Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Yıllardan beri sinemaya gitmediğini çeşitli vesilelerle söylemiş olan Süleyman Demirel'in kırk yıla yakın süredir Türkiye'nin kaderi üzerinde söz sahibi olmasıyla bugün içinde düştüğümüz durum arasında bir ilişki var gibi geliyor bana. Yıllardır sinemaya gitmeyen birinin bir ülkenin kaderi üzerinde söz sahibi olması kendisi için de, ülke için de bir talihsizlik herhalde. Benim ülkenin kaderi üzerinde söz sahibi olmak gibi bir iddiam yok ama sinemanın ufuk açıcı büyüsünü tatmak için her fırsatı değerlendirmeye çalışıyorum ve bugünlerde de İstanbul Film Festivali'nin müdavimleri arasındayım.
İnsan bazen bir filmi izlerken "ben bu filmi görmüştüm" duygusuna kapılır. Aslında o filmi gerçekten görmüş ve gördüğünüzü unutarak yeniden izlemeye gelmiş olabilirsiniz ya da o filmin yaptığı çağrışımlar size başka bir filmi, ya da bir romanı, hatta belki bir yaşantı dilimini, bir anıyı anımsatmış olabilir. Çok sık tekrarlanan ve artık bıkkınlık veren bir olayla karşılaştığımızda da "biz bu filmi görmüştük" deyimini sıkça kullanırız. Bu tür bir olay, yeterince sıkıcı olsa bile, bizi fazla şaşırtmaz, paniğe sürüklemez, çünkü ona aşinayızdır.

Türkiye aslında krizlere, özellikle de ekonomik krizlere alışık bir ülke. 1980 öncesinde yaşanan ve sonunda 12 Eylül askeri müdahalesini gündeme getiren krizi unutmuş olanlar 1994 krizini, 28 Şubat'a giden süreci, 1999'daki % 6'lık milli gelir (GSMH) düşüşünü ve peş peşe gelen son iki krizi anımsıyorlar herhalde. Şimdi gelinen noktada geriye dönüp baktığımızda bugün yaşamakta olduğumuz krizin 1980'den bu yana yaşadığımız krizlerden farklı olduğunu ve bu nedenle toplumun hemen her kesiminde şaşkınlık ve panik yarattığını görüyoruz. Biz galiba bu filmi görmemiştik, o nedenle şaşkınız ve sıkıntıdayız.
Halen yaşamakta olduğumuz krizin en önemli özelliği, Sayın Kemal Derviş'in dün vurguladığı gibi, eski dengelere dönüş olanağını yok etmiş olması. Türkiye bugün eş dost kapitalizminin, popülist - kliyantelist siyasetçiliğin, yolsuzlukla iç içe geçmiş kara ve gri ekonominin, verimsiz üretimin, enflasyonla büyümenin çıkar yol olmadığının suratına vurulduğu noktada.

Özlemle dış kaynak beklediğimiz bu noktada dış dünyanın bize verdiği net mesaj da bu. Türkiye ancak bu alışkanlıklarından vazgeçip, küresel kurallara uyumlu bir ekonomik ve siyasal yapıya kavuşabilirse, en azından kesin olarak bu yola girdiğini gösterirse anlamlı bir dış destek bulabilecek ve bu krizi aşma olanağını bulacak. Bu değişimi ve dönüşümü savsaklayan her davranış, geciktiren her adım ise dış desteğin gelmesini ve krizin aşılmasını geciktirecek.
Şimdi buradaki büyük zorluk, işadamının, işçinin, çiftçinin, esnafın ve özellikle de siyasetçinin yıllardır alışageldiği davranışlardan, rekabetin sınırlı olduğu piyasalarda iş yapma tarzından; iş bağlama, adam kayırma alışkanlıklarından vazgeçmesinin kolay olmaması. Bu nedenle çoğu kimsenin birinci tercihi, gerekli olan değişimi kabul etmek değil, reddetmek oluyor; "önce başkaları değişsin, önce devlet değişsin" eğilimi öne çıkıyor. Bu ortamda çoğu kimse eski dengelere dönüşü özlüyor, "canım % 60 - 70 enflasyonla durumu idare ediyorduk", diyenlere sıkça rastlanıyor. Oysa artık deniz bitti ve geriye dönüş yok. Ya değişeceğiz, ya değişeceğiz. Değişime direnirsek bedeli daha ağır olur, içte ve dışta daha büyük baskılar altında değişime zorlanırız gibi geliyor bana.

Geniş bir düşünce yelpazesinde görüşlere yer veren Karizma dergisi nisan - mayıs - haziran 2001 sayısını "değişim" konusuna ayırmış. Türkiye'nin peş peşe krizler yaşayarak "değişim" gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldığı bir dönemde yayımlanan dergide Mehmet Ali Kılıçbay, Mehmet Altan, Kemal Köprülü, Kerem Çalışkan, Helga Rittersberger ve bazı diğer yazarların Türkiye'de değişimin farklı boyutlarını irdeleyen yazıları var. Ayrıca Nilüfer Göle ve Gülay Göktürk'le yapılmış söyleşilerin de yer aldığı bu ilginç sayı, "değişim"i düşünenler için yararlı bir kaynak. Ankara'da yayımlanan İşletme ve Finans dergisinin nisan sayısı ise adeta bir Kemal Derviş sayısı olarak çıkmış. Derviş'le 1991, 1992 ve 1999'da yapılmış söyleşileri ve 1992'de yapmış olduğu bir konuşmanın metnini bulabilirsiniz bu sayıda.

Kemal Derviş'in, Tekstil İşverenleri'nce düzenlenen toplantıda dün yaptığı konuşma, geçen hafta "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı"nı açıklarken söylediklerinden daha net ve daha ufuk açıcıydı bence. Derviş'in sorunları tanımlarken ve çözüm yollarını gösterirken yaptığı önemli saptamalar arasında özellikle dikkat çekici olanlar şunlardı:
* Kimse 1990'ların dengelerine geri dönüşü düşünmemeli. Enflasyonla ve aşırı borçlanmayla sürdürülen ve sık sık krizlerle kesilen sürece geri dönmek artık mümkün değil.
* Ekonominin sağlıklı bir yapıya kavuşması için siyasetin ekonomiyi kullanma sürecine bir son verilmeli; program bu yönde atılacak adımları içeriyor.
* Ekonominin temelini oluşturan özel sektör ve tüm toplum kesimleri de kendi amaçları için siyaseti kullanmaktan vazgeçmeli, devletten kaynak talebinde bulunmamalı. Halen çeşitli kesimlerin 20 katrilyon liralık kaynak talebi var ve bunun karşılanması olanaksız.
* Programın uygulanması sırasında ek kaynak olanakları doğarsa bu kaynağın vergi indirimleri yoluyla üretken kesimlere aktarılması düşünülebilir.
* Programa "çok rekabet edebilir" bir kurla başlanması büyük bir avantaj. Bu sayede sürdürülebilir büyümeye daha çabuk geçebiliriz.
* İç ya da dış borçları ödememek ya da para basarak krizi aşmaya çalışmak hiçbir şekilde bu programa alternatif olamaz ve bizi daha büyük krizlere sürükler.

Araştırmacılar Derneği tarafından düzenlenen "Araştırma Zirvesi"ne sunulan ilginç bildirilerden biri de Veri Araştırma'nın yöneticisi Sezgin Tüzün'ünküydü. 2000 yılında yapılan ve Türkiye'nin 35 kentsel yerleşim yerinde 1.922 haneyi kapsayan gelir dağılımı araştırmasının sonuçlarını açıklayan Sezgin Tüzün'ün ortaya koyduğu veriler gerçekten çarpıcı ve düşündürücü. Buna göre kentsel nüfusumuzun % 0.3'ünü oluşturan 113.502 kişinin yıllık ortalama geliri 32.000 dolara yaklaşırken kentsel nüfusun % 20.4'ünü oluşturan 7.319.410 kişinin yıllık ortalama geliri yalnızca 481 dolar; aradaki fark 66 kattan fazla. Toplam kentsel nüfusun % 75'inin yıllık geliri ise 2.000 doların altında. Tabii geçen yılın dolar fiyatlarıyla.