Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Aysel Tuğluk, İmralı’da Abdullah Öcalan’la görüştükten sonra söylemini sertleştirdi. Demokratik Toplum Kongresi’nde (DTK) tehditler savurdu.
“Artık Mısır gibi Suriye gibi mi olur, bilinmez” diyerek, dayatmaları kabul edilmezse, Türkiye’yi bu ülkelere çevirebilecekleri tehdidinde bulundu.
Benzeri tehdit, İmralı’dan da geldi. Avukatlarıyla yaptığı görüşmede, “Tunus örneği”ni verdiği ve PKK destekçilerinin benzeri bir süreci başlatabileceklerinden söz ettiği öne sürüldü.

Çadır çabası
PKK’nın bu yöntemi kullanma girişimi yeni değil. Mısır’ın başkenti Kahire’nin Tahrir meydanında protestocuların kurdukları çadır, PKK ve destekçilerine de ilham vermişti.
Seçim kampanyası altında başta Diyarbakır ve İstanbul olmak üzere birçok il merkezinde çadırlar kurdular. Ancak hiçbiri Tahrir meydanındaki çadırlara benzemedi. Bundan sonra da ne kadar zorlanırsa zorlansın, benzemeleri mümkün görülmüyor.
Türkiye’nin, Tunus, Mısır, Libya veya Suriye ile karşılaştırılması gerçekçi değil. 30-40 yıldır dikta yönetimleri altında bulunan bu ülkelerdeki koşullar ile 88 yıl önce laik cumhuriyete, 60 yıl önce çok partili siyasi hayata geçmiş Türkiye’nin bugünkü koşulları kıyas kabul etmez. Buradan bir Suriye, bir Libya, bir Mısır, bir Tunus çıkmaz.

Demokrasiyi kötüye kullanmak
PKK ve siyasi destekçileri, demokrasiyi kötüye kullanıyorlar. Silahlı seçim kampanyası yürütüyorlar ve buna demokratik mücadele diyorlar. Terör ve tehditle bir kampanya yürütüyorlar.
Demokratik hak ve özgürlükler, terörün de bu kapsamda olduğunu göstermez. Terörün olduğu yerde demokrasi olmaz, demokratik mücadeleden söz edilemez.
Seçim barajının yüksekliğini eleştirmek, demokratik kurallar içinde özerklik talebinde bulunmak, iktidar olursak iki dilli bir Türkiye olacak vaadinde bulunmak başka; bunları silahla, terörle dayatmak ve “yapmazsanız kötü şeyler olur; Türkiye Mısır’a, Suriye’ye döner” diye tehdit etmek başkadır. Bu ikincisine demokratik mücadelede yer yoktur.
PKK-BDP-DTK, seçim kampanyasını terör saldırıları ve tehditlerle sürdürürken, tehdidin büyüğü İmralı’dan seçim sonrası için geldi. Öcalan’nın avukatlarıyla yaptığı görüşmede, “15 Haziran son tarihtir. Ya müzakere olur ya savaş” dediği basına yansıdı.
İmralı, 12 Haziran’da yapılacak seçimlerin hemen ardından 15 Haziran’da “büyük müzakere” beklediğini, bu olmayacaksa, Türkiye’nin “büyük savaşa” hazır olması gerektiği mesajı veriyor.

İki bakış açısı
PKK’nın ve destekçilerinin talepleri ortada. PKK’nın olaya bakışı, “ya dediklerimizi yaparsınız ya savaş çıkar” biçiminde. Bu bakış açısına barış, çözüm, demokrasi arayışı demek mümkün olabilir mi? Olamaz.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 2005’teki “Kürt sorunu vardır” söyleminden, “Kürt sorunu yoktur, Kürt kökenli vatandaşların sorunu vardır” söylemine geçiş gerekçelerini açıkladı. “Bizden üç şey talep ediliyordu; anadilin serbest kalması, OHAL’in kaldırılması ve Çekiç Güç’ün gönderilmesi. Üçü de yapıldı” şeklinde özetlenebilecek bir izah yaptı. Bu noktadan sonra artık Kürt sorunundan değil Kürt kökenli vatandaşların sorunlarından söz edilebileceğini ifade etti. Bu bakış açısı, hükümet de dahil devletin anayasal kurumlarının durduğu çizgiyi gösteriyor. Bu, soruna kültürel alanda bireysel özgürlükler olarak bakıldığının göstergesi. Bunun anlamı, olaya PKK ve destekçilerinin baktığı gibi “özerklik” tanımı altında kolektif haklar şeklinde bakılmadığıdır.
Bu bakış açısının dayatmayla, tehditle değişeceğini düşünmek gerçekçi değildir.