Aslı Perker

Aslı Perker

asli.perker@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Son yazımın yayımlandığı gün yeğenimden bir telefon aldım. Yazımda bir tutarsızlık olduğunu anlatıyordu. Ne olduğunu söylediğinde yaptığım hataya inanamadım. Bir bilgi yanlışı değil de düşünce akışımda sapma olduğu için çok kahretmedim.
Tıpkı yeğenim gibi bazı okurlardan da e-mail geldi, yanlışa dikkat çekiyorlardı, yazıya Ağrı ile başlayıp, Van ili ile bitirmiştim, sağ olsunlar, haklı olarak uyarıyorlardı. Bir okur beni bu iki ilin bulunduğu Doğu Anadolu Bölgesi’ne karşı önyargılı olmakla suçluyordu. Suçluyordu demeyelim de o da bir önyargıda bulunuyordu. Gerçi ben bölgeyle ilgili kendi fikrimi beyan etmemiştim ama demek ki bu okur da bir bakıma haklıydı, zihnimde Ağrı demek Van demekti. Düşündüm, gerçekten de öyle, benim için Doğu Anadolu Bölgesi’nin illeri birbirine bağlanır, hepsi kardeştir, aklımdan biri geçer ben ötekinin adını telaffuz ederim. Zira sınırı renklerden beyaz ile çizerim. Yani karın rengi.

Muşigan Eyaleti
Hatta biz aile arasında bölgeye Muşigan eyaleti de deriz. Eski bir dosttan kalma tabir. Bir de güzel anekdot var. Zamanında Muş Şeker Fabrikası müdürlerinden biri bir gün odasında ellerini arkasında kavuşturmuş, camın önünde durmuş bakıyor. Dışarıda göz alabildiğince kar. Aylardır durmamış. Babam odaya giriyor, hayırdır müdürüm diyor, iş yok mu? Müdür kollarını açıyor, “Cenab-ı Hak müsade etmiyor ki çalışak.”
Okurumun söylediğinin aksine bu bölgeye karşı bir önyargım yoktur, zira önyargı bir konu, kişi, yer vs ile ilgili bilgi sahibi olmadan bir kanıya varmaktır. Oysa ben bölgede yaşamış biri olarak önyargıdan ziyade net bir yargıya sahibim. Tamamıyla kendi deneyimlerime dayalı bazı fikirlere. Ki bunların çoğu da kötü değildir. Lakin gerçekler söylenecekse tam yeridir, Doğu Anadolu’da yaşamak kadın cinsine mahsus biri için bir hayli eziyetli olabilir.
Ama bu konu başka bir sefere kalsın, nasıl olsa yeri gelir bahsedilir. Benim esas değinmek istediğim yazıda hata konusu.

Bitmeyen hamilelik
Romanlarım da olduğu için aslında yazarken bir hayli titizlenirim. Zamanların birbirine uyuyor olması, karakterlerin dillerindeki tutarlılığı korumaları, bir sahnenin bir anda bir başkasına dönüşmemesi zannediyorum hata yapmaktan korktuğum alanlardır. Ancak bir roman teslim edildikten sonra artık iyisiyle kötüsüyle elden çıkmıştır ve daha sonraki baskılarda yanlışlıklar düzeltilebilecek olmalarına rağmen kamuya mal olmuştur. Birileri muhakkak kusurları görecektir.
Ve kasten bazı hatalara dokunmam, çünkü bir okur olarak hataları severim. Bir romanda açık yakaladığım anda rahatsız olmak yerine yazara karşı olan sempatim artar. O kusuru nasıl işlediğini merak ederim. Sonra farkına varıp varmadığını, neden değiştirmediğini. Bir defasında Oya Baydar ile bu konuyu konuşmuştuk, kendisi bana yazının kusur kaldırmayacağını söylemişti. Onun kadar usta birinden duyunca bir müddetliğine ben de fikrimi değiştiriyor gibi olsam da fabrika ayarlarıma geri döndüm.
Misal, yıllar evvel Flaubert’in Duygusal Eğitim adlı kitabını okurken daha ilk sayfalardan aklımın karıştığını hatırlıyorum. Başta genç kızın şapkası olduğu söylenirken hemen ardından ortadan ayrılmış saçlarının güzelliğinden bahsediliyordu. Başında şapka varsa saçlarının ortadan ayrıldığını nasıl biliyorduk? Bir başka karakterin hamileliği ise o kadar uzun sürüyordu ki doğum yaptığında neredeyse 28 ay gibi bir rakam ortaya çıkıyordu. Ama ben Flaubert’i gene de seviyordum.
Yanlış anlaşılmasın, hatamın üzerini örtmeye çalışmıyorum. Bilakis tekrarlıyorum ki yazar her yönüyle biline, tanına ve sürçülisan ettiyse affola.