Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

AKP yönetimi Türkiye'yi yönetme şansını elde ettiğinde, bu zor görevi salt kendi kadrolarıyla ve birikimiyle yerine getirmenin kolay olmayacağını kavramış gibi göründü. Türkiye'yi yönetmek için kendi ideolojik tercihlerinin kısıtlayıcı çemberine hapsolmayıp, daha geniş bir çevrenin kabul edebileceği bir mutabakat çerçevesi içinde ülkeyi yöneteceği izlenimini verdi. AKP'ye Türkiye'de ve özellikle dış dünyada şans tanınmasının en önemli nedeni, Avrupa Birliği (AB) ile bütünleşmeyi de içeren bu uzlaşmacı yaklaşımıydı. Tezgâhtan yetişmek dünyada olup biteni kavramaya yetseydi Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yönetimi bugün bu noktada olmazdı herhalde. Tezgâhta yetişerek kazanılan deneyimin önemini küçümsememek gerek ama bu deneyimin, bugünün karmaşık dünyasında Türkiye gibi bir ülkeyi yönetmeye yeteceğini sanırsanız çıkmaza girmeniz kaçınılmaz olur. El yordamıyla yaptığınız hesap şaşar ve yönünüzü belirlemekte zorlanırsınız. AKP yönetimi bu şansı kullanarak ve Türkiye gibi ülkelere rekor düzeyde dış kaynağın aktığı olumlu konjonktürden yararlanarak ekonomide ilk bakışta başarılı görünen bir performans gösterdi. AB'ye katılım sürecine girilmesi de bu olumlu izlenimi güçlendirdi.AKP yönetimi dördüncü yılına, içeride ve dışarıda sarsılmaz bir güven yarattığına inanarak girdi. 2007 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimiyle genel seçimlerin yapılacak olması, tezgâhtan yetişme siyasetçilerin gündemini belirlemeye başladı. AKP'ye içeride ve dışarıda verilen desteğin ve gösterilen hoşgörünün sınırları olduğu ve dünya ekonomisinin 2006 yılında çalkantılı bir döneme girmekte olduğu hiç hesaba katılmadı.Tezgâhtan yetişmiş siyasi kadronun hesabı şu yanlış varsayımlara dayanıyordu: Biz salt kendi kadrolarımızla tüm Türkiye'yi yönetebiliriz. Cumhurbaşkanlığı dahil devletin tüm kademelerini ele geçirebiliriz. Bizim bu dışlayıcı yaklaşımımız dış dünyanın bize bakışını etkilemez. Türkiye'ye ve AKP'ye duyulan güven sarsılmadan devam eder. AB ve IMF ile ilişkileri soğutma lüksüne sahibiz. Dünya ekonomisindeki gelişmeler bizim ekonomiyi sarsmaz. Biz de bu havada kendi Cumhurbaşkanımızı seçer ve genel seçimi kazanırız. 2006 dönemeci AKP yönetiminin dayandığı bu varsayımların hemen hepsinin geçersiz olduğu 2006 başından itibaren yaşananlarla ortaya çıkıyor. AKP'nin kendi tutumu nedeniyle bugün içeride ve özellikle dışarıda giderek daha sıkça sorulmaya başlanan sorular çoğalıyor. Bunların başlıcaları şunlar: AKP yönetiminin asıl amacı İslami esaslara dayalı bir yönetime geçmek mi? AKP'nin hedefi buysa bunu reddeden ve laik düzeni savunan güçlerle çatışmaya girmesi kaçınılmaz olur mu? Türkiye bu ortamda AB ile ilişkileri rayında götürebilir mi? 'Yükselen Pazar' ülkeleri arasında cari açık rekorunu elinde bulunduran Türkiye, sermaye bu ülkelerden çekilirken en büyük darbe yiyen ülkelerden biri olur mu? Güvenin sarsıldığı ve bu tatsız soruların sorulmaya başlandığı ortamdan, ekonominin nasıl etkilendiğini yarınki yazımda ele alacağım. oulagay@milliyet.com.tr Yanlış hesap