Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Davos toplantılarının müdavimlerinden, Foreign Policy dergisinin editörü Moses Naim’in ilginç bir gözlemi var: "Davos’ta en fazla dikkati çeken, toplantılara en kalabalık kadroyla katılan ülke ertesi yıl krize giriyor. Meksika ve Brezilya’dan sonra şimdi sıra ABD’de", diyor. Moses Naim, ABD’den dünya ekonomisine yansıması beklenen yavaşlamadan Avrupa’nın daha az etkileneceğini düşünenlerden. 2000 yılının "Avrupa’nın yılı" olacağını, hatta önümüzdeki on yılda Avrupa’nın ABD’ye üstünlük sağlayacağını iddia edenler de vardı Davos’ta.

ABD’nin ‘V eğrisi’
ABD ekonomisinin ciddi bir krize girip girmeyeceği Davos’ta en çok tartışılan konulardan biriydi. Davos’taki hakim kanı, faiz oranlarını hızla düşüren ve vergi indirimlerine hazırlanan ABD yönetiminin bir "resesyon"u (üst üste iki çeyrekte eksi büyümeyi) önleyeceği ve 2001 yılının ilk yarısında düşük seyredecek olan büyümenin yılın ikinci yarısında tırmanışa geçerek bir "V eğrisi" çizeceği yönündeydi. Ancak bu iyimser yaklaşımı kuşkuyla karşılayan ve 2000 yılının son çeyreğinde başlayan yavaşlamanın hemen atlatılamayacağını düşünenler de vardı.

‘Yeni ekonomi’nin kamburu
1990’lı yıllarda "yeni ekonomi" ile kanatlanarak yükseklerde uçan ABD ekonomisinin şimdi ciddi sorunlarla karşılaşabileceğini ileri süren Morgan Stanley Dean Witter’ın başekonomisti Stephen Roach’un 1 Şubat tarihli Financial Times’ta yer alan analizi özellikle dikkat çekici. 1990’ların ikinci yarısında bilgi teknolojilerine yapılan muazzam yatırımın bir fazla kapasite yarattığını, buna karşılık karsız çalıştıkları için tasfiye olan "yeni ekonomi" şirketlerinin yarattığı talebin giderek düştüğünü belirten Roach bunun etkilerinin hemen atlatılamayacağını ileri sürüyor.
2000 yılının üçüncü çeyreğinden itibaren sabit sermaye yatırımlarında gözlenen hızlı yavaşlama da Roach’un analizini doğruluyor. Bu analizi tamamlayacak faktör, hisse senetlerindeki düşüşten de olumsuz etkilenen ve zaten aşırı borçlu durumda olan Amerikan hanehalkının ve şirketlerin harcamalarını kısmaya karar vermeleri ve bu kararlarında ısrar etmeleri. Faiz ve vergi indirimleri bunu önlemeye yönelik önlemler ama başarılı olup olmayacakları henüz bilinmiyor. Bu uygulamalara karşın halk ve şirketler yeniden tüketmeye yönelmezse ABD ekonomisi yılın ikinci yarısında beklenen canlanmayı gösteremeyebilir ve 2000 yılı bir durgunluk, hatta "resesyon" yılı olabilir.

Avrupa’nın yıldızı
Asya krizinden bu yana "dünya ekonomisinin lokomotifi" olan ABD’nin bu rolü oynayamaz hale gelmesi halinde doğacak boşluğu Avrupa’nın doldurup dolduramayacağı da çok tartışıldı Davos’ta. Grafiklerde de görüldüğü gibi bu yıl ve gelecek yıl ABD’den daha iyi bir performans göstermesi beklenen Euro bölgesi ekonomilerinin ABD’ye göre avantajları şunlardı:
• Avrupa’da geçen yıl % 3.2 olarak gerçekleşen büyüme ABD’dekinden çok daha dengeliydi. Aşırı yatırımla bir kapasite fazlası yaratılmamış, dış açıklar dev boyutlara tırmanmamıştı.
• Almanya, Fransa, İtalya gibi Euro bölgesi ülkeleri vergi indirimlerini ABD’den önce devreye sokmuştu.
• Avrupa’da hahenalkının ve şirketlerin borçluluk düzeyi ABD’deki gibi aşırı boyutlarda değildi.
• Avrupa’da hisse fiyatlarında ABD’deki kadar aşırı şişmeler olmamıştı ve hanehalkının hisse bağımlılığı çok daha sınırlı boyutlardaydı.
• Avrupa şirketlerinde beklenen karlılık artışı % 11.5’ti ve bu ABD’deki beklentinin iki katını buluyordu. Bu durumda son iki yılda Avrupa’dan ABD’ye akan 500 milyar doların hiç değilse bir bölümünün Avrupa’ya dönmesi beklenebilirdi.
• Avrupa 1990’larda yaptığı teknoloji yatırımlarının meyvesini 2000’li yıllarda alacak ve verimlilik artışları sağlayacaktı.
Bu avantajlara bakarak Avrupa’nın 2000’li yıllara ABD’den daha şanslı girdiğini söylemek mümkün ama ABD’nin temelde Avrupa’dan daha dinamik bir ekonomik yapıya ve bütünlüğü bulunan bir sisteme sahip olduğunu belirterek, şu andaki yavaşlamayı atlatarak Avrupa’yı sollayacağını iddia edenler de hayli fazla.

Türkiye’deki ortama, hükümetin tavrına, Davos’ta Türkiye ile ilgili olarak söylenenlerin basında yer alış biçimine baktıkça kaygılarım artıyor. Sanırım biz gerçek durumumuzu hala kavramış değiliz ve bunun verdiği rahatlık içinde ateşle oynuyoruz.
Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel’in Davos’taki "Yükselen Pazarlar" panelinde söylediği gibi, günümüzün koşullarında hükümetlerin hata yapma lüksü kalmadı. Bir programı rayında götürürken bile tek bir hata yaptınız mı bir çuval inciri berbat edebiliyorsunuz.
Türkiye’nin uyguladığı programı başından beri savunan ve Davos’ta da kendisine mikrofon tutanlara Türkiye’deki gelişmelerin olumlu yönde olduğunu söyleyen IMF Başkan Yardımcısı Stanley Fischer ile yaptığım kısa görüşmede IMF’nin Türkiye’ye nasıl baktığını sanırım daha iyi anladım.
IMF, Türkiye’nin 2000 yılının ilk altı ayındaki performansından memnundu, ancak ikinci altı ayda hükümetin işi yavaşlatmasından şikayetçiydi ve bu şikayetini dile getirmiş, kredi dilimlerini askıya almıştı. Ancak Türkiye bu uyarıyı yeterince ciddiye almadı ve olan odu. Şimdi bir kez daha benzer bir durumla karşı karşıyayız. IMF’ye verilen sözlerin tutulmasında geç kalınacağı izlenimi var. Hazine’nin şubat sonundaki dev borç itfasını sorunsuz atlatmak için çabaladığı ortamda IMF ile ilişkilerde sorun çıkarsa bunun bedeli ağır olabilir.

Davos’ta ülkeleri mali sistemlerinin saydamlık derecesine göre sıralayan endeksin yanı sıra bir de "Çevresel Koşulların Sürdürülebilirliği" ("Environmental Sustainability") endeksinin 2001 yılı sonuçları açıklandı.
122 ülkeyi kapsayan bu sıralamada çevresel koşullar konusunda en iyi performansı gösteren Finlandiya 1. sırayı alırken Türkiye ne yazık ki Moğolistan, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Honduras gibi ülkelerin bile gerisinde, 70. sırada yer alıyor. 22 farklı değişken dikkate alınarak hazırlanan endekse göre yapılan sıralamada bazı ülkelerin yeri ve puanları şöyle: