Hiç dikkat ettiniz mi? Herhangi birine, biriyle ilgili olarak ya da herhangi bir meslek veya kurumla ilgili olarak sorduğunuz bir soruya aldığınız cevapların ne kadarı pozitif, ne kadarı negatif?
Özellikle de kendi mesleği ve çalıştığı kurumla ilgili sorular yöneltildiğinde!..
Yapılan anketlerde başta öğretmenler ve mühendisler olmak üzere kendi mesleğini çocuklarına ya da başkalarına önerenlerin oranı adeta dibe vurmuş durumda.
Daha pek çok mesleği bu listenin altına ekleyebilirsiniz.
Çalışılan kurumlarla ilgili derecelendirmeler de farklı değil. Çalıştığı kurumdan memnun olan ya da Japonlar gibi işe başladıkları kurumdan emekli olanların oranı ne kadar? Bunların ne kadarı başka seçeneği olmadığı için orada çalışmaya devam etti, ne kadarı sevdiği ve mutlu olduğu için emekli oluncaya kadar farklı bir meslek, farklı bir kurum düşünmedi?
Peki asıl sorun seçilen mesleklerde mi, çalışılan kurumlarda mı, bizlerde mi yoksa sistemde mi?
Gelin bu konuda hep birlikte düşünelim:
- İlgi, yetenek ve hayallerimiz doğrultusunda istediğimiz mesleği seçebiliyor muyu
Birinde uzlaşma sağlanmadan, diğerinde uzlaşma sağlamak mümkün değil.
Daha da önemlisi Anayasa ve eğitim, birbirinin alternatifi değil, tamamlayanıdır.
Birinde sorun varsa, diğeri ne kadar mükemmel olursa olsun, sürdürülebilir olmaz.
Örneğin bugünkü eğitim sistemi, bu haliyle kaldığı sürece, dünyanın en iyi Anayasa’sını da yapsak, işlerliği olmaz.
Neden mi? İyi insan, iyi yurttaş, iyi meslek erbabı yetiştiremiyoruz da ondan.
Anayasaları ya da yasaları değerli kılan onların ciddiye alınması ve hayata geçirilmesidir. Yoksa kâğıda yazılı bir metin olmanın ötesine geçemezler. Tıpkı şimdiki Anayasamız, diplomalar, takdirname ve teşekkür belgeleri gibi…
İşte bu yüzden Anayasa’dan önce eğitim sistemi ele alınmalı, üzerinde uzlaşılmalı ve birkaç yıl sonra her gelen bakanın keyfine göre değiştireceği bir eğitim sistemi değil, tıpkı Batı tipi anayasalar gibi kalıcı bir sistem getirmeliyiz.
Neden eğitim?
Milli Mücadele, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş destanıdır! Birilerinin değil, hepimizin bayramıdır! Bayramınız kutlu ve sonsuza dek daim olsun... Her insanın bir ülkesi var ama her ülkenin bir Mustafa Kemal Atatürk’ü yok! O bizi çok sevdi, biz de onu!
Çocuk ve gençler onun için gelecekti ve onlar her şeyin en iyisini hak ediyorlardı. Kadınların hayatın içinde olmadığı bir toplum çağdaş ülkeler düzeyine gelemezdi, İsviçre’den önce onlara seçme ve seçilme hakkı tanındı.
Akla, bilime gönülden inanan birisiydi, “Söylediklerim, bilimle çelişirse, beni değil bilimi esas alın” dedi... Dünyaya böyle kaç lider geldi, geçti ve bir asır sonra bile hâlâ ilk günkü gibi seviliyor, sayılıyor, özleniyor?..
Bugün kendimize bir kez daha, ulusumuzun yeniden varoluş destanının yazıldığı “30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Savaşı eğer hüsranla sonuçlansaydı, ne olurdu?” sorusunu soralım ve enine boyuna düşünelim!
Hangi koşullarda, nasıl kazanıldığı elbette
Yeni öğretim yılı öncesi eğitim harcamaları tavan yaptı. Esnafın yüzü gülüyor ama velilerin cebinde yangın var. Öğretim ücretlerine dolar bazında yüzde 50 zam yapılır mı? Yapılmamalı ama yapan var. Ev fiyatına bir yıllık öğrenim ücreti olur mu? Olmamalı ama olan var. Servis, kıyafet, yemek, ders kitapları ve diğer ihtiyaçlara yüzde yüzün üzerinde zam gelir mi? Gelmemeli ama gelen var… Bir milyon lirayı aşan yıllık öğrenim ücretleri var, en sıradan öğrenci evlerinin kirası asgari ücretten daha yüksek, birkaç formalı yabancı ders kitaplarının yanına yaklaşmıyor, giyim, ulaşım, yemek ücretleri, piyasa ortalamalarının çok üzerinde. Özel ders ücretleri 10 bin liraya aştı. Peki, onca fedakârlık sonrasında elde edilen kazanımlar neler?
■Lise ya da üniversiteye girişte üstün başarı mı?
■Üniversite bitirildiğinde iş garantisi mi?
■En az bir yabancı dili en iyi şekilde okuyor, yazıyor, konuşuyor olmak mı?
■Mesleki donanımın yanı sıra entelektüel donanım mı?
■Spor, sanat ve sosyal bilimlerde de artı değerler mi?
■Sosyal
Tıkandık hem de her konuda çok fena tıkandık. Eğitimde, ekonomide, siyasette, tarımda, savaşta, barışta, göçte, uluslararası ilişkilerde, sanatta, sporda ve aklınıza her ne geliyorsa her alanda tıkandık.
Bu bizde böyle de dünya genelinde farklı mı?
Kesinlikle hayır.
Arada ufak nüanslar var hepsi o.
Peki bu tıkanıklığın nedenleri neler?
Her konuda yüzlerce sayfalık raporlar yazılabilir ama bir de her ülke için söz konusu olan genel gerekçeler var ki, onların altını özellikle çizmek gerekiyor.
Nedir bunlar?
Örneğin ortak irade, örneğin çıkar savaşları, örneğin temsil yeteneği, örneğin güçler ayrımı, örneğin işsizlik, örneğin gelir dağılımı, örneğin güvensizlik!
Tevhid-i Tedrisat Kanunu’yla güya eğitim tümüyle Milli Eğitim Bakanlığı’nın kontrolüne bırakıldı.
Uzun yıllar böyle devam etti ama bugün gelin görün ki eğitime el atmayan kalmadı.
Tarikatlar, cemaatler, dernekler, belediyeler, Diyanet, MEB, YÖK, ÖSYM, işverenler, sendikalar ve aklınıza her kim geliyorsa onlar da bir şekilde eğitim yapıyor.
Hayatın herhangi bir alanında bir boşluk ya da hoşnutsuzluk varsa meraklısı çok olur.
Şu anda yaşanan tablo da aynen böyle.
Memnun olan ve denetim yok gibi.
Dahası “dokunulmazlığı” olanlara hesap sorulamıyor. İşte bu yüzden önüne gelen, dershane zincirleri kuruyor, devletin verdiği eğitimi beğenmiyorum diyen kendi eğitim kurumlarını yaratıyor. Onunla da yetinmeyip kendi kurallarının hâkim olduğu yurtlar, kurslar, etüt merkezleri ve atölyeler açıyor.
Oysa Anayasa ve Temel Eğitim Kanunu başta olmak üzere yasalar çerçevesinde eğitimin tek elden yürütülmesi gerekiyor. Devletin bu konudaki yetkili mercii ise Milli Eğitim Bakanlığı’dır.
25 milyondan fazla öğrencimiz var. Her yıl ilkokula, ortaokula, liseye ve üniversiteye bir milyon civarında öğrenci kayıt yaptırıyor, hemen hepsinden yine her yıl bir milyona yakın öğrenci mezun oluyor.
İç ve dış göçler nedeniyle de müthiş bir öğrenci hareketliliği var. En önemlisi de evinde ya da yakınında öğrenci olmayan yok gibi. Nüfusumuzun dörtte üçü ya öğrenci ya veli ya da öğrenci yakını. Öğrenci sorunları eskiden dağ gibiydi, şimdi sıra dağlar oldu.
Kime sorsanız hem devlet hem de millet olarak, eğitimi, öğretmeni ve öğrencileri ciddiye almayanımız, baş tacı etmeyenimiz yok gibi.
Hem devlet bütçesinden hem de aile bütçesinden en büyük pay onlara ayrılıyor.
Peki, böylesi bir tablo söz konusuyken, memnuniyetsizlik oranı neden bu kadar yüksek?
Bu soruyu, hemen herkesin, tüm samimiyetiyle başta kendileri olmak üzere herkese sorması gerekiyor. “Kabahatli aramıyoruz, çözüm istiyoruz” diye söze başlarsanız eminiz ki samimiyetinize inanacaklardır…Devletin,
Dünya değişti. Hem de çok değişti.
Değişimin en hızlı olduğu alanlardan biri de öğrenme kaynakları ve öğrenme yöntemleri. Daha düne kadar en önemli öğrenme kaynağı okul, öğretmen, kitap ve kütüphanelerdi. Dijital Çağ, sosyal medya, arama metotları ve yapay zekâ ile birlikte çok şeyler değişti. YouTube ve Instagram dünyanın en büyük öğrenim mecraları haline geldi.
Ne kadar pedagojik, ne kadar denetlenebilir ve en önemlisi de ne kadar güvenilir?.. Bu arada pandemi ile birlikte yoğun bir şekilde hayatımıza giren uzaktan eğitim de hoşumuza gitti. İlle de hibrit eğitim diyenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Peki doğru olan ve öğrenciye cazip gelen hangisi?
Daha da önemlisi bu değişimin farkında mıyız ve bu yönde gerekli ve yeterli önlemler alıyor muyuz?
Örneğin son bir yılda kütüphaneye gideniniz, ansiklopedi karıştıranınız ya da bir yakınına mektup göndereniniz var mı?
Birkaç nesil sonra bayram kartını, mektubu hatırlayanımız zor çıkar…
Karma öğrenme
Okul dışı öğrenme kanalları daha da gelişecek.