Vay haline!

24 Eylül 2011

"Fenerbahçe, Kayseri'deki göz kamaştırıcı mücadelede üç puanı kör kuyudan çıkardı" dersek eğer, lafının tam yeridir hani...
Evet... Emre, Gökhan ve Mehmet Topuz gibi as oyuncularından yoksun kalmak, Özer-Gökay-Orhan-Sezer gibi henüz sarı-lacivertli formayı yadırgar bir iklimde ısınmaya çalışan oyuncularla gümbür gümbür yarışmak pek de kolay bir şey değildir. Hele hele de deplasmanda yarışıyorsanız. Ancak iyi niyetleri hiç tartımasız bu futbolculara forma vermekte cimrilik yaparsanız kimlerle paylaşacaksınız ki koskoca bir lig mevsiminin kaderini...
Kayseri, Caner'in erken gelen şok golüyle "kırmızı alarm yemiş özel tim gibi" birden ayaklanıveriyordu maç boyunca sahasında... Gol yemek korkusuyla da olsa tüm hatlarıyla ve inanılmaz bir fiziksel zenginlikle yükleniyordu Fenerbahçe defansının üstüne... Sağ ve sol kanatlardan yapılan çok çabuk ve görkemli bindirmelerin yanında Sefa, Santana gibi futbolcuların Fenerbahçe'nin zayıf bölgesi olduğunu bildikleri Yobo ve Bilica'nın savunduğu defans hattının ortalarına yaptığı ani dalışlar attığı golü sahiplenmeye çalışan Fenerbahçe'yi hem endişelere düşürüyor, hem de 90 dakika sürecek bir fırtınanın ilk uğultuları sarıp salmalıyordu

Yazının Devamı

Bayanlar galası

21 Eylül 2011

Yine bir ilk yaşanmaktaydı Kadıköy’de... “Bayanlar gecesi” olarak da yorumlanacak dünkü kıyasıya yarışmada Fenerbahçe’nin 12. gücü olarak hanım ve çocukların doldurduğu tribünlerdeki tezahürat ayrı bir “nezaket ve nezahat havası” taşıyordu bu çok özel gecenin gündemine...
Dünkü olağanüstü mücadelenin son dakikasına kadar müthiş bir tribün desteğiyle oynayan Fenerbahçe’ye çeşitli defansif ve ofansif pozisyonlardaki sert oyunuyla adeta kan kusturuyordu Manisaspor... Sahanın her bölgesinde amansız bir “pres harekatı” ile sarı - lacivertli oyuncuları adeta kelepçe altına alan Manisaspor’un hocası Kemal Özdeş’in bu taktiği kendisine göre doğruydu da özellikle Fenerbahçe’nin kaptanı Alex’e yapılan ikili-üçlü makaslamalardaki “gaddarca tavırlar” acaba Özdeş’in biraz da “çaresizlik içindeki çare” tenbihleri değil miydi dersiniz oyuncularına?
Fenerbahçe iki günde bir lig maçı oynama zorunluluğunun zorluklarını yaşamaktaydı çok renkli 90 dakikada... Dia’nın golünde yaptığı çok başarılı hareketin dışında, Caner ne oynuyordu ki dünkü yarışmanın bütününde... Gökay için genç deyin, “zaman tanımak lazım” diye düşünün, siz bilirsiniz... Ama ayağına gelen sayısız rahat topu bilinçsizce

Yazının Devamı

Arena’da mutlu son

19 Eylül 2011

Galatasaray, Samsunspor’u yeni ve muhteşem evi Arena’da ağırlarken, kolay bir galibiyet beklemiyordu zaten.
Çünkü Fatih Terim’in sezon açılışından beri takımdan ayıklamalar yapıp yeni transferlere soyunması öyle kolay yerine oturacak bir yenilenme harekatı olamazdı ki... Düşünelim. Geçmiş 5 sezonda tam 7 teknik direktör gelip gitmişti Cim-Bom’a. Feldkamp’tan, Rijkaard’dan, Skibbe ve Hagi’sine kadar hiçbiri başarılı bir ekip yaratamamış sadece arada Cevat hocamız şampiyonluk kazandırmıştı, sarı-kırmızılı camiaya.
Galatasaray formasını giyip çıkaran yabancı futbolcu sayısını hesaplamaya kalkarsak eğer, kafamız sahada oynanan Samsunspor lig oyununu dahi unutturabilir bizlere. Yani Fatih hoca Galatasaray’da elini taşın altına koymak değilde, kafasını giyotine uzatarak girişti Galatasaray’daki yenilenme harekatına...
Melo, Eboue, Riera, Elmander, Ujfalusi, Selçuk, Kazım, Baros gibi ayrı ayrı futbol karakterindeki isimlerin bir arada mental olarak yoğurup, fizik olarak zirve verimi çıkarabilmek öyle kolay bir işmidir ki... Dün gördük. Cim-Bom orta alandan gol bölgelerine çıkmaya çalışırken çabuk düşünüp, çabuk oynamak gerçeğinde nedenli kararsız, yani düşüncesiz ve yavaştı.
Fu

Yazının Devamı

Son darbe işareti!

17 Eylül 2011

Fenerbahçe, Gaziantep’te oldukça zorlu bir 90 dakikanın yaşanacağı ürküntüleri içerisinde yola çıkmaktaydı yarışmada...
İki takım da henüz kıvamına gelmemiş adalelerin yarattığı sıkıntılı dolu sakatlıklarla boğuşup durmaktaydı oyunun başlagıçlarında... Hatta yarışmanın çok önemli isimleri daha ortada hiç bir rakip çarpması dahi yokken bile kıvranıp kalmaktaydılar zaman zaman çimenlere... Yani göze batıcı bir futbol üslubunu yakalamak için iki taraf da oyunda diri kalmanın yollarını ararlarken bir ay tehir edilen ligin ve henüz ısınamamış yarışmaların acı gerçekleriyle boğuşmaktaydılar adeta...
Tabii Cristian’ın sol çizgiden kaldırdığı topu altı pasın üstünde eliyle kesen ve yönünü değiştiren Dany’nin net penaltısına Bülent Yıldırım niçin düdüğünü çalıp sarı kartını çıkarmadı hayret doğrusu... Tabii Yobo’nun ilk devre sonunda Wagner’e ikram ettiği hatalı pastaki pozisyon kabahati neden Fenerbahçe filelerine sayı olarak düşmedi, onu da Antep’in sağ kanadından bindirme yapması gereken oyuncuya sormalı sevgili Tolunay kardeşimiz...
Ama Olcan’ın enfes vuruşuyla ayaklanan Antep tribünleri ile 300. kez sarı-lacivertli formayı giyen Alex’in yarattığı golle skoru eşitleyen

Yazının Devamı

Fenerbahçe başrolde

13 Eylül 2011

Fenerbahçe ligi Orduspor maçıyla selamlarken mücadele gücü ve futbol mantığı olarak geçen yılın kopyası bir oyun ciddiyetini sergilemekteydi Saracoğlu’nda...
Tribünler boşmuş kimin umurunda... Sahada Emre ve Gökhan gibi joker isimler sakat. Lugano, Niang gibi son derece önemli isimler uçup gitmiş. Bütün bu sıkıntıları taşımakla birlikte Bekir, Ziegler, Bienvenu ile takım bütünlüğünü korumaya çalışmaktaydı sarı -lacivertli kardo...
Gerçi Orduspor’un yepyeni, diri kadrosu ve Metin Diyadin kardeşimizin çok da akılcı oyun taktiği Fenerbahçe’ye çok da zor anlar yaşatmaktaydı 90 dakikanın içerisinde...
Hele Fatih Tekke’nin ilk yarıda sıfır noktasında topun altına girip hayretler içerisinde kaçırdığı sayıyı izledikten sonra birden kafamızdan “şike avcıları” geçiverdi aniden...
Lig serüveninde eğer ilk haftayı değil de, kızışmış bir puan çekişmesi zamanlarını yaşasaydık eğer “tahta kafalı futbol mukallitleri” ne dedikodulu laf kalabalığı takarlardı kim bilir bu pozisyonun peşine...
* * *
İkinci yarıya tek gollük yenilgiyle başlayan Orduspor gayet dirençli bir karşı harekat ile Fener’i sürekli sıkıştırıyor, hem defans hem orta alan ve atak çıkışlarındaki kalabalık

Yazının Devamı

Kazanmalıydık!

7 Eylül 2011

Grup ikinciliği yarışmasında yüksek tempo bir 90 dakika yaşanmaktaydı Avusturya’da...
Ev sahibi Avusturya kendi evinde misafir ağırlamanın verdiği rahatlık ve ille de kazanmasının gerektiğinin de bilinci içinde oldukça tempolu bir oyun üslubu ile karşı koymaktaydı millilerimize...
Bizim ise sakatlık ve cezalı as oyunculardan yoksun oluşumuza rağmen ortaya koyduğumuz mücadele ise “elden geldiğince” denilecek kadar anlamlı, heyecan verici ve yaratıcı anların bizden yana olduğu bir gece olarak tarif edilebilirdi.
Gerçi ilk yarıda Sabri, değişerek oynayan Arda’nın sağ kanattaki çalışmaları arasında doğan orta alan boşluğunda Avusturya yürek hoplatacak atak ve tehlikeler yaratıyordu doğrusu... Özellikle Alaba isimli siyahi oyuncu uzun ve fuleli deparlarla o bölgeyi alt-üst ederken orta alanın sağında forma giyen Yekta ile yardımlaşmada rötarlı kalan Umut çizgiye yakın oynayıp o bölgeyi kapatmakta geç kalmaktaydılar...
İki takım da defansını kalabalık tutup önce gol yemekten uzak durma hesaplarını yapmaktaydılar... Karşılıklı bir kaç gol pozisyonundan en önemlisi ise Burak’ın kafa vuruşunda direği sıyırıp dışarı çıkan toptu. İşte yukarıdaki özette oldukça hızlı bir tempoda

Yazının Devamı

Kader gecesi!

3 Eylül 2011

Milli Takım, grubundaki ikinciliği garantiye almak adına kazanmaya mecbur olduğunun bilinci ama uluorta bir dağınıklığın içinde yaşanan bir 90 dakikayı oynamaktaydı Arena’da...
İyi ama futbol sezonunun bilinen sebeplerle ileri tarihe kaydırılmasının acıklı sıkıntıları da oyundaki her pozisyonda açıkça sırıtmaktaydı Milli Takım oyuncularının fiziksel mücadelelerinde...
Her zaman hazırlık maçlarında mekik gibi hızlı ve düzgün çıkışlarla rakibin üzerine yüklenme maharetlerini seyrettiğimiz orta sahamız, hatta Arda’mız, Emre’miz ile oyunun özellikle ilk yarısında maçı yönlendirme ve kişisel hareketlerini yaratma becerilerinden çok uzaklarda yaşamaktaydılar...
Kazakistan gibi iki-üç pas yapmaktan bile yoksun görünen bir takıma top göstermeden ve mekanik bir hızda oynaması gerekmez miydi ay-yıldızlı ünlü ayaklarımızın?
Gole çıkışlarımızda bilimsel, meziyetli ve organize olmaktan çok uzaklardaydık. İkinci yarıda Arda’nın yarattığı tehlikede Selçuk’un berbat vuruşu tribünlere ve ekranlara can sıkıcı anlar yaşatan geceyi bizden daha iyi anlatmıyor muydu sizlere?
Zaten bu talihsiz pozisyonun hemen arkasından gelen Kazaklar’ın “rotarya golü” ile çok doğru penaltıyı direklere

Yazının Devamı

Milli forma Türkiye’dir

11 Ağustos 2011

Bazı tribün kılıksızı seyirciler niçin gelmişlerdi Arena tribünlerine? Millilere moral yağdırıp, önümüzde seri halinde oynanacak kritik maçlara destek sağlamaya değil mi?
Eğer öyleyse kaptan Emre’yi sürekli protesto ıslıklarıyla oyundan düşürmeye uğraşmak niye ki! Kulüpçülük fanatizmi mi, kafaların içindeki çirkinlik mi, yoksa Milli Takım’a karşı bir tavır mı? Efendiler, ay-yıldızlı forma layık görülmüş her oyuncu artık sahadaki TÜRKİYE’dir bilesiniz...
Ayrıca Emre’nin aldığı penaltı, klas bir vuruşla attığı gol ötesinde ikinci sayıdaki Kazım’a çıkardığı enfes pas bilmem sizlerin bulanık fikirlerinize gerekli bir cevap olabildi mi?
* * *
Milli Takım’ın zorlu maçlar öncesi rakip olarak Estonya gibi hafif bir takımı seçmesi bizce çok da normaldir... Son maçları içinde Faroe Adaları’na dahi yenilen Estonya’nın oyuna erken pes etmesi de çok doğaldı aslında.
Ancak bizim üçlü hücum kurgusuna dönüşümüzde işler hiç de umut verici değildi. Burak oynadığı bölgede sanki bir yabancı futbolcu gibi. Orta alandan ikili - üçlü çıkışlardaki pas alış verişlerinde ileride buz gibi soğuk kalıyor. Halbuki daha hareketli olup, rakibinden önce top kapma yeteneklerini hızlandırabilse, kafaya

Yazının Devamı