Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Avrupa ABD gibi olmak zorunda mı
Avrupa Birliği (AB) üyesi 12 ülkenin üç yıl önce ortak para olarak kabul ettiği euronun 2002 başında ceplere girmesiyle tek paraya geçiş süreci son aşamasına geldi. Ulusal paralardan ortak paraya fiili geçiş sırasında yaşanan sorunlar beklendiği kadar büyük olmadı. Daha birkaç aç ay önce yapılan (ve sonuçlarına bu köşede de yer verilen) kimi anketlere göre halkın çoğunluğunun euroyu kullanmak istemediği ülkelerde de yeni para şimdilik kabul edilmiş görünüyor. İlk aşamada euroya geçmeyi kabul etmeyen AB üyesi üç ülkenin de, ortak parayı kabul etme konusunda bundan sonra daha fazla baskı hissedecekleri anlaşılıyor.
Euro projesinin gerçekleşmiş olması, Avrupa'yı tek bir ekonomi ve giderek tek bir devlet olarak görmek isteyenler açısından kuşkusuz büyük bir başarı. Ancak euronun kaydi para olarak yaşadığı üç parıltısız yılın da gösterdiği gibi, bu adımı atmış olmak euronun dolarla baş edecek bir para birimi olmasını ve Avrupa'nın ABD ile yarışacak bir ekonomik güç haline gelmesini sağlamaya yetmiyor. Son açıklanan verilere göre Avrupa'nın hayat standardı ABD'ninkinin % 65'ine düşmüş durumda. Kimilerine göre, son otuz yılda giderek büyüyen bu açığı kapatmanın ve Avrupa'yı ABD ile yarışacak bir ekonomiye kavuşturmanın tek yolu Amerika modelinin benimsenmesi, yani girişimciliği, rekabeti özendiren ve sosyal dayanışmadan önce dinamizme önem veren bir modele geçilmesi. Bu öneriye karşı çıkan Avrupalılar da var tabii.

Kemal Derviş'in cuma gecesi TRT televizyonunda yaptığı açıklamaları izlerken 19 Şubat şokundan bu yana yaşananları yeniden hatırladım, nereden nereye geldiğimizi düşündüm. 19 Şubat sonrasında düştüğümüz çukurda debelenmekten kurtulup bugün bu noktaya gelmiş olmamız kuşkusuz bir başarı ve Sayın Derviş'in bu başarıda önemli payı var bence. Özellikle dalgalı kur ve IMF ile ilişkiler konusunda yapılan insafsız eleştirilere göğüs gerip yoluna devam etmesi bugün bu noktaya gelinmesinde önemli rol oynadı. Yani Derviş'le buraya kadar iyi geldik diyorum ben, ancak bundan sonrası için kuşkularım var. Cuma akşamı Derviş'i dinlerken de azalmadı bu kuşkularım. Bunun açıklamasına geçmeden önce Derviş'le birlikte yaşanan süreçte nereden nereye geldiğimizi ve Derviş'in, yolun bundan sonrasını nasıl gördüğünü özetlemeye çalışayım.

Derviş'in sigortaları
Mart başında Türkiye'ye gelerek ekonomiden sorumlu devlet bakanı olan Sayın Derviş'in de belirttiği gibi, Türkiye ekonomisinin ve mali sisteminin sağlıklı bir yapıya kavuşması için önemli adımlar atıldı bu dokuz ay içinde ama sorunlar bitmiş değil, daha yapacak çok iş var. 2002 yılında eğer her şey yolunda giderse % 3'ün üzerinde bir reel büyüme hızı, % 35 dolayında bir enflasyon ve dengede bir cari işlemler hesabı bekleyen Derviş, enflasyonun 2003'te % 20'lere, 2004'te % 10'lara ineceğini, büyüme hızının da 2002'den sonra yükseleceğini umuyor. Bu arada faiz dışı fazla hedefinin tutturulmasının önemini de bir kez daha vurguluyor.
Ya her şey yolunda gitmezse, örneğin yeni dış şoklar, sıra dışı siyasi ya da askeri gelişmeler Türkiye'yi de olumsuz etkilerse?
Bu tür sorular sorulduğunda hemen Türkiye ekonomisinin "iki sigortası"ndan söz ediyor Derviş. Birinci ve en önemli sigorta, dalgalı kur rejimi. Dalgalı kur rejimini bir emniyet mekanizması olarak gören Derviş, "Yeni bir şokla karşılaşırsak döviz kurları yükselir ama Türkiye tekrar yıkılmaz" diyor. İkinci tehlike ise "banka sisteminin damarlarının patlaması" Derviş'e göre ve şimdi gündemde olan düzenlemelerle bankaların sermaye yapılarının güçleneceğini ve böylelikle ikinci sigortanın da yerine oturacağını belirtiyor Sayın Derviş. Uzun lafın kısası bugüne dek atılan ve atılmak üzere olan adımlarla Türkiye ekonomisinin ve mali sisteminin şoklara karşı çok daha dayanıklı hale geldiğini düşünen Derviş, bundan sonraki aşamada ise sıranın büyümeye, istihdam artışına, dar gelirli kesimin durumunun düzeltilmesine geleceğini umuyor.
Benim TRT - 1'de Derviş'i izlediğim saatlerde bazı diğer kanallarda Arjantin'deki yeni hükümetin ekonomiyi iflastan kurtarmak için almayı düşündüğü yeni önlemler tartışılıyordu. İster istemez Arjantin'in acıklı serüveni geldi aklıma. Dalgalı kur rejimi dışında, Derviş'in bugün yapmaya çalıştığı hemen her şeyi eksiksiz yapmamış mıydı Arjantin? Bir aşamada kamu açığını düşürüp, banka sistemini rehabilite edip enflasyonu % 5'lere indirmemiş miydi? 1991 - 95 döneminde yüksek büyüme hızları ve gelir artışları yaşamamış mıydı? Buna rağmen neden bugün içler acısı duruma düştü?

Arjantin dersleri
Arjantin'in 1990'larda yaşadığı serüvenden çıkartılabilecek olan en önemli ders şu galiba: Bir ülkede makro ekonomik istikrarın bir an için sağlanması, enflasyonun tek haneli rakamlara inmesi, döviz kurunun istikrar kazanması, reel faizlerin makul düzeylere inmesi o ülkedeki özel sektörün bir yatırım atılımı yapması, istihdamı artırması ve yeni teknolojilere yönelerek ülkenin rekabet gücünü sıçratması için yeterli olmayabiliyor. Arjantin'de olduğu gibi, tüm koşullar yerine gelse de beklenen yatırım atılımı ve istihdam artışı gerçekleşmiyor. O zaman da o ülkenin para değerini koruyarak rekabet gücünü sürdürmesi, enflasyonu düşük tutup hızlı büyümeye geçmesi mümkün olmuyor, bir noktadan sonra devalüasyon kaçınılmaz hale geliyor ve enflasyon yeniden patlıyor. Arjantin şimdi tam bu aşamada.
'Canım Türkiye'de bunları düşünmek için erken' diyenler olabilir ama bence değil. Türkiye'nin dalgalı kur rejimiyle enflasyonu nasıl düşüreceği, sağlıklı büyümeye nasıl geçeceği, özel sektör yatırımlarının nasıl canlandırılacağı ve istihdamın nasıl artırılacağı konusunda farklı şeyler duymak ihtiyacındayız sayın Derviş'ten.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından gerçekleştirilen yeni bir araştırmanın ortaya koyduğu rakamlar gerçekten dudak uçuklatıcı nitelikte. Rapora göre dünyanın en yoksul 60 ülkesinde kişi başına düşen sağlık harcaması yılda 13 dolar. ABD'de kişi başına düşen sağlık harcaması ise 4.500 dolar. Bu rakamları görünce Afganistan'daki bombardıman sırasında ölen ve çoğu sivil halktan olan yüzlerce Afganistanlının adı bile anılmazken savaşta ölen Amerikalı askerler ve CIA görevlileri için görkemli törenler yapılmasının çok doğal olduğunu düşündüm. Şimdi 13 dolarlık bir insanla 4.500 dolarlık bir insana aynı muameleyi yapacak halimiz yok herhalde. Bu 13 dolarlık sağlık harcamasına ve bomba yağmuruna karşın yaşayabilen Afganistan halkından birileri yarın öbür gün kötü emellere kapılıp Amerika'ya karşı eylem yapmaya kalkışırsa, kişi başına düşen silah harcamalarını artırıp onların da hakkından gelir Amerika.