Editörün Seçtikleri Tarihi buluşma

Tarihi buluşma

30.11.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Tarihi buluşma

Tarihi buluşma

       İKİ gündür Dharamsala'dayım. Çevreye alışmaya çalışıyorum. Dalai Lama ile ilgili bilgiler topluyor, bürokratlarıyla görüşüyorum. Her şey 19 Kasım Perşembe saat 13.00'te yapacağım görüşmeye endeksli. Görüşmenin altyapısını oluşturmaya çalışıyorum.
       Görüşmeden bir saat kadar önce Dalai Lama'nın ofisindeyim. Bitişikteki manastırın avlusunda vişne sarili rahip adayları belli ki havalanmaya çıkmışlar, birbirleriyle şakalaşıp judo yapıyorlar.
       Ben ise sıkı bir güvenlikten geçip bekleme salonuna alınıyorum. Dalai Lama genellikle randevularını öğleden sonra verirmiş. Benimki, o günün ilk randevusu. Salonda, genel sekreteri ve yardımcısıyla birlikte onun nereye benim nereye oturacağımıza karar veriyoruz. Ben Dalai Lama'nın, üzerinde Buda heykelinin yükseldiği mihrabın önüne oturmasını öneriyorum, kabul ediliyor. Olay kişiyi doğasıyla birlikte görüntülemek kaygısındayım.
       "Nasıl biri bu Dalai Lama acaba? Konuşma nasıl geçecek?" diye düşünüp, biraz da heyecanlanırken, birden ortalık karışıyor. Sekreterler, genel sekreterler telaşla koşuşturuyor ve kapıda vişne sarisinin eteğini savurarak biraz da profesyonel ve kendinden emin adımlarla o, odaya giriyor, elimi sıkıyor ve kendisi için ayırdığımız yere oturuyor.
       "Hangi sorudan başlasam." Önce ortamı yoklayıcı bir ısınma sorusu seçmeliyim:
       Dalai Lama Hazretleri, beni kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Siz ABD'den dönerken, ben de sizinle görüşmek üzere Türkiye'den Dharamsala'ya yola çıktım. Başkan Clinton'la görüştünüz. ABD'nin Tibet konusuna yaklaşımı nedir? Sizin ve Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki temaslara nasıl katkısı olacak?
       - Görüşmenin çok iyi geçtiğine inanıyorum. Bu benim Clinton'la belki dördüncü görüşmem. Birbirimizi çok iyi tanıyoruz. Çok eski iki dost gibi görüştük. Aynı zamanda eşi Hillary ile de iyi görüşüyoruz. Bana dostça ve samimi bir ilgi gösterdi. Çin ile yaptığımız görüşmelere ilgi gösteriyor. Ben de bu konuya gösterdiği yakın ilgiden çok memnun oldum. ABD, Çin hükümetini ikna etmeye çalışıyor."
       Diğer ülkeler bu konuda nasıl hareket ediyorlar? Sizin Tibet politikanızı yürekten destekliyorlar mı?
       - Evet, tabii ki. En azından ben öyle zannediyorum. Bu konuda birçok ülke, birçok parlamento bize yardım ediyorlar. Halk ve medya da bizi destekliyor. Halkın ilgisinden de görüldüğü gibi ABD'nin ve Avrupa ülkelerinin parlamentoları da bu konuya saygıyla yaklaşıyor. Sonra bu ülkeler Tibet konusunun artık Çin'in imajı için de zarar verici olmaya başladığını görüyorlar. Çin Halk Cumhuriyeti, sadece çok eski kültürü ve tarihi olan bir millet değil, aynı zamanda çok önemli ve büyük bir millet. O nedenle bu konudaki destekte çok daha büyük bir sorumluluk saklı. Bu anlamda gündemdeki Tibet konusu çok akıllıca ele alınmalı.

Dalai Lama son derece ciddi ve kararlı, aynı zamanda diplomatik ve ölçülü yanıtlarını sıralıyor. Konuşmaları net, çok iyi İngilizce konuşuyor. Kollarıyla ve mimikleriyle konuşmasını süslüyor. Sağ omuzu vişne sarisinden dışarı çıkarken, sol omuzu ve kolu el parmaklarına kadar kapalı. Ayağında kalitesinden şüphe etmediğim bordo çoraplar ve yine iyi kalite bir kahverengi botu var. İlk bakışta kendisini iyice inceledikten sonra, konuşmayı biraz daha sıcaklaştırmak için bir başka soru soruyorum. Soruma başlarken hitap şeklim yine "Dalai Lama Hazretleri" (Your Holiness the Dalai Lama) oluyor. Çünkü onu herkes böyle çağırıyor.
       Birçok yerde bağımsızlık mücadeleleri silahla yapılıyor. Siz ise barışçı hareketleri ve barışçı söylemleri tercih ediyorsunuz, sıradan insanlarla, öğrencilerle, Hollywood yıldızlarıyla konuşuyorsunuz. Bunun belli bir stratejik anlamı var mı?
       - Bu konuda iki şey söyleyeceğimi zannediyorum. Birincisi, insan ilişkilerinde sakinlik çok önemlidir. Şiddetle insan doğasına yaklaşamazsınız. İnsan doğasına göre insanlara yaklaşmanın metodu, insanlığı çözümlemek, barışçı bir yolla yaklaşmak önemlidir. İnsanlara yaklaşmak ve davanızı anlatmak için, uyum içinde, barış içinde ve dostça davranmak çok önemli. Bizim mücadelemiz halk bağlantılı ve kesinlikle şiddetten uzak olacaktır. İnsani yaklaşımlarımızın sonucu olarak her geçen gün daha çok Çinlinin de bize samimi bir sempati gösterdiklerini ve bizi desteklediklerini görüyoruz. Eğer şiddete başvursaydık, bunların hiçbiri olmazdı. Arkamızda bizi destekleyen bu kadar güç olmazdı. İnsanlar, Tibet konusunun, barışçıl ve şiddete dayanmayan bir dava olduğunu artık biliyorlar. Şiddete dayanmayan mücadele ise zaman alıyor, ama çok da iyi sonuç getiriyor.
       Dalai Lama yanıtlarını Budizm üzerine kuruyor. Budizmin temelindeki barış kavramını politik arenaya taşıyor. Konuştukça konuşuyor, ben sordukça yüzü gülüyor. Biraz sonra ortalığı kahkahalara boğacak...
       Yarın: Dalai Lama bağımsızlık istemiyor?

"DALAI Lama Hazretleri'nin programı çok dolu. Ancak, Ocak ya da Şubat'ta sizi kabul edebilecek" türünden bir yanıt geldi önceleri. "Ama" diyorum, "benim Tibet dizim, Eylül'de yayımlandı, bir yanı eksik, Lama Hazretleri'yle hemen konuşmalıyım".
       Sanki her hafta yaptığım röportajlar için randevu talep eder gibi bir halim var. "Kendine gel ve bekle" diyorum. "Randevu almak istediğin kişi Nobel Barış Ödülü sahibi, dünyaca ünlü bir lider, Budistlerin görmek için bir yıl beklediği bir ruhani. Sen sus, otur ve bekle" demeye kalmadan birden bir gün bakıyorum, "Dalai Lama Hazretleri sizi 19 Kasım'da Dharamsala'da bekliyor!" türünden bir yanıt. İşte o an işin ciddiyetini anlıyorum.
       Dharamsala Hindistan'da, bunu biliyorum. Dalai Lama da zaten 39 yıldır buralarda yaşıyor. İstanbul'dan bir uçağa atlasan, Hindistan'dasın. Bu kolay da, "Ya Dharamsala'ya nasıl gidilir?". Bunları düşünürken, bir de ne göreyim, "Dalai Lama ABD'de, Başkan Clinton'la görüşecek" gibi haberler gelmiyor mu? "Eyvah" diyorum, "Ben Hindistan yollarında, Dalai Lama Amerika yollarında biz nasıl görüşeceğiz?". 13 Kasım akşamı Delhi'ye uçuyorum. Sonradan öğreneceğim ki, Dalai Lama Hindistan'a 15 Kasım'da dönmüş.
       Tek başımayım. Hindistan'dayım ve yanımda kimse yok. Yola çıkmadan önce, araştırıyorum, sürekli telefon başındayım. Bana dedikleri şu. "Dharamsala'ya gitmek mi istiyorsun? İki yol var. Birincisi Delhi'den tren ya da günde bir seferi olan uçakla Keşmir bölgesindeki Jammu kentine gidecek, oradan 5.5 saat arabayla Dharamsala'ya gideceksin". Bir yutkunuyorum. "Ya da" diyorlar, "Delhi'den 6.5 saatlik bir tren yolculuğuyla Pencap eyaletindeki Amritsar kentine gidip, orada yine 5.5 saatlik bir araba yolculuğuyla Dharamsala'ya varacaksın". Al birini vur öbürüne. Her iki kent de Hindistan ile Pakistan arasındaki savaş bölgesinde. Keşmir de Pencap da sıcak bölgeler. Ama başka yol yok. Gideceğim.

Sabah 5.30'da yollardayım, Amritsar'a giden trenim 6.30'da kalkıyor. Kompartmanı kuzeye, Himalaya eteklerine doğru giden ve çoğu Sih olan Hintliler dolduruyor. Yol boyunca, kah uyuyorum, kah okuyorum, kah pencereden dışarı seyrediyorum.
       Öğle saatlerinde Amritsar'dayım. Kentte bir dakika durmak gibi lüksüm yok, çünkü önümde 5.5 saatlik bir karayolu var. Üstelik hava erken kararıyor ve ben Hindistanda yolların nasıl olduğunu bilmiyorum.
       Jeepin şöförü başında türbanı olan 60 yaşlarında bir Sih. Adını hiç öğrenmedim. Tek bildiğim beni Dharamsala'ya, Himalayalar'ın eteklerine taşıyacağı ve orada olduğum sürece benim emrimde bulunacağı. Canımı, kendimi bir Sih şoföre teslim edip yola çıkıyorum. Yolda adım başı check - pointler, askerler var. Camı açıyorum, sıcakla birlikte kuş cıvıltıları giriyor. "Ya Dalai Lama dönmemişse, ya bir aksilik olursa?"

       "Ben neredeyim?" Cep telefonum da çalışmıyor, çünkü Hindistan'ın sistemi farklı. "Ben nereye gidiyorum?" Ovalar bitiyor, sonra dağlar başlıyor. Himalayalar'a tırmanıyoruz. Asfalt diye bir şey yok. Onun için demek bana Jeep verdiler. Karşıdan bir taşıt geldi mi, şimdi bayıra düştük diyorum. Nehirler kesiyor yolumuzu yer yer. Yollarda maymunlar, özgürce dolaşıyor. İnekler yerlerini Himayalar'a tırmandıkça maymunlara bırakıyor. Karanlık çöktü. Şoförümle konuşamıyorum, çünkü İngilizce bilmiyor. Bir köye giriyoruz. Bana yarım İngilizcesiyle, "buradası Dharamsala'nın merkezi" diyor. Seviniyorum yol bitti diye ama hayır, daha bitmemiş. Daha yarım saat boyunca dağ ormanlarının içinde tırmandıkça tırmanıyoruz. Etrafta bir ışık bile yok. Benim de sabretmekten başka yapacağım bir şey yok. Akşamın 7'sinde otele varıyorum. Sanki benden başka kimse kalmıyor. Ben bu yola çıktıktan sonra artık başka yolu yok, Dalai Lama ile konuşacağım...



Yazarlar