağ var. Aslında bütün halk danslarında olduğu gibi . . . Naif, tutkulu ve öze değen . . .

Elbette, ‘içli’ seslendirilen ve çalınan her müzik parçasında, okunan her türküde ve edilen her dansta olduğu gibi en çok icracısı, sonra da izleyenler kendinden geçiyor.

İşte dün, tam da böyle bir performansın meraklı ve heyecanlı misafiriydim.

Rafael Amargo’nun ‘Suite Flamenca’sı

İspanya’nın ödüllü flamenkocusu Rafael Amargo, ‘Suite Flamenca’ isimli 6. gösterisiyle 15-17 Kasım’da üç gün için İstanbul, Maslak TİM Show Center’daydı.

Müzikler (Ju

Yazının Devamı

İyi Ki Doğdun ODTÜ!

15 Kasım 2013

Bugün ODTÜ’nün 57. doğum günü . . .

Üniversiteyi ODTÜ’de, özgür iradenin Türkiye’deki anavatanında okudum.

Hem de Felsefe okudum ben.

Aman yarabbim, tam bir felaket!

O sıralar, bilhassa yapılı saçlarıyla, bu derneğin, şu derneğin üyesi, orta yaşı geçmiş hanımefendiler sorardı:

- “Hangi okulda okuyorsun güzel kızım?”

- “ODTÜ’de okuyorum.”

- “Ah şahane, peki ya hangi bölüm?”

Yazının Devamı

"Kesin Bilgi, Müdahale Var"

13 Kasım 2013

Geçtiğimiz hafta TÜYAP’taki Kitap Fuarı’nın yanıbaşında devam eden bir diğer etkinlik de Sanat Fuarı’ydı. – Artist 2013

1000’e yakın sanatçıya ait 150 galerideki eserleri tek tek gezdik.

Kader Genç, Sezai Özdemir, Ercan Ayçiçek ve Şahin Demir benim tekrar tekrar dönüp baktığım resimlerin yaratıcılarından bir kaçı.

Ayaklarımıza kara sular indi.

Ama değdi.

İnanılmaz işler, hayranlıkla seyredilecek tablolar, onlarca farklı teknik, yüzlerce stil, hayal gücü, düşler, yalnızlık, mutluluk, umut, karanlık, kayboluş, sevap, günah, hayatı bambaşka yerler ve zamanlarla yeniden yorumlayan, ezberbozan ne varsa oradaydı.

Belki de bu yüzden korkutucuydu.

Özgürlük bazen, bazılarını korkutur.

Yazının Devamı

Kişisel Alanıma Dokunma!

12 Kasım 2013

Kuaföre gitmeyi sevmem; saçlarımı kendim keserim, fön ihtiyacım yok, boyasını da kendim yapardım . . .

Neden?

Çünkü çok konuşuyorlar! Soruyorlar; incik, cıncık, iş görüşmesinden beter. Ellerinden gelse insanda “kişisel alan” diye bir şey bırakmayacaklar. Biliyorsunuz, çok az meslek grubunda müşteriyle bu denli yakın çalışılır. Ve elbette dengeyi tutturmak hassas usta işidir; insana rahatsızlık vermemek. Mesela yine ben, kafamla oynanmasını hiç sevmem; hele o saçlarımın birbirinden iddialı kafa masajlarıyla yıkanma aşaması benim için tam bir eziyet. Her defasında, kuaförde işim bittiğinde, başım ağrıyarak, yorulmuş, sanki zorla konuşturulmuş, kişisel alanım istila edilmiş gibi hissederim; bir çeşit 'tükenerek' çıkarım o kapıdan.

Fakat . . . Son iki senedir bir kuaförüm var ki, ‘başıma’ gelen en güzel şey. Ayda bir görüşüyoruz, çünkü yalnız dip boyasına gidiyorum. – Erkek okuyucular yazıyı okumayı sakın burada kesmesin, başka bir yere bağlayacağım.

Bu işinin ehli, meslek sahibi beyefendi, insanı ağdalı selamlardan uzak, sade bir saygı ve sevgiyle karşılar, müşterisi konuşmadıkça konuşmaz, ne istediğini dinler, kendi önerisini söyler, ve yapar; gerçekten de hakkıyla

Yazının Devamı

Biz Küçükken Instagram Yoktu

10 Kasım 2013

Küçükken, kendime özel bir fotoğraf makinem olsun istedim çok . . .

1980'lerin son demlerinden bahsediyorum. Filmler yanarsa, babaların “tüh be!” diye yaygara kopardıkları zamanlardan.

Çekilen her karenin mutlaka en az çekirdek aile ve manzara fotoğrafı olmasına ciddiyetle önem verildiği zamanlardan. “Cheese!” diye hep bir ağızdan bağırıp (ben her seferinde bağırıyormuş gibi yapardım), illa ki kameraya baktığımız, gözlerimizin gece kırmızı çıktığı vakitlerden.

Oysa ben, Şeytanın Ayak İzi’nden, Altınkum Plajı’nda yaptığımız kumdan kale ve yanına iliştirdiğimiz plastik ekipmanımızdan (kova ve kürek!), Erdek’teki motel odamızın manzarasından, Mavi Mavi Aile Çay Bahçesi’ndeki o çok neşeli, bol ay çekirdekli geceden ya da Neşe Teyze’nin oğlu Cem’in sünnet düğünündeki toplu kareden bambaşka anları çekmek ve tekrar tekrar bakmak üzere saklamak istiyordum. (“Bizim kız biraz değişik”)

Sonunda, bana her gelişinde harika kalem kutuları, rengarenk ataçlar ve teneke kutularını hala sakladığım şekerler getiren Almanya’daki teyzemden istemiştim fotoğraf makinesi, getirecekti. Ne yazık ki araya savaş girdi, dört sene memlekete gelemediler. Ben de ne öncesinde, ne de sonrasında ayaklarını yere vurup

Yazının Devamı

Yetenek ve Başarı; Gerçekten Kader Mi?

8 Kasım 2013

Herkes şanslı doğmuyor!

Herkes anasının karnından şair, yazar, ressam, heykeltraş, marangoz, tasarımcı, şarkıcı doğmuyor.

Gerçekten öyle mi? Evet, olabilir . . .

Fakat en önemli noktayı gözden bile bile kaçırmak, hatta gözden çıkarmak, bu bahaneyi bir anda tuzla buz etmeye yetiyor:

Hazırlık!

Çok çalışmak!

Çok çok çok çalışmak!

Yazının Devamı

Esrarın da Esrarı; Kara Kitap'ın Sırları

6 Kasım 2013

Uzun koridorda, gözleri tam karşıdaki çıkış kapısına mıhlı yürürken çıplak ayakları üşüdü.

Kış bu sefer gerçekten geldi demek ki . . .

Sola seğirip, loş odaya girdi. Kendisinden boşta kalan yastığı tek bacağının altına sıkıştırmış, henüz onbeş dakika önce üstlerini örten pikeyi bir dürüm gibi dolayıp beline sarmış sevgilisi, uyuyordu.

Yatağın yanına gelip, ellerini dizlerine yaslayarak eğildi sevgilisinin yüzünün üstüne. Dudaklarını değdirmeden ve nefesini tutarak, alnından aşağıya dek havada kayıp, burnunun kemikli yerine gelince durdu. Soğumuş kuru dudaklarıyla öptü oracığından çok çok çok uzun yıllık sevgili oyun arkadaşının.

Belli belirsiz burnunu oynattı adam, kısacık bir süre için kaşları bir şeye kızmış gibi alnının ortasında “V” oldular ve hemen sonra eski çocuksu hallerini aldılar.

Sessizlik . . .

Kapının arkasındaki sandalyenin üzerinde duran kadife pantolonunu çekip, üzerine giydi. Dolabın altındaki çekmeceden kendine gelişi güzel bir çorap seçti. Yan odaya geçti. Anneler, babalar geldiğinde yatar diye bir türlü atmadıkları, o nefret ettiği gece mavisi, kalın kumaşlı kanepenin duvara yaslanmış sol yanına geçip, araya sıkıştırdığı minik bavulu aldı.

Yazının Devamı

Mavi Çıplaklık ve Çabasızlık Hayali

3 Kasım 2013

Mavinin güzelce, koyu bir tonu, yuvarlakça, kaba çizgiler, kollar, bacaklar, yüzü olmayan bir baş ve bir kadın . . .

“Blue Nude” . . . "Mavi Çıplaklık" . . .

59 yıl önce bugün aramızdan ayrılışının ardından, hala ve artan bir kıymetle varlığını sürdüren ressam Henri Matisse, modern çağın en önemli sanatçıları arasında gösterilir.

Ve Matisse, en çok da ölmeden iki sene önce yaptığı Mavi Çıplaklık (IV) eseri ile bilinir. Hayatının son yıllarında yaptığı en ünlü eseri ile ne de 'çabasız' görünür Matisse!

Halbuki, 'çabasızlık', işin özünde ne de çok çaba gerektirir!

Peki nasıl?

Matisse’in kaba ve gevşek görünen çizgilerinin, çok daha yakından bakılırsa, serbest ama sıkı çizgiler olduğunun anlaşılmasıyla anlatılabilir bu. Çizimleri ilk bakışta 'öylesine' bir hava verir bakana. “Ben de yaparım” dedirtir.

Matisse’in çizgi kullanımındaki tutumluluktur elbet bu cüretkar sözleri sarfettiren. Fazlasını değil, gerektiği kadarını kağıda dökmesindendir bakana ‘kolay’ gelişi.

Yazının Devamı