Geniş açı hayat

13 Ağustos 2013

Gazeteler yaşamı ne güzel kategorize ediyorlar, değil mi? Sayfalarını gündem, hayat, kültür-sanat, siyaset, sağlık, spor, magazin, eğitim, vs. diye ayırıyorlar. Bütün bu başlıklar birbirinden ayrı, hayat bir bütün içerisinde değerlendirilmiyor sanki. Sadece bir kez bu köşede sağlık ile ilgili bir yeniliği yazmıştım da hemen uyarı aldım, sen sağlık yazma diye. Haklılar; sağlık yazan başka, kültür-sanat yazan başka, siyaset yazan başka.
Avrupa’da ve Amerika’da kurgu yazarlığı da böyle ayrılır. Türk yazarları çeşitli toplantılarda, festivallerde yabancı ajanslarla, editörlerle tanıştıklarında hangi türde yazıyorsun sorusu karşısında biraz afallarlar. Çünkü bizde hâlâ öyle keskin çizgiler yoktur. Bilinen birkaç suç yazarı dışında kimseyi belirli bir kalıba oturtamazsınız. Tarihi romanlar da yazarız, güncel de. Edebi de olabilir, psikolojik gerilim de. Türden türe geçmek uzun vadede belirli bir kitle oturtamayacağı için yazara zarar verebilse de Türk yazarı hayal gücüne ket vurmayı, hayatının sonuna kadar aynı konu etrafında dönüp durmayı sevmez.

Evimdeki gemi
Ama zaten başta da dediğim gibi hayat böyle başlıklara bölünebilir mi? Ben sadece sanat haberlerini takip edip

Yazının Devamı

Hatasız kul olmaz

9 Ağustos 2013

Son yazımın yayımlandığı gün yeğenimden bir telefon aldım. Yazımda bir tutarsızlık olduğunu anlatıyordu. Ne olduğunu söylediğinde yaptığım hataya inanamadım. Bir bilgi yanlışı değil de düşünce akışımda sapma olduğu için çok kahretmedim.
Tıpkı yeğenim gibi bazı okurlardan da e-mail geldi, yanlışa dikkat çekiyorlardı, yazıya Ağrı ile başlayıp, Van ili ile bitirmiştim, sağ olsunlar, haklı olarak uyarıyorlardı. Bir okur beni bu iki ilin bulunduğu Doğu Anadolu Bölgesi’ne karşı önyargılı olmakla suçluyordu. Suçluyordu demeyelim de o da bir önyargıda bulunuyordu. Gerçi ben bölgeyle ilgili kendi fikrimi beyan etmemiştim ama demek ki bu okur da bir bakıma haklıydı, zihnimde Ağrı demek Van demekti. Düşündüm, gerçekten de öyle, benim için Doğu Anadolu Bölgesi’nin illeri birbirine bağlanır, hepsi kardeştir, aklımdan biri geçer ben ötekinin adını telaffuz ederim. Zira sınırı renklerden beyaz ile çizerim. Yani karın rengi.

Muşigan Eyaleti
Hatta biz aile arasında bölgeye Muşigan eyaleti de deriz. Eski bir dosttan kalma tabir. Bir de güzel anekdot var. Zamanında Muş Şeker Fabrikası müdürlerinden biri bir gün odasında ellerini arkasında kavuşturmuş, camın önünde durmuş bakıyor.

Yazının Devamı

Git bu şehirden!

6 Ağustos 2013

Ağrı’da devlet hastanesinde teknisyen olarak çalışan genç bir kadın bu şehirden o kadar nefret etmiş ki bir daha ağrı kelimesini kullanmayacağını, başı ağrısa başım acıyor diyeceğini söylemiş.
Tabii bunu Facebook’ta paylaşınca başına neler gelmiş olduğunu tahmin edebilirsiniz. Vanlılar alınmış, alınmakla kalmamış sinirlenmiş, işi ölüm tehditlerine kadar vardırmışlar. Genç kadına koruma verilmiş, başka bir şehre tayini çıkmış.
Halbuki bir insanın bir yeri sevmesi kadar bir yerden tutkuyla nefret etmesi de normal bir duygu. Hani Yahya Kemal ile ilgili anlatılan bir olay vardır. Ankara’nın başkent ilan edilmesi üzerine pek çok yazar bu şehir üzerine methiyeler düzmeye başlamış. Yahya Kemal’den tık yok. Sonunda sormuşlar ‘’Üstad, Ankara’nın hiç mi iyi bir yanı yok?’’ diye, o da ‘’Var,’’ demiş, ‘’İstanbul’a geri dönmesi.’’ Kendisinin bir İstanbul sevdalısı olduğunu biliyoruz, ama bu cevapta aslında daha çok Ankara‘dan hazzetmeme söylemi var gibi geliyor bana.

100 yıl sonra küskünüm
Evvel ezel Mark Twain’i çok severim. En çok sevdiğin yazarlar kimler diye sorulduğunda daima ilk üçe girer. Belki daha Anadolu Lisesi hazırlık sınıfı öğrencisiyken ilk İngilizce okuma

Yazının Devamı

Neyimizi taklit etsinler?

2 Ağustos 2013

İstanbul bir başka güzel, doğru. Çocukluğum boyunca hep “Onca yer gezdim gördüm, İstanbul kadar güzelini görmedim” diyenleri duydum, hep merak ettim, kıyas yapabileceğim günleri sabırsızlıkla bekledim ve bir gün gelip de yeteri kadar farklı şehir gördüğüme kanaat getirdiğimde ben de “İstanbul kadar güzelini görmedim” dedim.
Çirkinleştirilmek için elden gelen yapılmış olmasına rağmen direnen bir şehir. Yıllar içerisinde güzelleştirilmiş bir yer de değil üstelik; güzelliği tanrı vergisi. Eh, bir de her türlü medeniyet şöyle bir uğrayıp kendinden izler bırakınca daha da zenginleşmiş. İstanbul demek illa ki Boğaz’da oturup seyre dalmak değil. Tünel’den Galata’ya doğru inerken bir dükkanın kapısının önünde tek ayağını duvara dayamış klarnetçinin sanki sizin geçişiniz bir sahnenin başlangıç noktasıymış gibi enstrümanı çalmaya başlaması.
Aynı anda sağdaki meyve suyu satan dükkanın narlarının yere yuvarlanması, etraftaki esnafın koşuşturup düşenleri toparlaması.

İstanbul muhabbet demek
Bir gün Üsküdar’dan binin Haliç hattına, karşılıklı duraklarda dura dura Eyüp’e kadar gidin, kendinizi bir başka dünyanın, neredeyse tarihin içinde bulacaksınız. Kasımpaşa iskelesi gibisi

Yazının Devamı

Dünyanın omzundaki yük

30 Temmuz 2013

Yaz aylarını 700 metrekarelik bir bahçede, neredeyse tamamı ile dış dünyadan kopmuş, otla böcekle haşır neşir geçiriyorum. Zamanında Amerika’dayken çok iyi bir iş teklifini sırf bu tutkum yüzünden reddetmiş, acaba bir gün gelir pişman olur muyum diye düşünmüştüm; üzerinden altı yıl geçmesine rağmen bir an bile keşke demedim. Biliyorum ki doğanın son demlerini yaşıyorum, biliyorum ki bir gün maziye baktığımda bu hayatı gözlerim nemlenerek hatırlayacağım.
O yüzden işi gücü bırakıyorum, uzun uzun etrafımı seyrediyorum. Her bir hareketi takip etmeye gayret gösteriyorum. Gözümün gördüğü güzelliklerin fotoğrafını ya da filmini çekmeye çalışsam asla aynı şey olmayacak, biliyorum.

Herkes üzümün peşinde
Kışın bahçenin tellerini yapan demirci bir tamirat için geldiğinde asmamızın halini görüp “Ben asmadan anlarım, bu yanlış budanmış, ben size bir budayıvereyim” demişti, sağolsun budamıştı da. Bu sayede bizim asmalar coştu, bal gibi tatlı üzüm verdi. Verdi de biz hayrını görebildik mi?
Geçen günkü sahne şu: Ufacık bir kuş, gagasında bizim üzüm tanelerinden biri -ki kim bilir kaçıncı- oradan oraya sekiyor. Sekiyor çünkü üzümleri yemeye doyamayan, kanat kuvvetini bir tek

Yazının Devamı

Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır

26 Temmuz 2013

Halkın statüsü gitgide düşüyor. Önce çapulcuydu. Çalan, çırpan, yağmalayan manasında. Ki sonra o Türk Dil Kurumu’nun internet üzerindeki web sitesinde düzene karşı davranışlarda bulunan olarak değiştirildi.
Sonra çapulcu çok bulundu, Gezi Parkı eylemcileri “bunlar” olarak anılmaya başlandı. Bunlar, şunlar, onlar dilimizdeki şahıs zamirleri. Sayın Erdoğan tarafından ismi anılmaya değmeyecek şahıslar gibi bir anlamda kullanıldı.
Geçen gün “bunlar” birden bire kemirgen oldu. Hangi türü bilmiyoruz. Kemirgen dediğin pek çok. Geniş bir yelpaze. Ama zannederim gemi dibindeki kemirgenler dendiği için bahsi geçen sıçanlardı. Aynı halk alışverişe ambargo koyduğu ve ekonomiyi zora soktuğu için kemirgen ilan edildi. Gerçi sayın Başbakanımız zannediyorum faiz lobisine karşı kredi kartı kullanmayın dediğinde ben de hayretler içinde kalmıştım. Hayırdır, Türkiye ekonomisini bitirmeye and mı içtiler diye düşünmüştüm. Zira bizim ülkemizde cepte hazır para ne gezer? Kredi kartları olmasa aslına bakacak olursanız o bahsi geçen gemi çoktan batmıştı. Batıp batmaması gerektiği başka bir konu, onu ekonomiciler tartışsın. Belki de dünyanın sil baştan yapmaya ihtiyacı vardır, ama dediğim gibi ben o

Yazının Devamı

Başım açık diye gamsız değilim

23 Temmuz 2013

Üç gün öncesinin Radikal gazetesinde güzel bir röportaj vardı. Ayça Örer’in röportajında iki köşe yazarı Murat Menteş ve Koray Çalışkan bir araya gelerek Y kuşağının Z raporunu almışlar, neler olup bittiğine dair konuşup, bu herkesi şaşırtan gençliğin analizini herkes gibi bir kez de onlar yapmaya çalışmışlar.
Belki hatırlarsınız birkaç hafta evvel Menteş muhafazakar Y kuşağı üyeleri ile konuşmuş, onların hassasiyetlerine, alınganlıklarına, düşüncelerine yer vermişti. Tabii sanki başka kimsenin türbanlı eşi dostu yokmuş, yahut başı kapalı olmayanlar muhafazakar kişilerle hiç bir araya gelmiyormuş gibi sadece Menteş’in görüşlerini referans almak yanlış olur ama kendisi bu röportajda şöyle diyordu, dikkatimi çekti: “Bu kızlar 130 kişilik bir amfideler. Arkadaşları Gezi’ye gidiyorlar ama bir şekilde bu kızlar kendilerini oraya ait hissetmiyor. Başörtülülerin bir durma anları var. ‘Ben bu lokantaya girebilir miyim, ben bu derste soru sorabilir miyim, ben bu kıyafeti deneyebilir miyim?..’ gibi.” Hayhay, doğru, yalnız bir itirazım var.
Otobüste hırka
Konuşanlar ister duyarlı entelektüel erkekler, ister halkın genel nabzını elinde tutmakla yükümlü hükümet yetkilisi olsun kadın

Yazının Devamı

Mücadeleye devam

19 Temmuz 2013

Sinekle mücadelem bitmiyor. Belki hatırlarsınız bundan birkaç ay önce, baharın gelmesiyle birlikte Şişli’nin Kurtuluş Semti’nde nasıl bir sinek hücumuna uğradığımızı, mahalledeki herkesin nasıl sineklerle ilgili komplo teorileri ürettiğini yazmıştım. Baharı atlattık, yaz geldi, ben göçmen kuşlar gibi yuvaya, Ege’ye göçtüm. Bahçemizde oturacağım, doğayla iç içe kitabımı, yazılarımı yazacağım, İstanbul’da son iki aydır yaşadığımız sinir harbinden uzaklaşacağım derken gene huzuru bulamadım. Zira bir kez daha sinekler adeta canıma kastetti.
Yeni bir şey değil, hemen hemen her yaz yaşadığımız bir problem. Bahçeli ev yapmışız, lakin sinekler güneş iyice çekilene kadar ortadan kaybolmadığı için oturamıyoruz. İnat edip otursak da tek mevzu var: sinek. Komşular geliyor gidiyor, sinekten konuşuyoruz. Çoluk çocuk oturuyoruz, pişti oynayacağız, kağıtla sinek kovalıyoruz.

Olmaz olsun misafir
Birini çaya davet edelim diyoruz, sinek teröründen misafirperverlikten vazgeçtik. Eskiden poğaça yapardık, mis gibi kokular yayılırdı etrafa, şimdi aman diyoruz boşver, poğaça, karpuz, elma, armut, kiraz, kızartma lazım değil. Hiçbir şey yemeyelim, aç oturalım, yeter ki şu psiliklerin

Yazının Devamı