Editörün Seçtikleri Kimine hapishane, kimine cennet

Kimine hapishane, kimine cennet

16.03.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Kimine hapishane, kimine cennet

Kimine hapishane, kimine cennet

1962'den beri generallerin yönettiği, yüzde 82'lik seçim sonuçlarının yok sayıldığı, muhalefetin susturulduğu, üniversitelerin kapatıldığı Burma, çoğu Burmalı için dev bir hapishane

Bütün bunları turistlere hissettirmeyen, tarihi güzelliklerini vurgulayan Burma ise turistler için cennet olma adayı...

KARŞIMDA İravadi Nehri akar gibi yapıyordu. Sanki akmıyor, olduğu yerde duruyordu. İravadi Nehri sırrını vermeyen bir aynaya dönüşmüştü. Akıp giden, günün son ışınlarının gözüme oynadığı ışık oyunlarıydı. İravadi Nehri'nin gerisinde Arakan Sıradağları kararmaya başlamıştı bile. Güneş batmak üzereydi. Nehirle benim aramda gökyüzüne uzanan onlarca, yüzlerce tapınak ve pagoda vardı. Ve onlar da kıpırdamıyor, ses vermiyordu. Bin yıldır olduğu gibi... Değişen, yalnızca üzerlerinde taşıdıkları renklerdi. Çöl sarısı, kireç beyazı, toprak rengi ya da gümüş ve altın kaplama kubbeler, kuleler, tümü kızıla büründü. Toprak ve çevredeki ağaçlar ve bulutlar kızıla döndü. Kızıllık, yeri, göğü, her şeyi kapladı. Kızıllık, nehrin aynasında yoğunlaştı. Sessizlik ve duraganlık da öyle... Sanki yaşam durmuştu. Yeryüzü durmuştu. Bundan böyle hiçbir zaman hiçbir şey olmayacaktı.
Bütün bunları ikiyle çarparak görüyor, hissediyor ve yaşıyordum. Biri gerçekti, öteki, nehirdeki yansımaydı.
Sonra... Sonra, derinden gelen bir gong sesiyle düşten uyandım. Gong sesiyle birlikte uçuşan turuncu ve bordo giysileriyle Budist rahipler tapınaklarına, günbatımı fotoğraflarını çekmiş olan turistler araçlarına yöneldiler. Gong sesine, ziller, çanlar, konuşmalar ve koşuşmalar karıştı. Ayna kırıldı. İravadi Nehri yeniden akmaya başladı.
Pagan'da güneş batmıştı. Sanki bir mucizeye tanıklık etmiştim...

Pagan'dayım. Burma'nın orta yerinde. Başkent Yangon'un kuzeyinde, İngiliz sömürgeciliğinin gözbebeği Mandalay'ın güneyinde, bir zamanlar görkemli Pagan Krallığı'nın merkezi olan, bugün ise, geçmişin görkeminden başka hiçbir şeyi olmayan Pagan'da...
(Daha yazının başında Hakkı Devrim'in kaşlarını çatıp, "Doğru Türkçede oraya Burma değil, Birmanya denir" diye çıkıştığını duyar gibi oluyorum. Bir zamanlar doğruydu belki ama artık ülkenin adı ne Burma ne de Birmanya. 1989'da iktidardaki generaller, ülke ve kent adlarını değiştirdiler. Burma ya da Birmanya, Miyanmar; başkent Rangun, Yangon oldu. Ben bu dizi boyunca en yaygın olan "Burma"yı kullanacağım.)
Bangkok'tan bir saati aşkın bir uçuştan sonra ulaşılıyor başkent Yangon'a. Uçak inmeden önce, elimde Burma'ya ilişkin ne kadar yazılı güncel belge varsa, hepsini yırtıp yok ediyorum. Çünkü Internet'ten sağladığım tüm belgeler Burma'daki işkenceyi, düşünce tutuklularını, amansız sansürü anlatıyordu.
Ülkenin bugününü kavramak için dününü bilmek gerek.
1824'ten başlayarak, 1947'ye dek İngiliz sömürgesi Burma, dünyanın en çok pirinç, şekerkamışı ve tik ağacı ihraç eden ülkesiydi. Kıymetli madenleri, petrolü, değerli taş (özellikle zümrüt ve yakut) yatakları boldu. Nüfusu birçok etnik gruptan ve İngilizlerin buraya yığdığı Hintlilerden ve Çinlilerden oluşuyordu. (Hintlileri, işçi olarak Çinlileri de ticaretle uğraşsınlar diye getirmişlerdi.) Burma'da, "birlik" kavramı, tarihleri boyunca bir kez yaşama geçirildi: İngilizlere karşı direnişte... 1948'de bağımsızlık... Ve birlik dağıldı. Ve iç çekişmeler, sağ - sol kavgaları... 1962'de komünist generaller yönetime el koydu. Ülkedeki her şey devletleştirildi. Çinliler, Hintliler ülkeden kovuldu, azınlıklar dağlara sürüldü. Kapılar kapandı. Dış dünyayla ilişkiler kesildi...
Bir zamanlar Uzak Asya'nın en varlıklı ülkesi olan Burma, yirmi yıl içinde Asya'nın en yoksulu oldu.
Yangon - Bagan - Mandalay - Heho ve özellikle kırsal bölgelerde geçmişin görkeminin bile silemediği günümüzün yoksulluğuna tanıklık edecektim...

Uçakta bilgilerimi tazeliyordum:
General Ne Win'in "Sosyalizme, Burma Yolu" programı, ülkeyi iflasa ve neden sonra (ancak 1988'de) Burma halkını isyana götürdü. Sokak gösterileri, protestolar, askerlerle demokrasi yanlılarının çatışmaları General Ne Win'i istifaya zorladı. Kargaşa ve ölümler devam etti. Askerler bir yıl sonra yine yönetime el koydu.
Ülkede serbest, çok partili ilk seçim ancak 1990'da gerçekleşti. Muhalefet, "Demokrasi İçin Ulusal Birlik" adlı bir koalisyon partisiyle seçime girdi. Ve karizmatik başkanları, Nobel Barış Ödülü sahibi Aung San Suu Kyi'nin önderliğinde, oyların yüzde 82'sini kazandı.
İktidardaki generallerin partisi (eski adı Burma Sosyalist Program Partisi. Yeni adı Ulusal Birlik Partisi) seçim sonuçlarını görünce, "Yok öyle şey" dedi. "Biz şimdi yeni anayasa hazırlıyoruz. Anayasa tamamlanınca, iktidarı devrederiz..."
O gün bugün, yani sekiz yıldır, anayasa çalışmalarını bitiremedikleri için, generaller iktidarda oturuyor. İtiraz edecek olanı içeri atıyorlar.
Ama bu arada sosyalist programdan vazgeçtiklerini açıkladılar, 91'den beri kapıları açtılar, hızlı bir özelleştirme gerçekleştirdiler, yeniden ihracata başladılar, turizm seferberliğine giriştiler.
Yangon'a indiğim an karşılaştığım gümrük ve polis formaliteleri, bürokratik işlemler, beklediğimden çok daha hafifti. Burma kendini turistlere göre ayar etmişti.
Kendi kendime, "Kimsenin başını derde sokmayayım, politik soruları usturuplu sorayım" derken, karşılaştığım ilk Burmalı - rehberim - açtı ağzını yumdu gözünü:
"Burma hapishanesine hoşgeldiniz. Burası bir ülke değil, 45 milyonluk dev bir hapishanedir. Ama hükümet, bizim hapishaneyi, turistler için cennete çevirmeye karar verdi bir kere..." diye başlayıp bir çırpıda son 30 yılı anlatıverdi.
Dehşete kapıldığımı görünce, beni teselli etme gereğini bile duydu:
"Sakın yanlış anlama: Hapishane de olsa, o karanlık dönemden sonra turist gelsin, dünyayla ilişkimiz yeniden kesilmesin istiyoruz. Hem de onlar sayesinde gelirimiz artıyor."
Öğrenci olaylarından korktukları için üniversiteler iki yıldır kapalıydı. Muhalif liderlerin tümü tutukluydu. Aung San Suu Kyi'nin ev gözetimi cezası sona ermişti ama evinden çıkması için özel izin gerekiyordu. Göstermelik Amerikan ambargosu çoktan delinmişti. Büyük otellerde, Fransız, İngiliz, Amerikalı işadamları fink atıyordu.
Yanılmıyorsam, yine işkenceyi anlatıyordu ki, "Korkmuyor musun böyle konuşmaktan? Başına bir şey gelmesinden?" diye sordum.
"Turistlere her şeyi anlatırım, onlardan zarar gelmez. Ama, mesela gazeteci olsan, ağzımı açmam" dedi. Ve önce hangi tapınağı görmek istediğimi sordu.
"Tapınağa değil, önce Aung San Suu Kyi'nin evine gidiyoruz" dedim.

Yarın: Ruhların egemenliği


Yazarlar