Siyaset Kürtçe TV isabetli olmaz

Kürtçe TV isabetli olmaz

26.12.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Kürtçe TV isabetli olmaz

Kürtçe TV isabetli olmaz


Cumhurbaşkanı Demirel'in Milliyet'e demeci: Türkçe dışında bir dilde eğitim, TV ve radyo yayını yapılması isabetli olmaz. Bu hakkın bir 'grup hakkı' olarak kabulü, kabileciliği teşvik eder ve ayrılıkçı şiddet ile teröre yol açar


       Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Türkçe dışında bir dilde radyo - TV yayını yapılamayacağını söyledi. Demirel, "Cumhurbaşkanlığı'nda görev süresini üç yıl uzatma" formülünü reddederken, "beş yıl için ikinci kez seçilmeye itirazı olmayacağını" açıkladı.

       Cumhurbaşkanı'nın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
       Soru:
       Türkiye'nin bir aday ülke olarak AB ile tam üyelik müzakerelerine başlayabilmesi için Kopenhag kriterlerinden siyasi nitelikte olanları yerine getirmesi zorunlu... Bu kriterler, düşünce ve ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasını gerektiriyor. Bu durumda, Türkiye'nin TCK ile Terörle Mücadele Kanunu'nda kapsamlı değişiklikler yapması icap ediyor. Hükümet bu alanda gerekli adımları atmak için ortak siyasi iradeyi oluşturabilecek ve değişiklikler TBMM'den geçirilebilecek mi?

       Cumhurbaşkanı:
       Siyasi kriterler, bilindiği gibi, ilgili ülkede, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, insan haklarına ve azınlık haklarına saygıyı teminat altına alan istikrarlı kurumların varlığını öngörüyor. Türkiye, AB makamlarına bu kriterlere uyacağını resmen duyurmuş, bu yoldaki iradesini ortaya koymuştur. Evet, Türkiye'nin bu alanda eksiklikleri vardır. Ancak, bunların giderilmesi için gerekli adımlar atılacaktır. Türkiye'nin bu alanda herhangi bir zorlamayla karşılaşması söz konusu değildir. Kriterlere uyum konusundaki öncelikler Türkiye tarafından AB yetkili organlarıyla görüşmeler yapılarak tespit edilecektir. Aday ülkede istikrarın korunması temel ilkedir. Yoksa reformlar yapılamaz. Türkiye de bu çerçevede Kopenhag kriterlerine uyum konusunda gerekli önlemleri alacaktır.

       Soru:
       Bu ifadeleriniz, Türkiye'nin kriterlere uyum amacıyla TCK'da ve Terörle Mücadele Kanunu'nda gerekli düzenlemeleri yapacağı anlamına mı geliyor?

       Cumhurbaşkanı:
       Tabii ki öyle... AB üyesi ülkelerin mevzuatında da terörle mücadeleyle ilgili düzenlemeler mevcut olduğunu unutmamak lazım. Yargıtay Başsavcımız örneğin İngiltere ve Almanya'nın terörle mücadele mevzuatlarının esas alınabileceği yolunda bir öneride bulunmuştur. Yani, bu konu çözülemeyecek bir mesele değildir. Burada altı çizilmesi gereken bir nokta var. Bu da, AB'nin, ne Kopenhag, ne de Maastricht kriterlerini Türkiye için koymadığıdır. Bunlar AB'nin kendisi için koyduğu kriterlerdir. Türkiye AB'ye tam üyelik istiyorsa bunlara riayet edecektir.

       Soru:
       Kopenhag kriterleri azınlık hukukunu da içeriyor ve Kürt realitesinin tanınmasını ve bu soruna bir çözüm getirilmesini önkoşul olarak Türkiye'nin önüne koyuyor. Bu durum, Olağanüstü Hal'in kaldırılması, anadilde TV yayını ve eğitim, kültürel hakların genişletilmesi sorunlarını gündeme getiriyor. Bu konulardaki görüşleriniz nedir?

       Cumhurbaşkanı:
       Kabul etmek gerek ki, Türkiye, etnik milliyetçiliğin ne gibi acılara yol açtığını, ayrımcılık duvarları yaratarak insanları "biz" ve "onlar" diye ikiye böldüğünü tarihi tecrübeleriyle en iyi bilen ülkeler arasındadır. Balkanlar'da yaşanan facia da bunun bir başka örneğidir. Farklı olma hakkı kuşkusuz vardır. Ancak bu hak bireysel bir hak olarak, demokrasi ve eşit vatandaşlık ilkesi çerçevesinde sağlanabilir ve bu şekliyle iç ve dış barışa da katkıda bulunan bir nitelik kazanır. Ayrıca, bireysel hak ve özgürlüklerin dışında, bu ilkeye halel getirecek grup hakları tanınması hususunda uluslararası alanda bir mutabakat da mevcut değildir. Öte yandan azınlık tabiri üzerinde de durmak gerekli. Hemen belirteyim ki, uluslararası hukukta açık biçimde ulusal veya etnik azınlık tarifi yoktur. Bilindiği gibi, Avrupa Güvenliği ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) çerçevesinde etnik ve dilsel farkların otomatik "azınlık" tanımlamasına yol açmayacağı anlayışı benimsenmiştir. Kısa süre önce İstanbul'da düzenlenen AGİT zirvesinde Avrupa güvenliği için İstanbul Şartı kabul edildi. Bu belgede de azınlıklara mensup kişilerin haklarının grup hakları değil, bireysel haklar olduğu tekrar teyit edildi. Dahası, Avrupa Konseyi sözleşmelerinde de azınlık hakkının bireysel bir hak olduğu, kollektif hak veya grup hakkı sayılamayacağı, bu hakkın ülkelerin toprak bütünlüğüne ve ulusal mevzuatına karşı kullanılamayacağı kayıtlıdır. Sonuç olarak, Türkiye üniter bir devlettir ve öyle de kalacaktır. Ancak, Türkiye Avrupa hukuk sisteminin de bir parçasıdır. Bu nedenle Türkiye, üniter olmaktan vazgeçmeden Avrupa hukuk sisteminin gereklerini yerine getirmek için bireysel haklar kapsamında mevcut bütün eksiklerini giderecektir. Bu bağlamda, Kürt kökenli vatandaşlarımızın günlük yaşamlarında kendi dillerini kullandıkları ve bu dilde yayın faaliyetlerinde bulundukları belirtilmelidir. Kürtçe yazılı basın - yayın faaliyetleri hayli kapsamlıdır. Kürtçe kaset müzik yayınına da yer veren çok adette radyo istasyonu vardır.

       Soru:
       Bu söylediklerinizden Kürtlerin anadillerinden TV ve radyo yayınında bulunmalarını kısıtlayan düzenlemelerin devam edeceği anlaşılıyor. Bu doğru mu?

       Cumhurbaşkanı:
       Türkiye'de resmi dilin dışında bir anadil kavramı yoktur... Resmi dil birliğini muhafaza etmek üniter devlet olmanın temel şartlarından biridir. Bu nedenle, Türkçe dışında bir dilde eğitim, TV ve radyo yayını yapılması isabetli olmaz. Tekrar ediyorum, demokratik hakların hepsine varız... Ancak, bunlar Türkiye'yi destabilize edecek nitelikte olmamalı. Bu, beni biraz önce belirttiğim hususlara daha da açıklık getirmeye zorluyor. Demokrasilerde farklı olma hakkı bir grup hakkı değildir. Bu hak ancak evrensel mahiyetteki bireysel haklar kapsamında geçerlidir. Bu hakkın bir grup hakkı olarak kabulü, kabileciliği teşvik eder ve ayrılıkçı şiddet ile teröre yol açar.

       Soru:
       Sayın Ecevit, Türkiye'nin AB'ye tam üyelik hedefini en geç 2004 yılı olarak açıkladı. Bu hedefin gerçekleşmesi biraz önce üstünde durduğum sorunların kısa sürede hallini ve Türkiye'nin AB müktesabatına uyumu gerçekleştirmesini gerektiriyor. Bunun için de son derece uyumlu, kararlı ve süratli çalışan bir hükümete ihtiyacı var Türkiye'nin. Ayrıca, hükümetin, neleri, ne şekilde ve ne zaman yapacağı hususunda kapsamlı bir planı olması ve bunu adeta bir hükümet programı olarak kabul etmesi ve gerçekleştirmesi gerekiyor. Oysa, koalisyon ortaklarının AB'ye üyeliğin temel önkoşullarını yerine getirmekte anlaşamadıkları yaptıkları beyanlarla sabit. Böyle olunca tam üyelik şöyle dursun, bu amaçla müzakerelere başlanabilmesi dahi hayal olmuyor mu?

       Cumhurbaşkanı:
       Türkiye'nin amacı, AB'nin standartlarını en kısa zamanda yakalamaktır. Sadece Kopenhag kriterlerine değil, Maastricht şablonuna da uyum sağlamak için Türkiye'nin hummalı bir çalışma içine girmesi gerekiyor. Bu, esasen Türkiye'nin daha ileri gitmek, daha zenginleşmek, refah ve mutluluğa daha çabuk ulaşmak için kendi kendisine koyduğu bir hedeftir. Bu açıdan ne zaman üye olabileceğimizi belirlemek kendi elimizde... Şimdi Türkiye'nin üstünde durması gereken husus, uyum çalışmaları çerçevesinde tarafımızdan atılacak adımların bir takvime bağlanması, gerekli teşkilatlanmayı yapmak ve süratle hazırlık çalışmalarına başlamaktır. Evet, Türkiye'nin üyelik müzakerelerine ne zaman başlayacağı ve ne zaman üye olacağı kendi elindedir. Hükümet bu konuda gereken kararlılığa sahiptir. Bu bakımdan endişeye mahal bir durum görmüyorum.

       Soru:
       Yani, Türkiye'nin 2004 yılında AB'ye girebileceği görüşünde misiniz?

       Cumhurbaşkanı:
       Benim dediğim, adaylığımızın Türk kamuoyu tarafından heyecan ve coşkuyla karşılandığı, TBMM'de yapılan genel görüşmelerin de bu konuda ulusal bir mutabakatın mevcudiyetini gösterdiğidir. Bu ulusal mutabakat ulusal bir seferberliğe dönüştürülebilirse Türkiye fazla beklemeden tam üyelik kapısını zorlayabilir.

       Soru:
       Kıbrıs'ta çözüm olmamasına rağmen, AB, Güney Kıbrıs'ı tam üyeliğe kabul ederse Türkiye'nin tutumu ne olur?

       Cumhurbaşkanı:
       Helsinki'de alınan kararda, Kıbrıs sorunu çözümlenirse AB'ye üyeliği daha kolay gerçekleşir deniyor. Çözüm olmadığı takdirde de Kıbrıs'ın üyeliğine ilişkin kararın tüm unsurların birlikte değerlendirilerek verileceği belirtiliyor. Ben, daha Kıbrıs Rum yönetimi ile müzakerelere başlama kararı alınmadan önce ilgili devlet temsilcilerine her fırsatta bu yoldaki tutumlarının yanlışlığını anlatmaya çalıştım. Nitekim, Fransa, Almanya, İtalya ve Hollanda ortaklaşa bir tavır koyarak Kıbrıs sorunu çözülmeden Kıbrıs Rumlarının AB'ye üye olamayacağını açıkladılar. Şimdi bizim davamızı partönerlerimize iyi anlatmamız lazım. İnanıyorum ki, önümüzdeki zaman içerisinde biz bir güven ortamı yaratarak sorunlarımızın daha iyi anlaşılmasını sağlayacağız. Sorunuzu net bir şekilde cevaplandıramıyorum. Çünkü, bu konuda bugünden tahmin edilemeyen pek çok gelişmeler olabilir.

       Soru:
       Başkan Clinton'ın, "Türkiye 21. asra şekil verecek bir ülkedir" sözünü nasıl yorumluyorsunuz? Bu ifadenin arkasında nasıl bir jeo - stratejik değerlendirme yatıyor? Amerika'nın gözünde Türkiye'nin böylesine önemli bir konum kazanmasının temel nedeni nedir?

       Cumhurbaşkanı:
       Ben bu konuyu Başkan Clinton'la çok konuştum. Avrupalılar, Sovyet İmparatorluğu'nun dağılmasından sonra ortaya çıkan durumu, Avrasya'nın uğradığı büyük değişimi ve önümüzdeki yıllardaki gelişmeleri iyi değerlendiremiyorlar. Oysa, Amerika, jeo - ekonomik ve jeo - stratejik açıdan Avrasya gerçeğini isabetli bir tahlile tabi tutabiliyor ve bundan gerekli sonuçları çıkarabiliyor. Bu bağlamda, Amerika, Türkiye'nin Balkanlar'da, Orta Asya'da Kafkaslar'da ve Ortadoğu'daki önemini takdir ediyor. Türkiye'nin geniş coğrafyası ve merkezi konumuyla bütün bu bölgeler arasında stratejik bağı oluşturduğu gözünden kaçmıyor. Bu niteliği, benimsediği değerler ve gücü dolayısıyla Türkiye'nin bütün bu bölgelerin barış, istikrar ve güvenliğine katkıda bulunabileceğini görüyor... Hemen belirteyim ki Türkiye'den başka hiçbir devlet de bu rolü üstlenemez... Clinton Türkiye'ye böyle bakıyor...

       Soru:
       Tekrar Cumhurbaşkanı seçilmeniz konusunda çeşitli spekülasyonlar yapılıyor. Bu konudaki görüşlerinizi açıklayabilir misiniz?

       Cumhurbaşkanı:
       Aslında Cumhurbaşkanlığı'na devam etmem fikri benden gelmiyor. Bu benim dışımda bir olay. Ben anayasal bir Cumhurbaşkanıyım. Meşruiyetçiyim. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na göre TBMM tarafından seçilmişim. 6.5 yıldır görevimi yaptım. 16 Mayıs tarihine kadar da hiçbir şeyi aksatmadan eksiksiz yapacağım. Son günlerde çeşitli istikametlerden eleştiri alıyorum. Bu eleştiriler şu noktada odaklaşıyor. Ben görevim sırasında kararlarımı hür ve serbest olarak verebilecek miyim? Yoksa, seçilmek için birtakım tavizlerin içine girecek miyim? Hayır, ben 16 Mayıs'a kadar hiçbir konuda, hiçbir taviz vermem. Görevimi bildiğim gibi, anladığım gibi yaparım. Benim durumum ne kampanya, ne de kulis yapmaya müsait. Öyleyse ne olacak? Benim hizmetime ihtiyaçları varsa, Cumhurbaşkanlığı fikrini ortaya atanlar zamanı gelince ortaya çıkarlar... Ben, hiç kimseden bir şey talep etmedim. Şimdi de etmiyorum. Benim önem verdiğim husus, Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçilmesidir. Esasında, bu eninde sonunda olacak. Bu yola gidilirse Cumhurbaşkanı bir istikrar unsuru olur. Buna da Türkiye'nin ihtiyacı var. Anayasa'nın değiştirilip Cumhurbaşkanı'nın iki kez beşer yıllık dönem için parlamento tarafından seçilmesi de bir yöntemdir. Bu durumda, parlamentonun takdiri böyleyse, bir beş yıl için seçilmeye bir itirazım olmaz. Ancak, Cumhurbaşkanlığı süresi üç yıl için uzatılırsa, bunun bana buradaki görevi gereğince yapabilecek şekilde güç vereceğini sanmıyorum. Ben bu kanaatteyim.

       Soru:
       21. asırda Türkiye'nin vizyonu ne olmalıdır. Bugünkü siyasi yapılanmayla Türkiye bu vizyonun öngördüğü hedeflere ulaşabilir mi?

       Cumhurbaşkanı:
       Türkiye'nin vizyonu istikrar içinde kalkınma olmalıdır. Türkiye tepeden tırnağa kendini reforma tabi tutmalıdır. Yöneten demokrasi gerçekleştirilmelidir. Devlet daha iyi işler, ülke daha iyi yönetilirse, Türkiye Avrasya'da önde gelen bir ekonomik ve siyasi güç odağı olma imkanını elde eder. Bu durumda, Türkiye, hem İslam dünyası, hem de Türklük alemi için bir cazibe odağı ve örnek alınacak bir model olur.

Dereyi görmeden paçayı sıvamam

       Serpil Çevikcan Ankara

       Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, "Darbeler olmasa Avrupa Birliği'ne (AB) üye olurduk" dedi. Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda "Dereyi görmeden paçayı sıvamam" diyen Demirel, dün düzenlediği yıllık basın toplantısında güncel konulara ilişkin görüşlerini aktardı, mesajlar verdi.
       Üç saat süren basın toplantısında, "Herkes şahittir ki görevimi tarafsızlık içinde yaptım" diyen Cumhurbaşkanı Demirel, hakkında yapılan tartışmalara Türkiye'deki parçalı siyaseti gerekçe gösterdi ve "Hangi çeşit icraat yapsanız bir tarafından siyaset çıkıyor" yanıtını verdi.

Ben de insanım

       Bu ülkede, kendisinin soyadını taşısın taşımasın bütün vatandaşların yaşama hakkı olduğunu ifade eden Demirel, kendisi Cumhurbaşkanı oldu diye, yakınlarının bu yaşama hakkından vazgeçmelerinin söz konusu olmayacağını kaydetti. Demirel, şöyle dedi:
       "Ama siyaset bu. Adam sizi rahatsız etmek için, incitmek için elinden gelen fırsatı kullanır. Birtakım lafları söyler. Ne yazdılar, ne çizdiler bilmiyorum. Ben bunlara çok alışığım. Beni rahatsız eden bir durum yoktur. Çünkü herkes anasından ayrı doğdu. Ben de ayrı doğdum. Ben zaten burada devlet işiyle kafi derecede meşgulüm. Başka hiçbir işle de meşgul olmadım. Hiç kimsenin ne yaptığını bilmem, yakınlarım olarak söylüyorum. Başarılı olsalar, düzgün olsalar memnun olurum gayet tabii ki. Sıkıntıya düşerlerse, başarısız olurlarsa -kendi kusurlarından dolayı veya değil- ondan dolayı da üzülürüm, ben insanım.''
       "Bugüne kadar sevindiği ve üzüldüğü üç şey" sorusu sorulduğunda duygulanan Demirel, "Akşam pırıl olan Anadolu'ya, temiz önlüklü çocuklara, suya kavuşan çatlamış topraklara sevinirim. Biz Cumhuriyet'in erleriyiz" yanıtını verdi. Cumhurbaşkanı, yeni binyıl için üç dileğini de şöyle sıraladı: Barış, refah, dayanışma.