Gezi’nin lideri

18 Haziran 2013

Gezi olayları boyunca söyledik durduk, anlatmaya çalıştık. Bu olayları yönlendiren bir lider, bir grup, bir parti, bir dış mihrak yok. Bu olaylar güçsüzün güçlü tarafından ezilmesine bir tepki olarak başladı ve bir çığ gibi, içine başka meseleleri de alarak büyüdü.
Ne demek istediğimizi anlamaları için devlet erkanının da onları ziyarete giden ve Başbakan’ın yanından ikna olarak çıkan bir iki televizyon yüzünün de önce parka gitmesi gerekiyordu.
Bana kalırsa bu hareketin en önemli karakteri, şüphesiz tek lideri, Gezi Parkı’nın kendisiydi. Her bir ağacını bir kol gibi düşünün, kendine gelen herkesi sardı, bağrına bastı. Tek bir hedefte birleştirdi. Oraya giden herkese bir şey öğretti. 19 gün boyunca parkta ikamet eden, iş çıkışı giden, gün içinde bir uğrayanlara tek tek soracak olsanız belki de kendilerine dair bir şey öğrenmiş olduklarını göreceksiniz.

Bize konuşan dallar
Bu coğrafyada büyüyenler mekanların bir ruhu olduğuna inanırlar. Yoksa ne işimiz var türbelerde? Ben kiliseye gidip dua eden çok Müslüman kadını görmüşümdür. Orada edilen dualar kabul olunuyormuş derler. Bomboş, şehirlerarası yolda gidersiniz, bir bakarsınız bir ağaç, üstü paçavralarla dolu. Onca

Yazının Devamı

Hayat normal seyrinde

14 Haziran 2013

Bu aralar İstanbul’da hayat çok tuhaf. Yaşadığımız haliyle uzun bir rüya gibi. 11 Haziran sabahı kötü bir haberle uyandım. Bir aile büyüğümüz vefat etmişti, aile fertleri Anadolu yakasındaki Siyami Ersek Hastanesi’nde bekliyordu. Üzüldük, ama hemen yola koyulamadık. Bekleyecektik, trafik biraz durulsun. İki saat sonra hastanedeydik, aile gözü yaşlı, beklenmedik, üzücü bir ölüm, elimizden geldiğince acıyı paylaştık. Olması gerekenler oldu, söylenecekler söylendi, hadi dedik yarın cenazede görüşmek üzere şimdilik hoşçakalın. Üsküdar’a indik, motora bindik, güzel, güneşli bir gün, püfür püfür Beşiktaş’a geçtik. Hayat normal seyrinde.

Şnorkel alacaksan parka
Bir şeyler yiyelim dedik. Nerede? Nişantaşı’nda. Zira sonrasında eşimin istikameti metro aracılığıyla Mecidiyeköy, benimkisi Kurtuluş. Çıktık yukarı, Abdi İpekçi Caddesi’nde bir yere oturduk, sipariş verdik. Birbiriyle çapulcu naber diye selamlaşan aşırı güzel, aşırı bakımlı, alımlı kadınlar, daha yaz gelmeden bronzlaşmış adamlar. Nişantaşılı her zaman güzeldir, lakin yazın gelmesiyle kendini aşmış, moda takibi için ideal bir semt. Hayat normal seyrinde.
Yedik kalktık, cadde sonunda ayrıldık. Gezi Parkı’na gitmek için

Yazının Devamı

Birinci perdedeki silah patladı!

11 Haziran 2013

Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan? Sayın Başbakan Tayyip Erdoğan tüm yurttaki eylemcilere artık evlerine girmelerini söyleyip “başka yollara başvurursanız, aynı şekilde devam ederseniz, kusura bakmayın anladığınız dilden konuşmak zorunda kalırım” demiş. İyi de zaten en başta, o halkının anladığını zannettiği dilden konuştuğu için bütün bu olaylar başlamadı mı?
Yani aslında zaten şu an verilen gözdağının doğurmasını beklediği sonuçlar çoktan hayata geçirildi, bütün bu tepki ona karşı oluştu. Ha, bunun ötesi de var, dahası da var deniyorsa o kadarını bilemiyorum, işkence yöntemlerinde bilgi sahibi değilim.

Cevaplanmayan soru
Bununla ilgili olarak sayın Başbakanımızın sürekli tekrarladığı bir başka cümle var ki her duyduğumda benim de kendi kendime birkaç soruyu tekrarlamama sebep oluyor. Eylemcilere karşı orantısız şiddet kullanıldığı konusuyla ilgili açıklamalarında o “Çevre duyarlılığı olan vatandaşlarımı tenzih ederim,” dedikçe ben de iyi ama neden en başta o vatandaşlarınızı tenzih etmediniz, bir metre öteden biber gazı sıkılmasına müsaade ettiniz, neden eylemi dağıtmakla yetinmeyip bir de vatandaşları sokaklarda kovaladınız, dövmekten beter ettiniz,

Yazının Devamı

Dayak arsızları

7 Haziran 2013

Olayların başladığı günden itibaren yurtdışında yaşayan akrabalardan, ahbaplardan emailler, telefonlar geldi. Korkmuşlardı, bizler için endişelilerdi. Birkaçı eğer oralarda durum iyi değilse, orada kalmak istemiyorsanız bize gelin, evimiz açık gibi düşünceli tekliflerde bulundular. Ama bir dakika... Burada kalmayı istememek mi?
Bilakis, belki de şimdiye kadar hiç bu kadar burada olmayı istememiştim. Her gün evden çıkıp Taksim’e gitmek bir iş. Normal şartlarda tembellik olarak görülecek parkta oturma eylemi artık yaşam amacı. Biri slogan başlatsa da ben de söylesem diye bekleşiyor şimdiye kadar bağırmamış olanlar. Akşam dokuz olsa da tencere tava çalsak, kornalara bassak diye saatler kontrol ediliyor. Evlerde kazanlar kaynıyor ki parka, nöbet tutanlara götürülebilsin. İki gün önce kandilde bazı arkadaşlar helva kardılar, Gezi Parkı’na götürdüler, mutfak çadırına teslim ettiler.

Çapuling işlerin en güzeli!
Pankart yazmak başka bir iş kolu. Sanatçılar görev başında. Geçen akşam bir grup çizer mütalaada bulunuyorlardı, aralarından en yetenekliyi seçmeye çalışıyorlardı ki pankart parka yakışır bir şey olsun.
İnsanlar akşam oldu mu sevmedikleri işlerinden çıkıp sevdikleri

Yazının Devamı

Delikanlı Türkiye

4 Haziran 2013

Ben 1.63 boyunda, 50 kilo, ufak tefek bir şeyim. Hayatımda bir kez futbol maçına gittim, sokakta bağırıp çağırmak nedir bilmem, herhangi bir kavgaya girmişliğim de yoktur. Fakat bundan dört gün önce bana bir haller oldu. Sanki göğsümün içinden bir şey yırtılarak dışarı çıktı, 90 kilo 1.80 boyunda bir adama dönüştüm.
Sayın Başbakanımız çıktığı bir televizyon röportajında bizim toplumumuzda bazı genetik yaklaşımlar vardır dedi, ona göre o yaklaşım neymiş şimdi hatırlamıyorum, ama doğrudur bizim toplumumuzda genetik olarak bazı yaklaşımlar vardır ve bunun başında “delikanlılık” gelir.
İşte benim de, benim gibi binlerce kadın ve erkeğin göğsünü de yırtıp çıkan o içlerinde barındırdıkları delikanlıydı.

Zayıfı himaye
Bizde öyledir, başkalarına benzemeyiz. Birbirimizin işine karışırız, müdahale ederiz. Sokakta çocuğunu tartaklayan birini gördük mü karşı çıkarız. Bir yerde üç adamın bir tanesini dövdüğüne rast geldik mi tanımadan bilmeden “dalarız.” Dengesiz güce karşı hassasiyetimiz vardır, başımızı çevirip gittiğimiz pek görülmemiştir.
Eminim bugün olaylar karşısında sus pus oturan herkesin zamanında sırf arkadaşına destek olsun diye bir kavgaya girmişlikleri, kaşı gözü

Yazının Devamı

Kötü kadın aranıyor

31 Mayıs 2013

Okumak mı? Yazmak mı? Bence yazarlara röportajlarda ilk sorulması gereken şey bu. Hangisi daha ağır basıyor? Bakıyorum, öyle bir zaman oluyor ki, yazmaktan okumaya çok az vakit kalıyor. Oysa yazma serüveninin benim için başlangıcı okumayı sevmekti.
Her gün en azından bir sayfa bir şey okumayınca suçluluk duyanlardanım. Bilimsel makalelerden, köşe yazılarından, facebook’a düşülmüş notlardan, araştırma kitaplarından bahsetmiyorum. Roman, öykü, şiir okumaktan bahsediyorum. Sırf bu yüzden evin çeşitli yerlerine şiir kitapları serpiştirdim ki gün içinde en azından bir iki mısra okuyabileyim.

Kıskançlığın böylesi
Son okuduğum kitaplardan biri Ece Temelkuran’ın Düğümlere Üfleyen Kadınlar’ı. Üç genç kadın, görmüş geçirmiş, intikam peşinde bir kadının ardına takılıp yola düşüyor. Ya kendilerini arıyorlar ya birilerini ama mühim olan yolda çok şey buluyorlar.
Ben kitabı okurken sürekli bir kıskançlık duygusuyla kıvrandım durdum. Kitabın anlatıcısının bir otelde bulduğu Maryam, Amira ve Madam Lilla neden şimdiye kadar benim karşıma çıkmadı? Neden ben de hiç tanımadığım, bilmediğim bir yerde tek başıma hayatla başa çıkmaya çalışırken böyle bir rüzgar gibi beni alıp, yanına

Yazının Devamı

Benim loblarım seninkileri döver

28 Mayıs 2013

Aynı konuyu defalarca aynı şekilde, aynı cümlelerle anlatırsanız acaba karşınızdaki insana mesaj ulaşır mı? Yoksa bakış açılarını değiştirmek, ters düz etmek, başka yönlerden yaklaşmak mı gerekir? Dan Brown sabahları erkenden, dört buçuk gibi yazmaya başlıyormuş. Konunun yokuşa girdiğini, başka bir bakış açısından bakması gerektiğini anladığı zamanlarda kendini ayak bileklerinden tavana asıp baş aşağı duruyormuş.
Vücudundaki kan akışının yönü değişsin, bu değişikliği takiben başka bir açıdan düşünebilsin diye. Eğer bir romancının anlatıcı olduğunu kabul edecek olursak, görüyoruz ki bir konuyu karşısındakinin kafasına sokmaya çalışmak için yapmayacağı şey yok.
Ben de zannediyorum geçen haftalarda birkaç yazıda değişik yönlerden bu alkol sınırlandırmaları mevzuuna girdim. Televizyondaki sahne sınırlandırmalarına değindim, hatta bir yazımda bunların bana dayatılmasının hakaret olduğunu söyledim.

Düz yazıda matematik
Peki, öyle dedik olmadı, böyle dedik olmadı, bir de diyorum biraz bilimsel yaklaşalım konuya.
Ki yazarlardan, edebiyatçılardan bilimsel konulardan anlamamaları ya da o tarafa değinmemeleri beklenir. O kadar ki bizler zamanında daha lisede ne olacağımız ve

Yazının Devamı

Ah bir 60 olsam

24 Mayıs 2013

Ah, bir altmışıma gelsem. Altmışını geçen kadın gibisi var mıdır? Birden bire dili çözülür adeta. Kocasına, konu komşusuna, sokaktaki çocuğa, hayattaysa kayınvalidesine, bakkala çakkala, otobüs şoförüne, kendini bilmez taksiciye, bir halk figürüyse muhatap aldıklarına ağzına geleni söyler. Hiç de korkmaz. Zamanın nine tarafına geçmiştir artık o, durdurabilene aşk olsun.
Gençlik iyi hoş da bir kadın için zor şeydir.
Kadının genç olması mevzuu her halükarda gündeme gelir, oturur. Mesleklerde erkeğin gencine yaşlısına bakılmazken kadınlarda bu husus nedense çok mühimdir, muhakkak vurgu yapılır. Daha geçenlerde göz doktoru olan “genç kadın” kuzenimin elini bir amca itmiş, sen mi demiş bakacaksın benim gözüme. Sen ne anlarsın? Hadi o gözü acıyan bir amca dedik geçtik.

Kızımızı tanıyalım
Benim her zaman çalışkanlığını, aklını fikrini severek takip ettiğim bir televizyoncu ve köşe yazarı da iki gün önceki yazısında “Estonya Cumhurbaşkanı ve eski Pakistan Başbakanı’nı aynı oturumda görmek sarsıcıyken yanına bir de Güney Afrika’nın 33 yaşındaki yeni muhalefet partisi lideri genç kızımızı ekleyince ortam iyice absürtleşiyor” demiş hakkında pek bir şey bilmediğimiz bir

Yazının Devamı