Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Başkanlık seçimi, ABDnin 11 Eylül sendromundan kurtularak aklını başına toplaması için önemli bir fırsattı aslında ama sonuçta akıl kaybetti, korku kazandı. 11 Eylülün Amerikada yaratmış olduğu korkuyu ve güvensizlik duygusunu sonuna kadar sömüren Başkan Bush, kampanya boyunca Amerikanın savaşta olduğunu vurgulayarak ve "sizi teröre karşı ben daha iyi korurum" temasını kafalara çakarak seçimi kazandı. Cumhuriyetçi Partinin güçlü örgütünün, dini örgütlerin desteğini de arkasına alarak sürdürdüğü, kültürel değerler savaşının da Bushun seçim zaferinde önemli payı var kuşkusuz ama belirleyici faktör, Amerikan halkının en az yarısının hâlâ 11 Eylül sendromunun etkisi altında bulunması oldu. Amerikanın aklını başından alan 11 Eylül eylemini planlayan büyük beyin, bu korkunç eylemin bu kadar geniş kapsamlı bir etki alanı yaratacağını hesaplamış mıydı bilmiyoruz ama bugün gelinen noktada bu etkinin dünyanın gidişatını belirleyecek boyutta olduğunu söyleyebiliriz. Başkan Bushun zaferiyle sonuçlanan ABDdeki başkanlık seçimi 11 Eylülün etkilerinin henüz aşılamadığını ve dünyanın gidişatını belirlemeye devam edeceğini gösterdi bize. 11 Eylülün son seçimle bir kez daha kanıtlanan önemli bir etkisi, Amerikan toplumundaki bölünmenin gizlenemez biçimde açığa çıkmasını sağlamak oldu. Bush yönetiminin 11 Eylül sonrasında izlediği pervasız çizgiyle dünyayı hiçe sayması ve kendi benimsediği değerler sistemini Amerikaya empoze etmek istemesi, Amerikayı, tarihçi Timothy Garton Ashin deyimiyle, "bir ülkede yaşayan iki ayrı ulus" haline getirdi. Seçimi Amerikada izleyen bir diğer tanınmış tarihçi, Simon Shama ise "Amerikanın ikiye ayıran fay hatlarının, Amerika iş savaşından bu yana ilk kez bu kadar belirgin biçimde ortaya çıktığını" yazdı.(The Guardian, 4 ve 5 kasım 2004). Bush yönetiminin 11 Eylül sonrasında benimsediği çizgi ve bunun uzantısında yaşananlar, Amerikayı "bir ülkede yaşayan iki farklı toplum"a dönüştürmekle kalmadı, ABDnin dünyanın büyük bölümünün gözünde "istenmeyen", hatta "nefret edilen" ülke haline gelmesine de yol açtı. Batının kendi içinde bir bütün olmadığı ve kendini bir bütün olarak savunamayacağı ortaya çıktı. 11 Eylül böylece Amerikayı bölmekle kalmadı, Batı uygarlığı diye tanımlanan cepheyi de bölmüş oldu. İki Amerika Batının kendi içinde bölündüğü, ABD ile Avrupanın ağır toplarının karşı karşıya geldiği bir ortamda, küreselleşmeyle gündeme gelen küresel düzene meşruiyet ve süreklilik kazandırma çabaları da ciddi biçimde darbe yedi. Küresel düzene tek başına hükmetmek isteyen ABDnin bu meşruiyeti sağlamasının olanaksız olduğu görülürken ABDyi dışlayan bir alternatifin olanaksızlığı da ortaya çıktı. Bush yönetiminin 11 Eylüle tepki veriş biçimi, küreselleşmenin aslında sürdürülemez olduğunu ve dünyada yeni bir düzen değil düzensizlik yaratacağını iddia edenleri haklı çıkartacak bir dizi gelişmenin de tetikleyicisi oldu.ABDdeki başkanlık seçimini John Kerry kazansaydı, 11 Eylülü planlayan büyük beyinin keyfi belki biraz kaçacaktı. Bush yönetiminin 11 Eylüle cevap verme ve 11 Eylülü kullanma biçimi yüzünden oluşan kısır döngü belki kırılabilecek, Bush yönetimi gibi inanca ve savaşa değil akla ve barışa öncelik verecek bir Kerry yönetimi dünyaya nefes aldırabilecekti. ABD içinde de otoriter - popülizme kayış süreci frenlenebilecek, 11 Eylül sendromunu aşıp aklını başına toplayacak bir Amerika belki yeniden küresel liderlik rolünü oynayabilecekti. Bushun zaferi Amerikayı ve dünyayı yeni çatışmaların içine sürükleyebilir. 11 Eylülü planlayan büyük beyinin istediği de zaten budur. oulagay@milliyet.com.tr Küresel düzene darbe