ŞAİR romantizminden çok, hayatın bilgeliğiyle konuşuyor. Yüzyılımızın kavgasına, acısına, değişimine Polonya'da tanıklık edenler, bıçağın keskin tarafında yürüdüler. 1996 Edebiyat Nobel'ini alan Wislawa Szmborska'nın (Türkçe okunuşuyla Visvaava Şimborska) "bilmiyorum"a övgüsünde bu yürüyüşün izleri var.
Krakow'da üç odalı apartman dairesinde akıllı, muzip, son derece kişisel şiirler yazan 73 yaşındaki kısa, beyaz saçlı kadının Nobel'i kabul konuşmasına kulak kabartın:
"Yüksek perdeden birkaç sloganla iktidar mücadelesi veren her tür işkenceci, diktatör, fanatik ve demagog da işlerini severek yapar. Onlar da görevlerini,
yaratıcı bir humma içinde icra ederler. Evet, ama; onlar 'bilirler', ve bildikleri onlara her daim yeterlidir. Başka bir şey keşfetmek istemezler, çünkü bu, argümanlarının gücünü zayıflatabilir. Oysa yeni sorulara götürmeyen bilgi çabucak ölür gider. Hayatını sürdürmesi için gerekli ısıyı koruyamaz. Eski ve modern tarihten iyi bildiğimiz en aşırı durumlarda ise, toplum için ölümcül tehdit oluşturur. Benim şu küçük 'Bilmiyorum' cümlesini bu denli sevmem, bu yüzden. Küçük, ama kendi kudretli kanatlarıyla uçuyor. Hayatlarımızı, çelimsiz dünyamızın asılı olduğu uzay kadar, içimizdeki alanları da kapsayacak şekilde genişletiyor."
* * *
ANKARA ve İstanbul'da on gün geçirip Washington'a döndüm. "Susurluk'tan sonra Türkiye'de artık hiçbir şey aynı olmayacak" diyen yankılı televizyon anonsları, Çankaya'da başkent siyasetinin dumanlı bir kulisinde "Askerler, üç aya kalmaz gelirler" diye kendinden emin konuşan meslektaşım, Beyoğlu'nda 27 milyon lira etiketli bir çift kadın ayakkabısı aklıma takılanlar arasında.
İlk iş, yollara düştüm. Washington'daki değme mağazalarda, 20 - 25 milyona Armani ayakkabılar buldum. Ralph Lauren, Enzo Angiolini gibi Amerikan markalarının İtalya'da yapılmış en yeni çizgideki ayakkabıları ise 17 milyona vurup 5 milyona kadar iniyor. Ucuz, ama dayanıklı Amerikan pabucu satıp "sürümden kazanan" mağazalarda, modadan feragati göze alıp 2 milyona ayağınızı yerden kesebilirsiniz. Washington'da asgari ücretin 40 saatlik iş haftası üzerinden, ayda en az 920 dolar (99 milyon 360 bin lira) olduğunu hatırlamak, ince kıyası gereksiz kılıyor.
* * *
THY uçağında Amerikalı bir emekli generalle birlikteydim. Silah üreticisi bir şirketin yöneticisi. Yakında tank pazarını genişletmek için, Ankara ofisinin başına geçecek. Türk ordusunun kurmay kademesiyle "sıkı" tuttuğu sohbetinden edindiği izlenim şu:
"Türk generalleri, darbe yapmak ya da yönetimden daha fazla sorumlu olmak istemiyorlar. Bir kere, ABD'nin bunda gönlü olmadığını biliyorlar. Genelkurmaydan bir dostum, Türkiye'de siyasilerin ve kamuoyunun her an askeri bir müdahale olabileceği beklentisiyle hareket etmesinin, kendileri için darbeden çok daha tercih edilir bir durum olduğunu söyledi."
* * *
WASHINGTON bürokrasisinin Türkiye'yi ve Türkçe'yi iyi bilen bir üyesi, her sohbetimizde yakınır: "Sizde, hem muhafazakar, hem liberal kesimde demokrat söylemle yazıp, konuşanlar var. Ama bir türlü kalıcı yayın yapmıyorlar."
Türkiye'den ABD'li bürokratı mahçup edecek üç kitap getirdim.
Taha Akyol "Medine'den Lozan'a"sında, Muhammed peygamberin, Yahudiler'e ve putperestlere kendi kurallarına göre yaşamalarının hukuki çerçevesini sağladığı Medine Vesikası'nın günümüz toplumlarında neden uygulanabilir bir sözleşme biçimi olmadığını tartışıyor. Akyol'un savunduğu, üniter hukuk ve devlet düzeni korunurken, aynı zamanda bireyin farklılığına saygıyı sağlayacak şekilde, bireysel (topluluksal değil) etkinlik alanının ve sözleşme özgürlüğünün genişletilmesi.
Etyen Mahçupyan ise, "Bir Demokrat Manifesto'ya Doğru" başlığında birbirini izleyen "İdeolojiler ve Modernite" ve "Osmanlı'dan Postmoderniteye" kitaplarında, Türk - Kürt, laik - İslamcı cepheleşmelerinin tarafı olmayı reddeden demokrat bakışın ideolojik ve güncel zemin etüdünü yapıyor.
İnsan aklının ve inancının gerçeğin bilgisine eksiksiz biçimde ulaşabileceği iddiasından arınıp, demokratlığın mütevazı özüne ulaşmak, Şimborskavari bir bilgelik.
Mahçupyan'ın dediği gibi, "Demokratlık, bugünü yaşarken kendini ötekilerle etkileşim içinde değişime açık tutmaya razı olmak kadar; geleceği bilmemeye ve ona şimdiden el koymamaya da razı olmak anlamını taşıyor."
* * *
DÜNÜN ve yarının gerçeğini kendi fındık kabuğunda tekelleştirip, her şeyi bildiğinden emin ve asla değişmeyeceğinden gururlu yaşayanlarımız azaldığı ölçüde, "Susurluk'tan sonra" anonslarının da bir anlamı olacak.
Mutlu yıllar.