Yıkılan The Wall'dan Geriye Kalanlar

İTÜ Stadyumu, tarihi konserlerden birine ev sahipliği yaptı dün gece. Sahnedeki Roger Waters; yaklaşık 10 ay önce duyurusu yapılan performansını, yıldızların ve orta menzilde seyreden uçakların birbirine karıştığı pırıl pırıl bir İstanbul akşamında ortaya serdi.

2006 yılında da gelmişti Waters bu tarafa. O yılki sahne; 1973 çıkışlı Pink Floyd albümü The Dark Side of the Moon’dan oluşturulmuştu. Dün ise efsane grubun 6 yıl sonrasına odaklanıldı. 1979 tarihli The Wall albümü, bir opera tadında gözümüzün önünden aktı gitti.

Haberin Devamı

Pink Floyd ve onun nev-i şahsına münhasır parçaları benim için çok uzakta kalan bir esintiydi. Siz istediğiniz kadar durumu eşitlemeye çalışın; doğumunuzdan çok önce kaydedilen parçalarla birebir karşılaşma şansınız pek olmuyor. Waters’ın 7 yıl önce Kuruçeşme Arena’da verdiği o konseri kaçırmıştım. Gilmour’un ve Waters’ın ayrı ayrı turnelerde olduğunu ve kişisel tarzlarıyla Pink Floyd’u hala yaşattıklarını biliyordum. Yine de “Şehrimde yeni bir Pink Floyd gecesi olur mu?” sorusuna karşı içimde hep bir umutsuzluk vardı.

İşte dün gece yaşananlar; bu umutsuzluğun göğüs kafesini sıkıştırarak onu nefes darlığından öldürdü. Yıllardır kafamın içinde döndürdüğüm parçaların, odamın en belirgin açısına astığım posterlerin merkezindeki adam; 30 metre önümde, yaklaşık iki saat boyunca tarihi bir sahne performansı ortaya koydu.

Tamam, Roger Waters artık 70 yaşında ve The Wall albümü de çeyrek asırdan daha fazlasını geride bırakmış durumda. Yine de bazı şeyler asla bayatlamıyor. Pink Floyd’un müziği de geçen uzun zamana karşın hala taze. Çünkü toplum mühendisliği hala yaşıyor ve birilerinin Big Brother rolünü üstlendiği hala rahatlıkla görülebiliyor. Savaş mı? Şu yeryüzünde silahların sustuğu tek bir gün var mı ki? İşte tam da bu nedenle İTÜ Stadyumu’nda, yaklaşık 25 bin kişinin tanıklığında; ilk önce kurulup ardından yıkılan The Wall; izleyenini iliklerine kadar şoka sokmayı başardı dün gece.

1945 yılından kalma bir savaş uçağı başınızın üzerinden geçerek sahnede patlıyor, güçlü kolonlar kullanılarak koca stadyumu bir sinema salonuna çeviren sesler dört bir taraftan kulağınıza hücum ediyor, “trust us” yazılı bir domuz etrafınızda dolanıyor ve hemen önünüzde 120 metre uzunluktaki bir duvar sizi 2 saat boyunca alıkoyuyor. Üstelik The Wall’un tüm numarası; bu kadarla sınırlı değil.

Haberin Devamı

Waters’ın sahnesinin anlamı; aslında yalnızca bir sahne performansı olarak nitelenemeyeceği gibi kimilerinin öne sürdüğü biçimde salt bir şov kategorisine de sokulamaz. The Wall; akıp gittiği dakikalar boyunca kendi suyunda seyretmeyi reddederek, izleyenini olumlu anlamda agresifleştiren bir protesto gösterisi.

The Wall ile Roger Waters; aslında bir şeyleri yansıtmaktan çok anlatmak ve önündeki kalabalıkla paylaşmak istiyor. Duvara yansıyan uçaklardan dini figürlerin bomba misali atılması da, aynı yöntemle ekonomik pazarda büyük söz sahibi olan şirketlerin halkın üzerinde patladığının gösterilmesi de Waters’ın protestosunun omurgasını oluşturuyor.

Tüm bunlar çok önemli detaylar ve hatta işin merkezini şekillendiren parçalar. Ama bizim için iş; başka bir boyuta geçti dün gece. In the Fresh ile meseleye hızlı bir giriş yapan Waters, “Acaba bir şekilde lafı Gezi sürecine getirecek mi?” diye düşünenleri çok fazla bekletmedi ve Mother’ın intro’sunda, 120 metrelik duvara 5 kişinin fotoğraflarını yansıttı. Ünlü müzisyen; kimi kelimelerde zorlansa da önündeki prompter’dan akan Türkçe cümleleri büyük bir sabırla tamamladı ve arka planda yer alan Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Mustafa Sarı ve Mehmet Alyvalıtaş’a tek tek selam gönderdi. O anlar; gerçekten bambaşka duygulara geçişlerin yaşandığı saniyeleri içinde barındırdı. Konserin coşkusu, Pink Floyd’un parçalarının gücü, Waters’ın efsaneliği; hepsi tamamdı. O an için tüm bunlar bir arka çekmeceye istiflendi ve “Her yer Taksim, her yer direniş” sloganları; duvarda yansıyan fotoğraflara biraz da nemli gözler eşliğinde bakılarak atıldı.

Haberin Devamı

İTU Stadyumu’ndaki duvarın yıkılışı için The Wall’un her konser ayağında olduğu gibi standart akışı takip ederek Trial parçasını bekleyecektik; ama bizim için o duvar; Mother’ın girişinde yaşananlardan sonra yıkılmıştı aslında. Waters; bu konserin Türkiye’deki yansımasına, ne anlama geldiğine çok iyi hazırlanmış. Bunu daha ilk dakikalarda ufaktan anlayabiliyordunuz. Performansın ortalarına doğru ise sahne ile izleyici kitlesinin kurduğu bağ, bu ön hazırlığı iyiden iyiye ortaya seriyordu.

Her şeyin bittiği, Duvar’ın yerle bir olduğu andan hemen sonra Waters da şu sözlerle malumu ilan edecekti zaten: “Bu konserdeki sıcaklığı hiçbir yerde görmedik.”

Yazının en başında dün gece yaşananları “tarihi” olarak nitelerken aslında doğru vurguyu kullandığımdan emin değildim. Çünkü neredeyse her büyük ölçekli sahne performansının üzerine bu kelimeyle çullanılır ve belki de bu nedenle “tarihi”nin anlamı; sıradanlaşma duvarında erimeye yüz tutar. Ama Waters’ın The Wall’u kendi duvarını kırdığı gibi, sıradanlaşma duvarını da yok edecek güçte.

İşte tam da bu nedenle 4 Ağustos akşamında, Ayazağa mevkiinde sahnelenenler bir şekilde hep hatırlanacak. Ne o soyut duvarın yıkılışı unutulacak, ne de o soyut duvara yansıyan somut fotoğraflar silinecek.

Twitter / @BekirzgrAybar

bekirozguraybar@hotmail.com