Mesleki eğitimin öneminden hemen herkes söz ediyor ama bu konuda çözüme yönelik bir adım atanı arayın ki bulasınız. Devlet, özel sektör, sanayi ve ticaret odaları, sivil toplum örgütleri ve diğer paydaşlar, dünden bugüne mesleki eğitime hep şaşı baktı. Bakmaya da devam ediyorlar. Bu yüzden de arpa boyu yol alamıyoruz.
Sanki üniversitelere öğrenci hazırlayan yeterince Anadolu lisesi, fen lisesi, kolej, imam hatip lisesi yokmuş gibi mesleki ve teknik liseleri de üniversitelere öğrenci hazırlayan kurumlar haline getirdik…
Önümüzdeki 20 yıl içerisinde bugünkü mesleklerin en az üçte ikisi yok olacak, yerine yeni meslekler gelecek. Kalifiye işgücüne yönelik ihtiyaçlar daha da artacak. Buna rağmen yıllık öğrenim ücretleri bir milyon lirayı aşan zincir kolejler içerisinde mesleki eğitimi ciddiye alan yok gibi. MEB’in yatırımları da minimum düzeyde. “Mesleki eğitim, memleket meselesi” diyenler de, bu sözlerinin çoktan unuttu!.. Peki böylesi bir ortamda mesleki eğitimden
Çocuklarımızın beynini olduğu gibi karınlarını da doyurmak zorundayız. Özellikle de okul saatlerinde.
Okulda içecek temiz su ve hijyenik bir ortam bulamayan, özellikle de karnını doyuramayan bir öğrenciden akademik bir verimlilik beklemek hayal olur.
İlk ve orta dereceli okullarda durum vahim ama görünen o ki üniversitelerde çok daha vahim. Eğitim Sen’in “Üniversite Öğrencilerinin Sorunları Araştırması” çok çarpıcı saptamalarda bulunmuş!
Hepsi de önemli ama en önemlisi yemek yemeden günü geçiren öğrenciler. Abartı yok hep biliniyordu araştırmayla bir kez daha ortaya konulmuş oldu! Bırakın ulaşım, burs, staj, istihdam, spor, sosyal desteği, çocuklarımızın karınlarını bile doyuramıyoruz!..
Üniversite öğrencilerinin yüzde 71’i yeterli ve dengeli beslenmediğini düşünüyor ama çok daha kahredici olan yüzde 56’sının “Bazen yemek yemediğim günler oluyor” yönündeki mahcubiyeti.
Eminim ki bu seçeneği işaretlerken yüzleri kızarmış, boğazları
Çocuklarımız söz konusu olduğunda gerisi teferruat olmalıdır. Neden mi?
Onlar mutlu değilse aileler, aileler de mutlu değilse ülke mutlu değildir. Daha da önemlisi, onlar ülkemizin geleceğidir.
Ne kadar iyi yetişir, ne kadar donanımlı ve mutlu olurlarsa, geleceğimiz o denli güvence altında olur…
Eğitimde ciddi sorunlarımız var. Olmayan ülke de yok gibi. Kimi uyuşturucudan dertlidir, kimi de müfredattan, kaynak yetersizliğinden şikayetçidir. Eğitimin diğer sorunlarını bugün için bir kenara bırakıp, akademik olmayan sorunlarına dikkat çekmek istiyoruz.
Örneğin mutlular mı, örneğin karınları doyuyor mu, örneğin ulaşım ve barınma sorunları var mı, örneğin spor yapıyorlar mı, hobileri var mı, örneğin entelektüel anlamda kendilerini geliştirecek etkinliklere rahatlıkla ulaşabiliyorlar mı? Yani kendilerini mesleklerinin yanı sıra hayata da en iyi şekilde hazırlayabilecekleri bir ortam söz konusu mu?.. Çerçeveyi biraz daha daraltıp, sadece ve sadece yemek konusunu ele almak istiyoruz…
Yemek inadı!
Zengin, fakir pek çok
Eğitime sadece akademik bir misyon yüklemek büyük eksiklik olur.
Eğitim ve öğretim, iki ayaklı bir süreçtir. Öğretim ile bilgileniriz, eğitimle ise yaşam sanatını öğreniriz.
Öğretim okulda yapılır, eğitim ise evde, işte, okulda, sokakta her yerde, her yaşta gerçekleşir.
Aslında eğitim derken çoğu zaman öğretimden söz ederiz. Eğitim ile kazandırılması gerekenler ise sınavlarda karşılık bulunmadığı için zerre kadar ciddiye alınmıyor! Peki eğitimde kazandırılması gereken o değerler neler? Örneğin insan, iyi yurttaş, adil ve çalışkan olmak, doğaya saygı bunlardan sadece bazıları.
Bir diğeri ise sosyal sorumluluk.
Sosyal sorumluluk deyip geçmeyin çok geniş bir yelpazede ele almak gerekir. Hemen her konuda her şeyi başkalarından beklemenin tam aksine, bir anlamda taşın altına elini koymaktır.
* Daha temiz bir çevre
* Okuma bilmeyene okuma yazma öğretme
“Her ölüm erkendir” derler. Çok doğru. Onunki de çok erken oldu…
Zor hastalıklar atlattı ama neşesi de, keyfi de, heyecanı da fazlasıyla yerindeydi.
Daha birkaç ay önce gazetede uzun uzadıya sohbet ettik. Yine kabına sığmıyordu…
O bizim çocukluğumuzun rol model gazetecilerinden birisiydi. Daha sonra, çok uzun yıllar yan yana odalarda çalıştık.
Dünyada randevu isteyip de alamadığı isim yoktu. 1950 sonrasının yıldız gazeteciler kuşağının önemli isimlerinden birisi de oydu ve hiç dur durak bilmedi...
Öylesine değerli yazıları vardı ki, bir daha ne o yazıları yazan biri çıkar ne de mesleğine böylesine sevdalı üretken biriyle karşılaşabilirsiniz.
Yaşam doluydu, kabına sığmazdı, haber atlatmayı sever ama atlamaya tahammül edemezdi.
Detaycıydı. Sıradan olanı değil, farklı olanı yapmak isterdi. Sevdiğine değer verir, sevmediğine selam bile vermezdi.
Hata yapılmaz mı? Yapılır.
Önemli olan bunu alışkanlık haline getirmemektir.
Hele bir de bile bile yapılan hatalar vardır ki bu asla kabul edilemez.
Her şeye rağmen yapılırsa da uzun ömürlü olmaz. Hemen her konuda hatanın her türlüsünü fazlasıyla yaşıyoruz.
En masum olan farkına varmadan yapılan hatalardır ki bu da bırakın muhataplarını üzmeyi, en çok da yapanı üzer…
Hatadan dönmenin de bir erdem olduğu üst bir kültürden geliyoruz. Keskin sirkenin herkesten çok, küpüne zarar verdiğini bilmeyenimiz de yok ama buna rağmen tolerans sınırlarını aşmaya, uçlarda yaşamaya bayılıyoruz!
Çok daha hayret verici olan ise yarattığı rahatsızlığı göre göre bütün bunlara seyirci kalıyor olmamız…
Uzlaşma kültürü
Eğitimden hemen herkesin beklentisi çok farklı.
Örneğin iktidar ile muhalefetin olduğu kadar öğretim kurumları ile öğretmenin, öğrencinin, velilerin ve işverenin beklentilerinde örtüşen yok gibi.
Örtüşmesi şart mı?
Elbette hayır ama tek tip bir bakış açısı ne kadar sorgulanması gerekiyorsa, ortak beklentilerin giderek azalıyor olması da mutlaka dikkate alınmalı ve gerekçeleri sorgulanmalıdır! Eğitimin diğer sorunları gibi nedense bu konu da kimsenin umurunda değil, çünkü hemen her kurum ve herkes kendini haklı görüyor!..
Devlet politikası!
Genelde her ülkenin anayasal ve küresel değerler çerçevesinde kendilerine özgü devlet politikaları vardır. Eğitim de bunların en başında gelir.
Devletler görünürde iyi insan, iyi yurttaş, donanımlı bireyler ister ama dünyanın neresine giderseniz gidin devlet politikalarından daha çok iktidarların bakış açıları ön plana çıkar. Bu da tartışmaları beraberinde getirir.
Siyasiler, devletten çok iktidar sempatizanı ister, muhalefet, eğitimciler ve sivil toplum örgütleri de buna
Küsüratlarla uğraşmayı çok sevmeyiz. Bir Alman, bir Amerikalı bırakın bir euroyu, bir doları, bir centi bile tezgahta bırakmaz. Onlar için saniyeler önemlidir. Pek çoğu da iş bitmeden günü bitirmez…
Biz de öyleydik önce, madeni paraların yüzüne bakmaz olduk, sonra saniyeler, dakikalar üzerinde durulmayacak kadar ufak detaylar oldu…
Toplumlar bileşik kaplar gibidir. Bir konuda ne ise diğer konuda da odur. Bir alanda yukarı çıkarsanız o sizi yukarı çeker, aşağı düşerseniz o sizi aşağıya çeker.
Eğitimde ise kafamız karmakarışık. Hâlâ düzeni oturtamadık. Tek dersten kalan sınıfta kalırken, önce borçlu geçirdik, sonra da 7, 8 zayıfın hiçbir önemi yok deyip sınıf tekrarını adeta kaldırdık. O yetmedi bir de diploma verdik. Hormonlu notlarda ise sınır tanımadık. Neredeyse tüm okulu 100 tam puanla mezun ettik… Kolay yoldan diploma almaya böylesine alışmışken, sınıf tekrarı yeniden geldi, devamsızlık konusunda ise ortaokul ve lise son sınıfları, sınavlara daha iyi hazırlansınlar diye