Harun Uysal

Harun Uysal

harun.uysal@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Dünya emekçi kadınlar günü”nü yarın kutlayacağız. Geçen yıl Milliyet Ege’de 10 Mart’ta bu konuda bir köşe yazısı yazmıştım. Yazımın adı da “Kadının adı yok” idi. O yazının başlığını Duygu Asena'nın sayısız baskı yapan kitabından esinlenerek belirlemiştim. Aradan bir yıl geçti ve görüyorum ki “kadının adı hala yok”. Yine kadınlarımız tacize uğruyor, yaralanıyor ve vahşice katlediliyor. Üstelik bunlar artık basında, sıradan haber oluyor. Televizyonların arka haberlerine, gazetelerin arka sayfalarına düşüyorlar. Bu duyarsızlık devam ederse de uzunca yıllar yazılarımın başlıkları “hala, hala, hala...” olacak gibi geliyor. Yazık gerçekten çok yazık... Koşullar değişmediği için bu sütunda geçen sene yazdığım yazıyı biraz değiştirerek tekrar yazmak zorunda kalıyorum.
Bu günü kadınlar kolay kazanmadılar. 8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 10.000'i aşkın kişi katıldı.
İlk yıllarda anma için belli bir tarih saptanmamıştı. Tarihin 8 Mart olarak belirlenmesi 1921'de Moskova’daki “3. Uluslararası Kadınlar Konferansı”nda gerçekleşti. 1960'lı yılların sonunda ’ABD’inde anılmaya başlanmasıyla birlikte, dünya kadınlar günü daha fazla kamuoyunun gündemine geldi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul etti.
Türkiye'de ise ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın ve yığınsal olarak kutlanarak kapalı mekanlardan sokaklara taşındı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi'nden sonra dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmadı. 1984'ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından dünya emekçi kadınlar günü kutlanmaya devam ediliyor.
Kutlanmasına kutlanıyor da, kadına şiddetin de sonu gelmiyor.
Çünkü...
Kadına şiddetin temelinde feodalite ve eğitimsizlik yatıyor. Bir de erkek egemen toplumlara özgü olan hafifletici nedenler var. Küçük bir kıza tacizin, alıkoymanın ya da tecavüzün hafifletici nedeni ne olabilir ki? O çocuğun geleceğini karartmak hangi vicdana sığar. Hatta büyüdüğünde topluma yararlı insanlar kazandırabileceği düşünülerek ceza ağırlaştırılmalı bile. Bir insanın yaşamından, mutluluğundan daha değerli ne olabilir ki bu dünyada ?. Kadınları bir anne olarak düşündüğümüzde, hepimizin bir anası yok mu ?. Ve bizler analarımızı ne kadar çok severiz, onlara ne kadar çok değer veririz. Peygamberimiz “Cennet anaların ayakları altındadır” diye ne güzel söylemiş.
Tarihimiz boyunca değişik zamanlarda toplumumuzu yönlendiren kadınlarla ilgili bir çok olay biliyoruz. Yine tarihimiz boyunca savaşlar kazanan erkeklerimizi anaları yani kadınlar yetiştirmedi mi? O vatan evlatlarını doğuran da, büyüten de, acısını içine atarak cepheye gönderen de bizim kadınlarımız değil miydi? Ulusal kurtuluş savaşımızda binlerce kadınımız öküz arabalarıyla cephane taşımadı mı? Nazım Hikmet ”Kadınlarımız” şiirinde “Ve on beşlik şarapnelin çeliğinde / ince boyunlu çocuklar uyuyordu / ve ayın altında kağnılar / yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon’a doğru” dizeleriyle ne güzel anlatmış kadınlarımızın ulusal kurtuluş savaşımızdaki rollerini.
Sonuçta kadınlarımız yoksa geleceğimizde yok. Kadının toplumda layık olduğu yeri bulması için çalışmak, her medeni insanın görevi olmalı.
Bu vesileyle kadınlarımızın “Dünya emekçi kadınlar günü” nü kutluyorum.