Arkeoloji 'Troya Anadolu’dur'

'Troya Anadolu’dur'

23.10.2023 - 02:00 | Son Güncellenme:

Troya Müzesi Müdürü Rıdvan Gölcük, müzenin çağdaş sanatla, coğrafya ve çevredeki köy halkıyla kurduğu, ezberlerin ötesine geçen ilişkiyi anlattı: “Bu efsane, bu kentin öyküsü, hiç bu topraklar tarafından anlatılmamış.”

Troya Anadolu’dur

Ceyda Ulukaya |Ceyda.ulukaya@milliyet.com.tr- Tam beş yıl önce Çanakkale’nin Tevfikiye Köyü’nde, Troya Antik Kenti’nin yanı başında kuruldu Troya Müzesi. Paslı çelikten dış cephesi ve kübik formu, eski bir hikayeyi yeni bir dille anlatacağının habercisiydi. Kısa sürede yıldızı parladı, aldığı uluslararası ödüllerle “Efsane devam ediyor” mottosunu yaşattığını ispatladı. Bu başarıda, Troya Müzesi’nin Müdürü Rıdvan Gölcük’ün de hatırı sayılır payı var. Arkeoloji ve müzeciliğe olan tutkusu ve idealist kişiliğinin yanı sıra iyi bir metin yazarı ve hikaye anlatıcısı. Ve esas derdi, Troya’nın artık Anadolu kimliğiyle anılması; çünkü diyor, “Troya Anadolu’dur”. Rıdvan Gölcük’le Troya Müzesi’nin beş yılını ve hayallerini konuştuk.

Haberin Devamı

Troya Anadolu’dur

Troya Müzesi’nde iki yıldır düzenli aralıklarla devam eden ışık ve ses gösterisi (mapping) seansları da yoğun ilgi görüyor. Akşam saatlerinde gösterilen 17 dakikalık şov için izleyiciler, kamp sandalyelerini alıp arka bahçedeki zeytinliğe geçiyor. Sonrasında ise ücretsiz rehberli tura katılmak üzere müzeye davet ediyorlar.

Troya Müzesi bu ay beşinci yaşına girdi. Arada pandemi süreci olsa da bu beş yılda müze nasıl bir etki yarattı?

Aslında pandemi bizim sıçrayışımızda özel bir yere sahip. Pandemi olduğunda “Biz kapanmadık yeni bir kapı açtık” diye bir motto benimsedik. Instagram canlı yayınlarına başlayan ilk kurum olduk. Ardından YouTube geldi. Evlere kapandığımız o süreçte o kadar hızlı tanındık ki. Son üç yıldır da Türkiye müzeleri arasında etkileşim oranı en yüksek müze hesabıyız. Ancak tabii yolaçıkarken çizdiğimiz bir misyon ve vizyon vardı. Önümüzdeki beş yılda ülkesine değer katan, küresel bir müze markası haline gelmeyi hedeflemiştik. Ki yeni açılmış bir müze olarak biraz fazla iddialı gelebilir...

Haberin Devamı

Ama sırtınızı Troya’ya dayıyorsunuz...

Kesinlikle. Ben de hiçbir zaman yeni bir müze olduğumuzu düşünmedim. 2 bin 700 yıllık mirasın imajını aldık ve devşirdik. Kullandığımız sloganlardan biri şu: Efsane devam ediyor. Yani biz yeni başladığımızı hiç varsaymadık, o mirasla yol almayı seçtik. Misyon olarak da vurguladığımız bir şey vardı. Anadolu kimliğini öne çıkarmak. Aradan geçen beş yılda iki konu da da çok doğru gittiğimizi görüyoruz.

Anadolu kimliğini vurgulamaktan neyi kastediyorsunuz?

Şunu kastediyorum: 2018 yılında Troya Müzesi’ni açmak aynı zamanda riskli bir şeydi. Çünkü o kadar çok hikaye anlatılmış ki. Hollywood’un anlattığı bir hikaye var, popüler bilimin kurduğu bir dil var, Homeros’un anlattıkları var. Yeni bir şey söylemeniz lazım. Bu konuda ciddi bir çabamız oldu. Ve o yeni dili kurarken gördüğümüz eksiklik şuydu: Bu efsane, bu kentin öyküsü, hiç bu topraklar tarafından anlatılmamış.

Neden sizce?

19.yüzyıl arkeolojisi sömürgeciliğin çok kullanışlı alanı. Batı’ya ata yaratmak için yapılıyor. Aynı tarihlerde siz de imparatorlukta toprak kaybediyorsunuz. Hiç bu konularla bu düzeyde ilgilenemiyorsunuz. İlgilenseniz bile kimliksel konularla değil, sadece bu eserleri kaybetmeyelim diye, mülkiye bağlamında bakabiliyorsunuz. Hatta benim çok daha tehlikeli gördüğüm bir şey var: Evet, kültür varlıklarımızın çalınmış olması çok üzücü, bu bizde bir travmaya yol açıyor ama daha büyük travma toprağın kimliği çalınıyor. Toprağın kimliği devşiriliyor. Örneğin Troya ölçeğinde burada ilk kazıya 1871’de başlanmış. Ve burada 150 yıllık bir tarih ve arkeoloji yazını gelişmiş. Siz toprak kaybeden bir ülke olarak, elinizde yeterli insan kaynağı yokken, ki Cumhuriyet’in ilk yıllarında da bu böyle, tabii ki bu alana girmeye cesaret edemiyorsunuz. Zaten böyle yazılmış diyorsunuz. Fakat o tarih yazımı oldukça hatalı ve noksan.

Haberin Devamı

“Bizi Homeros buluşturdu”

Ve bunu değiştirmek de bir o kadar zor değil mi?

O 150 yıllık arkeoloji yazınını bir hamlede çöpe atmanız ve yerine yenisini koymanız kolay değil. Ama şöyle bakabiliriz: Troya’yı üç katmanda görüyoruz. Bir mitolojik Troya var. Orada Homeros mirası çok önemli. İkincisi gerçek bir kent ve o gerçek kentin öyküsünü aydınlatmaya çalışan arkeoloji var. Orada o arkeolojik yazın uzun yıllardır yapılıyor ve kırabilmek zor. Bir de popüler Troya var. Popüler Troya için ben şunu söylüyorum: Homeros aslında yazmaya devam ediyor ve bugün yazarken de sizi buraya getirdi. Bizi Homeros buluşturdu.

Haberin Devamı

Troya Anadolu’dur

Çağdaş sanatın etkisi

Etkili oluyor mu?

Popüler kültürün bir söylem gücü var, ki bilimsel yazın dilinden daha etkili. Tabii ki biz bilimsel dille bir şeyler, yapacağız ama buna birçoğumuzun ömrü yetmeyecek. Bu yüzden popüler kültürdeki Troya’yı alıp işlememiz lazım, yeni bağlamlar kurmamız lazım. Bu yeni bağlamlar ve yeni yorumlar kemikleşmiş yorumları kırabilir. Biz de örneğin çağdaş sanatla, bizim Troya’yla ilişkimize dair yeni bağlamlar kuralım istiyoruz. Her yeni sergide, Troya’nın bir adım daha bizim olduğunu gösterelim istiyoruz. Çağdaş sanata bu yüzden sıkı sıkıya sarılıyoruz.

Haberin Devamı

Halil Altındere’nin “Troya Video Üçlemesi” bunlardan biri.

Kesinlikle. Keza geçen sene Alparslan Baloğlu’nun kavramsal bir işini de sergilemiştik. Çağdaş sanatın izleyici açısından avantajı şu oluyor: Arkeolojik bir nesneye bakıldığında yorumlamak konusunda müthiş çekingen davranıyoruz. Onu anlamayacağımızı düşünüyoruz ve arkeolojik nesneyle aramızda bağ kuramıyoruz. Çünkü nesnenin çağlar öncesine uzanan çok ama çok kuvvetli bir iktidarı var. O iktidarı da Batı tarih yazımından geliyor ve siz onunla irtibat kuramıyorsunuz. Fakat Alparslan Baloğlu sergiye manyetik bir küre koymuştu. Elinizi koyduğunuz zaman sanki şimşekler çakıyor gibi oluyordu. “Elini koy ve Apollon’la konuş” diyordu. Çağdaş sanat sizi işin içinde olmaya daha çok cesaretlendiriyor. Dolayısıyla da bu açıdan Troya üzerinde düşünen çağdaş sanatçılarla irtibat kurmayı, hatta onları Troya konusunda düşünmeye teşvik etmeyi çok istiyoruz.

“Troya’ya Hızır ve İlyas da geldi”

Troya Anadolu’dur

Köy halkının müzeyle ilişkisi nasıl?

Köylülerin bu kentle turizm dışında kurduğu ilişkiyi biz de merak ettik çünkü kolektif bellekte Troya nasıl bir iz bırakmış onu anlamak istiyoruz. Bir köy toplantısında Çıplak Köy’den Emine Teyze’miz vardı. “Biz Hıdırellez’i Troya’da kutluyorduk” dedi, 35 yıl önce burası ören yeri olup giriş ücretli hale gelince, etrafına da çit çekildiğince gitmeyi bırakmışlar. Yaklaşık bir buçuk yıl boyunca çalıştık ve bu yıl köylere duyuru yaptık; dedik ki bundan sonra her yıl 6 Mayıs günü ören yerine giriş ücretsiz. Hıdırellez’i nerede kutladıklarını da sorup alanı açtık. Bütün köy davul zurna geldi. Ören yerinde ağaçlık bir alan var, şansımıza ana hattın dışında kalan bir alan çıktı. Köylüler orada Hıdırellez kutladılar. Ben o gün şunu söyledim: Troya’ya bugün Hızır ve İlyas da geldi. Biz yaptığımız bu işle, kopmuş bir kolektif hafızayı tamir ettik.

Müzenin kırsal kültürle bağ kurmasını da sağlamış gibisiniz.

Biz bunun için, müzenin kuruluş yıl dönümü olan 10 Ekim’de köydeki hanımları buraya davet ediyoruz. Hatta bir üniversite ile şalvar tasarımı çalışacağız. O tarihlerde bir şalvar defilesi, müze mağazamızda da modernize edilmiş şalvarlar yer alacak ve tamamen köy kadınlarıyla etkinlik yapıyor olacağız. Benim bu müzenin bahçesinde domates kaynatılması gibi hayallerim de var. Burası İstanbul’un göbeğinde bir müze değil. Tarlaların göbeğinde bir müzeden bahsediyoruz ve dolayısıyla da coğrafyayla o bağı çok iyi kurmamız lazım. Çünkü kimliksel bağı kurdurmak şöyle olamaz: “Troyalılar sizin atanızdı”. Evet bu da gerekli ama sanatla, kırsal kültürle yakınlık kurmak da gerekli.