Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


DİE’nin dün açıkladığı 2001 yılına ilişkin milli gelir verileri, geçen yıl yaşanan krizin boyutlarını çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Bu verilere bakınca 2001’de yaşanan krizin 1994’tekinden çok daha ağır ve derin bir kriz olduğunu da görüyoruz. 2001 krizinin bir özelliği de özel kesime çok daha ağır bir darbe vurmuş olması.
1994’te % 5.5 küçülen GSYİH 2001’de % 7.4, 1994’te % 6 küçülen GSMH de 2001’de % 9.4 küçülmüş. Harcamalar yoluyla hesaplanan milli gelir verileri ise çeşitli harcama kalemlerindeki gelişmeleri karşılaştırmamıza olanak veriyor. Tabloda da görüleceği gibi l994’te yalnızca % 5.4 azalan özel tüketim harcamaları 2001 yılında % 9.0 azalmış, yılın son çeyreğindeki azalma % 11.7’yi bulmuş. Dayanıklı tüketim mallarındaki azalma ise geçen yıl % 30.4 olmuş.
Yatırım cephesinde durum daha da vahim. 1994 krizinde % 9.1 azalan özel sektör sabit sermaye yatırımları 2001’de % 35.1 azalmış, yani 1994’teki azalmayı dörde katlamış. Özel sektörün makine - teçhizat yatırımlarındaki azalma ise geçen yıl % 49.6’yı bulmuş. Kamu kesimindeki yatırım düşüşü ise 2001’de % 22 olmuş ve özel kesimdeki düşüşün altında kalmış. 1994 krizinde ise tam tersi yaşanmış, kamu kesimindeki yatırım düşüşü özel kesimdekini dörde katlamıştı.

Türkiye’nin geleceği gerçekten Avrupa’ya mı endeksli? Yoksa içeride ve dışarıda birileri bizi avutuyor mu? Yıllardan beri gerçekleşmeyen umut verici senaryoları yazanlar bizi Avrupa Birliği (AB) içinde geleceğimizin parlak olduğuna, Türkiye’nin AB ile bütünleşmesinin büyük bir potansiyeli harekete geçireceğine inandırmaya mı çalışıyor?
Yavuz Canevi’nin başkanlığındaki konferans heyetinin geçen hafta İstanbul’da gerçekleştirdiği "Yarının Kurulması - Hedef 2023" konulu Forum İstanbul’da yerli ve yabancı konuşmacıları dinlerken bu sorular takıldı kafama. Daha sonra katıldığım bir toplantıda dile getirilen görüşler de hep aynı soruları getirdi aklıma.

AB’nin önemi
İlginç konuşmalara sahne olan Forum İstanbul’da, Avrupa Birliği(AB)’ne tam üyeliğin Türkiye’nin geleceğini belirlemede büyük önem taşıdığı farklı konumdaki konuşmacılar tarafından vurgulandı.
• Fransa’nın eski Maliye Bakanı Edmond Alphandery, Türkiye’nin IMF ile anlaşarak sürdürdüğü ekonomik programı hedeflerine ulaştırarak elde edeceği kazanımları ancak AB ile bütünleşerek sağlama alabileceğini söyledi. Alphandery’ye göre AB üyeliği Türkiye’ye sınıf atlatabilirdi, Polonya gibi ülkelerin deneyimi de bunun mümkün olduğunu kanıtlıyordu.
• Harvard Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dani Rodrik, Türkiye’nin "vahşi küreselleşme"nin kurbanı olacak ülkeler arasında değil de "uygar küreselleşme"den yararlanacak ülkeler arasında yer almasının AB ile bütünleşerek mümkün olabileceğini söyledi ve Türkiye’nin enerjisini bu yönde harcamasını önerdi.
• IMF İcra Kurumu üyesi Willy Kiekens de AB ile bütünleşme yolunda atılacak adımların Türkiye ekonomisinin gelişimini hızlandıracağını, Türkiye’nin AB Müktesebatı’nı benimseyerek özlediği verimlilik artışlarına ve büyüme hızlarına kavuşabileceğini söyledi.
Forumun benim izlemediğim ilk oturumunda konuşan ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Mark Parris de Türkiye’nin yerinin AB olduğunu belirtmiş.

AB bizi alır mı?
Forum İstanbul’u izleyen birinin, AB ile bütünleşmenin Türkiye’nin geleceği için taşıdığı önemin bu denli vurgulanmasından etkilenmemesi mümkün değildi. Ben de Forum’un ertesi günü beni yemekli toplantılarına konuşmacı olarak davet eden ve çoğunlukla işadamlarıyla serbest meslek sahiplerinden oluşan bir gruba bu izlenimimi aktardım. Onlardan gelen sorular arasında öne çıkan temalar şunlardı:
• Avrupa halkı Türkiye’nin AB içinde olmasını istemezken bizim ısrarımız doğru mu?
• Biz bu sosyal yapımızla nasıl bütünleşiriz Avrupa ile?
• Trafik kurallarına bile uymayan bu millet AB kurallarına nasıl uyar?
• Biz bu eğitim düzeyimizle nasıl Avrupalı oluruz?
• AB 80 milyonluk Türkiye’yi içine alacak kadar salak mı?
• AB ile bütünleşme bize ne getirecek, sorunlarımızı mı çözecek?
• AB, "dış güçlerin oyunu" olan küreselleşmeden bizi koruyabilecek mi?
• ABD’ye rakip olabilecek bir Avrupa Birliği oluşabilecek mi?
Aslında bunlar Türkiye’de yaşayan, aklı başında pek çok kimsenin kafasından geçen sorulardan bazıları. Sonuçları geçen hafta açıklanan yeni bir kamuoyu araştırmasına göre halkımızın % 74’ü Türkiye’nin AB üyeliği yönünde oy kullanacağını belirtmiş ama ne zaman bu konu açılsa yukarıda örneklerini verdiğim türden sorular ortaya atılıyor.

Golü kim atacak?
Bu tartışmada benim kafama takılan sorular ise geçmişten geliyor: Yaklaşık 40 yıl önce, bugün AB üyesi olan İspanya ve Portekiz’de faşist diktatörlükler sürerken, AB adaylığında önümüze geçmiş olan Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti (eski Çekoslovakya) gibi ülkelerde komünist yönetimler varken, halen AB üyesi olan Yunanistan’la birlikte, AB’nin öncüsü olan AET’ye ortak üye olan Türkiye nasıl oldu da tam üyelik kuyruğunun neden en sonuna düştü? Türkiye’de ve Avrupa’da hangi güçler, hangi etkiler bizi AB’nin dışında tuttu? Şimdi bu güçlerin etkisi kalmadığı için mi AB üyeliği bizim için bir umut ışığı olarak gösterilebiliyor? Yoksa bir kez daha kendimizi mi kandırıyoruz?
Ben kendi hesabıma, AB ile bütünleşmiş bir Türkiye’de çok daha iyi hissederdim kendimi. Böyle bir sonucun Türkiye’nin ufkunu açabileceğini de düşünüyorum ama Türkiye - AB ilişkilerinin geçmişine baktığımda bunun gerçekleşebileceğine pek inanamıyorum. Bugün gelinen noktada da bizi AB dışında tutmak isteyenlerin dayanışması, AB içinde yer almamızı isteyenlerinkinden daha güçlü görünüyor. Türkiye’de ve Avrupa’da bizim AB dışında kalmamızı isteyenler amaçlarına ulaşmak için mükemmel paslaşıyorlar ve bir gol daha atmaya hazırlanıyorlar.

İsrail Başbakanı Ariel Şaron’a çok haksızlık ediliyor son günlerde, adeta gaddar bir cani, ya da aklını kaçırmış bir fani gibi göstermek istiyorlar zavallı Şaron’u. Oysa hiç de öyle bir adam değildir benim bildiğim Şaron. İri cüssesine aldanmayın, BBG evindeki kediyi bile ezemez o. Hatta kedileri çok sever, "yakın, yıkın, öldürün, yok edin" diye emir vermekten fırsat buldukça sakin bir köşeye çekilip kedileri okşar, yerdeki karıncaları bile ezmekten çekinir.
Bu 1 Nisan gününde Başbakan Ecevit’le ilgili bir bilinmeyeni de açıklamadan edemeyeceğim. Sayın Ecevit’le Rahşan Hanım baş başa verip Enflasyon’u uyandırmadan Büyüme’yi coşturmanın (Enflasyon ve Büyüme kedi adları değildir) formülünü bulmuşlar, telif hakkı için IMF ile görüşme halindelermiş. Elde edecekleri telif gelirini de köykentlere harcayacaklarmış.