Artık Batı ülkelerinde olduğu gibi bizde de otomobillerde, taşıma araçlarında sürücünün gittiği yeri koloyca bulabilmesi için CPS denilen elektronik yol haritaları var. Üstelik de yalnız görsel olarak değil, sesli olarak da size gideceğiniz yönü, geçtiğiniz sokakları, caddeleri söyleyerek yolu tarif ediyor ve gideceğiniz adrese kaybolmadan ulaştırıyor.
* * *
Frankfurt Kitap Fuarı’na gittiğim yıllardan birinde yayıncı Hayati Önel’in arabasında görmüştüm bu navigasyon aletini. Ekrana bir adres yazdı, sonra da “Bizi götür” düğmesine bastı. Araba hareket eder etmez de, bu cep telefonundan biraz büyük ekranlı alet, bize yolu hemen Almanca tarif etmeye başladı. Bir caddeye geldiğimizde Hayati, “Ağbi, ben burayı biliyorum. Eğer bu aletin söylediği yoldan gidersek ta otoyoldan dönmemiz gerekecek. Şurada bir ara yol var. Ters yol ama, biz buradan kaçabiliriz,” dedi. Karşıdan biri gelir diye, 200-300 metrelik dar sokaktan hemen çıkmak istediği için de öyle bir gaza bastı ki, onun hızına paralel bir biçimde aletten şöyle bir ses gelmeye başladı: (Tabii ben Türkçesini söylüyorum.) “Yanlış yoldasınız! Yanlış gidiyorsunuz! Geri dönün! Geri dönün!” Sanki yırtınıyor, feryat ediyordu alet. Sonunda kimse gelmeden anayola çıktık. Bu kez alet, “Doğru yoldasınız, devam edin!” demeye başladı. Hayati makineye eğildi, gülerek, “Senin kafan işte bu kadar çalışır. Doğru yolu biliyorsun ama, kestirmeyi bilmiyorsun,” dedi. Hepimiz hem gülüyor, hem de kılavuzumuz makineyle aklımız sıra eğleniyorduk.
* * *
Aradan yıllar geçti, yeni telefonların içinde, satışı artıran bir unsur olarak yer almaya başladı CPS haritaları. Artık navigasyon cihazına da gerek yoktu. Telefonunuza bir program olarak yüklenebiliyor ve küçücük bir işletim aletini yanınızda taşıyor, açtığınız zaman sistem çalışmaya başlıyordu. Yeni telefonlarda işletim gerecine de gereksinim yokmuş.
* * *
Yeğenim Vedat’ın işyerindeki bir arkadaşı arabasına bir navigasyon aleti almış ve bir tatil günü bu baba ev halkına, “Nereye gidelim?” diye sormuş. Evin dört yaşındaki oğlu, “Lunaparka gitmek istediğini,” söylemiş. Hep birlikte arabaya binmişler. Baba navigasyon aletinden en yakın lunapark adresini bulmuş ve adresi tıklayıp, “Bizi buraya götür” seçeneğine basmış. Az sonra arabanın kalkışıyla birlikte o da tarife başlamış: “Şu caddeden geçiyorsunuz. İleride ışıklardan sağa dönün. 500 metre sonra dört yol ağzına geleceksiniz. Oradan sola dönün. Sağınızda Krizantem Sokak var. Cumhuriyet Caddesi’nde ilerliyorsunuz. Soldan Mehmet Âkif Caddesi’ne sapın...” Fakat bu arada, bir yerde baba yanlış bir yola sapmış. Hafızasına gidilecek adres kodlandığı için, aletten, “Yanlış yoldasınız, geri dönün! Geri dönün! Geri dönün!..” çağrısı tekrarlanmış. Arabanın arkasında sessiz sessiz oturan küçük adam öylesine öfkeyle fırlayıp kalkmış ki yerinden; alete doğru eğilip, “Buna n’oluyo ki? Buna n’oluyo ki baba? Bana söz verdin, lunaparka götüreceğim, diye. Dinleme baba, söz verdin! Lunaparka götüreceğim, diye söz verdin! Lütfen geri dönmeyelim!” diye ağlamaya başlamış... Ta ki, baba gerçeği anlatıncaya kadar.
* * *
Üsküp’te bir şair arkadaşım var, Nusret Dişo Ülkü. Balkanlar’ın en ünlü çocuk yazarlarından. Yıllarca çocuk dergileri çıkarmış, gazetecilik, yayıncılık, çevirmenlik yapmış; dilimiz Türkçenin de yurtdışındaki önemli temsilcilerinden biri. Benim iyi bir dostum ve meslektaşım. Birkaç kez gittiğim için eski Yugoslavya’yı da, bugünkü Makedonya’yı da iyi bilirim. Hatta, hayranlarımın çok olduğu, her gittiğimde Nusret’le birlikte ziyaret ettiğimiz bir de “Tefeyyüz” adlı ilköğretim okulumuz var burada. Makedonya’da çocuklar, “Elveda Rumeli” dizisinde gördüğünüz gibi Türkçeyi farklı bir aksanda ve bazı sözcükleri bugün de Anadolu’nun bazı yörelerindeki insanlar gibi konuşurlar.
Bu öylesine yazarları bile etkilemiştir ki, kitaplarına bakınca hemen anlarsınız. Belki doğrusu onlarınkidir ama, yine de hepsi çocuklarının Türkiye Türkçesiyle konuşmalarını ister. Bu yüzden de, orada Türkçe yayımlanan çocuk dergilerinin, çocuk eklerinin hepsinde “Dilimiz” adı altında bir sayfa vardır; bu sayfalarda da bir “Doğru-Yanlış” köşesi. Size şimdi “Arkadaş” dergisinin son sayısındaki bu köşeden bir bölüm aktaracağım. Birinci sözcük bizim, ikinci sözcük onların söyleyiş biçimleri: “Sonra-sorna, sarmısak-sarımsak, yalnız-yanlız, Hasan-Asan, tembel-tenbel, mayhoş-mayoş, elma-alma, arkadaş-arkardaş, mürekkep-mürekep, eğer-eger, öğrenci-örenci, çarşı-öarşı, Muhammet-Mamet, kumru-kumri, hemşire-emşire, çocuk-çocuçe, kız-kızçe, oda-soba, sabah-saba, tane-dane, döşek-düşek, öküz-üçüz, horoz-oroz.”