Avustralya’ya giden yol uzun

26 Aralık 2008

165 dakikalık aşk masalı Australia Avustralya, bugüne kadar sonunu en zor getirdiğim filmlerden biri oldu. Film hiç bitmeyecek sandım! Küçük çocuk yolculuğuna çıkıp dönecek, Mr. Drover birkaç altı ay daha sürü getirip götürecek, Mrs. Boss bekleyecek, çocuk büyücek, evlenecek, herkes yaşlanacak ama filmin sonuna varamayacağız!
Filmi Cinecity Sinemaları’nın L’Oreal ile birlikti düzenlediği ‘Girls Night Out’ gecesinde seyrettim. Salonda normal seanslardan daha rahat ve samimi bir hava vardı. Son yarım saatte, her “Artık bitti herhalde!” dediğimizde, perde kararmayıp yeni bir sahne başlayınca seyircilerden “Yok artık!” sesleri bile çıktı.
Moulin Rouge ve Romeo - Juliet ile tanıdığımız yönetmen Baz Luhrmann, yedi sene aradan sonra Avustralya için kamera arkasına geçti. Avustralyalı yönetmen Luhrmann, oyuncularını da memleketlilerinden seçmiş. Sidney doğumlu Hugh Jackman ve ailesi Avustralyalı ama kendisi Hawaii doğumlu Nicole Kidman. Filmin küçük anlatıcısı ise uzun aramalar sonucu Broom bölgesinden bulunan 12 yaşındaki Brandon Walters.
Film, 1939 yılında İngiliz aristokrat Lady Sarah Ashley’in Avustralya’ya gelişi ile başlıyor. Kötü bir sürprizle karşılaşan kadın, küçük bir yarı

Yazının Devamı

Yapraklar böyle döküldü

19 Aralık 2008

Geçtiğimiz haziran ayında, Altın Koza Film Festivali’nde, hakkında çok az şey bilerek seyretmeye gittiğim ve ‘tokatlanmış’ olarak çıktığım Sonbahar, Türk sinemasının bana yaptığı en büyük sürprizlerinden biri oldu. Sonbahar, neredeyse gittiği her festivalden ödülle dönüyor, görenlerin ağzından övgü ve saygı sözcükleri dışında bir şey çıkmıyor. Film, yönetmen Özcan Alper’in ilk uzun metrajlı işi. Atıf Yılmaz ve Yeşim Ustaoğlu filmleri, Saklı Yüzler ve geçtiğimiz haftalarda gösterilen Hüseyin Karabey’in Gitmek’i gibi filmlerin kamera arkasında görev yapmış olan Alper, Sonbahar’ın senaryosunu da yazan isim. Film F tipi ceza evlerini protesto etmek için ölüm orucuna giren Yusuf’un ‘hayatının sonbaharı’nı anlatıyor.
Yusuf, geçirdiği ağır hastalığın tedavi edilemeyeceği anlaşılınca yıllardır yattığı cezaevinden tahliye edilir. Katıldığı ölüm orucu eylemleri Yusuf’u oldukça bitkin düşürmüştür. Hasta genç, cezaevinden çıkıp köyüne, Çamlıhemşin’e annesinin yanına gider. Cezaevinde geçirdiği yalnız ve zor günler, Yusuf’u sessizliğe gömmüştür. Ölüme bile sessiz ve yalnız gitmektedir. Yusuf son günlerini, evinde, annesi, çocukluk arkadaşı Mikhail ve yeni tanıştığı Gürcü kızı Elka ile

Yazının Devamı

Dünya yeniden duruyor

12 Aralık 2008



1951 yapımı, bilimkurgu klasiklerinden The Day The Earth Stood Still / Dünyanın Durduğu Gün, bu hafta yeni bir yüze kavuşuyor.
57 yıl önce, yapımcı Julian Blaustein, halkın Soğuk Savaş hakkındaki şüphe ve korkularını dile getiren bir film yapmaya karar verdiğinde, okuduğu yüzlerce hikâye içinden Harry Bates’in Farewell to the Master’ını seçmiş. Film, gösterime girdiği sene Hollywood Yabancı Basın Derneği’nden ‘uluslararası anlaşılabilirliği’ desteklediği için özel bir Altın Küre ödülü almıştı.
O zaman Robert Wise’ın yönettiği filmin yeniden çevrimini Scott Derrickson yönetiyor. Derrickson verdiği bir röportajda, önünde olağanüstü bir film olduğunu, yeni filmi bir yeniden çevrimmiş gibi düşünemeyeceğini söylüyor ve ekliyor “Bir Robert Wise filminden daha iyisini yapamazsınız!” filmin başrollerindeki Michael Rennie ve Patricia Neal yerine bu sefer Keanu Reeves ve Jennifer Connelly var.
Film, uzay aracı ile Washington D.C.’ye inen, Klaatu’nun insanlığı, insanın kendisinin yol açtığı tehlikelerden korumak için dünya liderlerini uyarmasını konu alıyor. Filmin ilk çevriminin imdb.com sitesinde en iyi 250 film arasında yer aldığını da hatırlatayım.

Yazının Devamı

Yontma Taş Devri uzaydan iyi

5 Aralık 2008




Onların, yapım süresince verdikleri bütün emeklere, geçirdikleri 15 haftalık çekim sürecine ve harcanan bütün paraya değmiş, bizim de bu kadar merakla beklediğimize... Özellikle geçtiğimiz ay peşpeşe gelen fragmanlar ve teaser’larla merakımızı tavana vurduran A.R.O.G sonunda hazır, bugün sinemalarda gösterilmeye başlıyor.
G.O.R.A. ile aram pek iyi olmadığıdan A.R.O.G’dan ilk beklentim daha iyi bir film olmasıydı. Türünün, Türk sinemasındaki en iyi örneklerinden biri olan A.R.O.G, her açıdan G.O.R.A.’dan çok daha iyi. Film, hem teknik olarak, hem senaryosu ile, hem de hikâye anlatımıyla G.O.R.A.’yı epey sollamış.
Hikâyesi, kostümleri, oluşturulan mekânlar ve aksamayan oyunculuklarıyla A.R.O.G., kuşkusuz Türk sinemasının altından en iyi kalkılmış filmlerinden biri. Fakat benim için 128 dakikalık bir kahkaha tufanı da olmadı A.R.O.G. “İyi bir film mi?” sorusuna vereceğim “Kesinlikle evet” cevabını “Çok komik mi?” sorusu için ne yazık ki yineleyemeyeceğim. A.R.O.G da G.O.R.A. gibi benim komik anlayışıma uyan, bana kahkahalar attıran bir film değil. Fakat bu kadar iyi yapılmış fantastik bir Türk filmi seyretmek, filmde figüranlı sahnelerin bile eğreti durmadığını görmek

Yazının Devamı

Onları bir de böyle görün

28 Kasım 2008

Acaba Brad Pitt mi daha salak, daha durgun beyinli, George Clooney mi? Yoksa John Malkovich mi? Karar veremiyorum... Hepsi birbirinden tuhaf. Üstelik bu liste onlarla sınırlı kalmıyor. Francess McDormand, Tilda Swinton ve Richard Jenkins de kuş beyinlilik konusunda onlarla yarışıyor!
Joel ve Ethan Coen kardeşler, son filmleri Burn After Reading Aramızda Casus Var’da, Türkçe’ye budalalık, gerizekâlılık, ahmaklık, enayilik şeklinde çevrilebilen ‘idiocy’ kelimesini işliyorlar. Biri alerjisine takmış, biri kulağında ipod’u takınca dünyadan kopuyor, öbürü orasını burasını kestirip ‘vücuduna yatırım yapmak’tan başka şey düşünmüyor. Biri de ‘intikam’ kitabı yazacak!
Aramızda Casus Var, geçtiğimiz Venedik Film Festivali’nin açılış filmi idi. Film, Washington’da geçiyor. Yönetmenler filmlerini “Profesyonel, kişisel ya da cinsel krizler geçiren bir grup orta yaşlı bireyin, ulusal güvenlik kavramı ekseninde gelişen hikâyesini konu ediyor. İşte bu yüzden filme bir Washington masalı diyoruz” şeklinde yorumluyorlar.
Aramızda Casus Var büyük ölçüde oyuncularından güç alan bir film. Coen’ler önce kafalarında oyuncuları belirleyip, rolleri onlar için yazmışlar. Filmin özgün senaryosu Coen

Yazının Devamı

Osmanlı’nın mutsuz padişahı

21 Kasım 2008

Zamanının çok gişe yapan filmlerinden Kahpe Bizans çekileli dokuz sene oldu. Malkoçoğlu, Karaoğlan gibi Yeşilçam klasikleri ile dalga geçen Kahpe Bizans’ı 2.5 milyon kişi seyretti. Bu başarının ardından seyirciyi yeni bir film beklentisine sokan Gani Müjde uzun zaman sinema piyasasında görünmedi. Şimdi nedeni sorulduğunda, bu süre zafında içine sinen bir proje olmadığından film çekmediğini söylüyor. Ta ki Serdar Ortaç’ın “Bu devirde kimse sultan değil, hükümdar değil...” diyen şarkısı kendisinde bir yeni proje fikri oluşturana kadar.
Sezen Aksu sürprizi
Geçtiğimiz akşam Lütfi Kırdar’da Gani Müjde’nin yeni filmi Osmanlı Cumhuriyeti’nin ilk gösterimine gittim. Müjde açılışta “Bundan dokuz sene önce bu sahnede Kahpe Bizans için konuşmuştum. Bu arada film yapmadım ama çok gelişme kaydettiğimi düşünüyorum. En azından bu gecenin davetiyesinde yönetmen olarak adım yazıyor” diyerek büyük alkış aldı.
Gani Müjde’nin Osmalı Cumhuriyeti, “Eğer Atatürk olmasaydı, Kurtuluş Savaşı yapılmasaydı, şu anda nasıl bir ülkede yaşıyor olurduk?” sorusunun cevabını mizahla karışık bir aşk hikâyesiyle veriyor. Filmin ana karakteri Padişah rolünde Ata Demirer, âşık olduğu kadın rolünde ise Vildan

Yazının Devamı

Bu yolculuk her yiğidin harcı değil

14 Kasım 2008



“Aşk insanın gözünü kör eder, aşkın insana yaptıramayacağı şey yoktur” derler, doğrudur. Aşk uğruna göze alınabilecekler, sağlam kafayla düşünüldüğünde genelde delicedir. Ayça Damgacı’nın çıktığı yolculuk ise çok âşık da olsa her yiğidin harcı değil..
Ayça Damgacı 30’lu yaşlarda bir oyuncu. İktisat okumayı yarıda bırakıp, oyunculuk eğitimi almış. İşe tiyatro ile başlayan Damgacı’nın ilk sinema filmi yönetmen Ravin Asaf’ın 2003 yılında çektiği Sarı Günler.
Filmin setinde Kuzey Iraklı oyuncu Hama Ali Khan ve Ayça Damgacı arasında başlayan aşk, Gitmek: Benim Marlon ve Brandom - My Marlon and Brando filminin çıkış noktası. Bu hafta gösterime giren, hem yerli hem yabancı festivallerden bol ödül alan film, bu aşkın gerçek hikâyesini anlatıyor. Filmde, Ayça Damgacı ve Hama Ali Khan kendilerini oynuyorlar. Damgacı, aşkı uğruna çıktığı yolculukta yaşadıklarını, filmin yönetmeni Hüseyin Karabey ile birlikte senaryolaştırmış.
Ayça Damgacı ve Hama Ali Khan film setinde birbirlerine âşık olup birlikte sadece 25 gün geçirdikten ayrılmak zorunda kalırlar. Türkiye’de kalma izni biten Hama Ali Khan, Ayça Damgacı’ya İstanbul’a dönme sözü vererek K. Irak’a gider. İki sevgili kavuşacakları

Yazının Devamı

Bond’un huyu suyu değişti

7 Kasım 2008

Her sabah bir Bond filmi seyrederek güne başlamak istiyorum!
22. Bond filmi, Quantum of Solace’in sabah 10.00’da yapılan basın gösteriminden çıktıktan sonra ağzımdan çıkan ilk cümle bu oldu.
Yüksek bir tempo, istediği herkesi haklayan, ne giyse yakışan, çekici bir adam, çok güzel bir kız, arabalı, uçaklı, tekneli müthiş kaçma-kovalama sahneleri, intikam, yüksek müzik, iletişimde en ileri teknoloji, sonunda da hep anlamlı bir öpücük!
Yeni Bond filmi Quantum of Solace, adını Ian Fleming’in yazdığı, Türkçeye ‘Biraz Teselli’ olarak çevrilen kısa bir hikâyeden alıyor. Bu hikâyede vali ile Bond arasında geçen bir konuşmada ‘Quantum of Solace’ terimi; iki insan arasında bütün anlaşmazlıkların atlatılabilceği, cinayetin bile affedilebileceği fakat taraflardan birinin insanlığının ölmesinin affedilemeyeceği şeklinde açıklanıyor.
Filmin senaryosu Paul Haggis’in başında olduğu bir grup tarafından yazıldı. 46 yıllık Bond serisinin ilk devam filmi Quantum of Solace, Casino Royal’in bıraktığı yerden başlıyor. Daniel Craig ve Casino Royal ile birçok yönden alışılmış Bond tarzının dışına çıkan yapımcılar bu tutumlarını yeni filmde de sürdürüyorlar. Filmin yönetmeni The Kite Runner,

Yazının Devamı