Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Dünya Bankasından ayrıldıktan sonra IMFyi yerden yere vuran bir kitap yazarak daha da ünlenen Nobel ödülü sahibi ünlü ekonomist Joseph Stiglitz, Türkiye gibi ülkeleri "fırtınalı okyanusta kürek çekerek yol almaya çalışan küçük sandallara" benzetmişti, Asya krizi sonrasında. Bu köşede yer alan diğer yazılarda da görüleceği gibi, bugün de durum pek farklı değil, bu kez Latin Amerika fırtınanın göbeğine doğru sürükleniyor. Türkiye de fırtınanın uzağında değil; bu tehlikeli dönemi uluslararası suları çok iyi bilen bir kaptanla geçmemiz lazım. Bu bakımdan da Dervişe siyasette bir şans tanımanın tam zamanı.Ancak Dervişin son haftalardaki tereddütleri yakın çevre sorunu, yüzüne yansıyan kaygılı hali ve risk almadan sonuç alma hevesinde olduğunu düşündüren cesaretsiz tavırları, lider kumaşına sahip olup olmadığı sorusunu da sorduruyor insana. Kemal Derviş, bizim siyasetçilerde görmeye pek alışmadığımız bazı niteliklere ve hasletlere sahip. Mesut Yılmazın o sahte tebessümü, Tansu Çillerin o sırıtan sevecenliği, Devlet Bahçelinin o sfenksvari katılığı, Deniz Baykalın o kalıplaşmış hali yerine o anda hissettiğini dışa vurmaktan kendini alamayan, yüzündeki ifadenin içtenliğini hissettiren, dokunuşuyla pozitif enerji aktarabilen, çok daha hakiki ve doğal bir insan izlenimi veriyor Derviş bana. Bu niteliklerine ek olarak sahip olduğu bilgi ve deneyim birikimi de Dervişe siyasette bir şans tanımanın Türkiye için iyi olabileceğini düşündürüyor. Piyasalar batırırken IMF yetişip kurtarıyor ama... Son örnek Brezilya. Uluslararası Para Fonu (IMF), Brezilya ekonomisini ayakta tutmak için 30 milyar dolarlık rekor bir destek vaat etti. Daha on gün önce "Brezilyaya para verelim de ülkenin zenginleri İsviçredeki hesaplarına mı aktarsın", diyerek Brezilyanın desteklenmesine karşı çıkan ABD Hazine Bakanı Paul ONeill, yaptığı gafın Brezilyayı iflasın eşiğine getirdiğini fark edince çark etti ve IMFnin rekor bir destek vaadiyle kesenin ağzını açmasını sağladı.Gaf yapma konusunda Başkan Bushu bile yaya bırakan ONeill, 2001 başında, göreve yeni başladığı günlerde de "artık hiçbir ülke için kurtarma operasyonu yapılmayacağını" söylemiş, ancak kısa bir süre sonra 19 Şubat krizine giren Türkiyenin kurtarılması için yeşil ışık yakmak zorunda kalmıştı.2001de Türkiye ile 2002de Brezilya, IMF gözetimi altında program uygularken bu duruma düştüler. Türkiye 19 Şubat komedisiyle geldi bu noktaya, Brezilyada ise ekim ayında yapılacak başkanlık seçimini solcu adaylardan birinin kazanması ihtimalinin güçlenmesi krizi tetiklemeye yetti. Traji - komik bir oyun oynanıyor sanki. Bir ülke, piyasa sistemini kurumsallaştırmak ve sürdürülebilir ekonomik büyümeyi sağlamak için IMF gözetiminde bir program uygularken o ülkenin halkı gidişattan memnun olmadığını belli ederse ve seçim tarihi de yakınsa, "piyasalar" derhal ipini çekiveriyor o ülkenin ve iflasın eşiğine sürüklenen ülkeyi kurtarmak görevi gene IMFye düşüyor. Söz konusu ülkeye daha da büyük bir mali destek vaat ediliyor, "piyasalar" ikna olmuş gibi yapıyor ve oyuna devam ediliyor. Seçim ve kriz Daha seçime dört ay kala Brezilyadan sermaye kaçışı başladı, ülke parası hızla değer yitirdi, Brezilya tahvilleri uluslararası piyasalarda yere çakılırken faizleri tavan yaptı, bu ortamda Brezilyanın 250 milyar dolarlık dev borcunu çeviremeyeceği tartışılmaya başlandı ve The Economist dergisinin nitelemesiyle "IMF ile yaptığı anlaşmaları 1999dan beri eksiksiz uygulayan" Brezilya bir anda uçurumun kenarına sürüklendi. Eğer IMF 30 milyar dolarlık güçlü bir destekle devreye girmeseydi Brezilyanın kendini kurtarması çok zor olacaktı. Yüzde 80i seçim sonrasında verilecek olan bu 30 milyar doların bile derde deva olacağı garanti değil. Piyasalar bu dev desteğe karşın ikna olmazsa, seçim sonuçlarını beğenmezse, ya da seçimi kazanan aday IMFye burun kıvırırsa Brezilya gene iflas noktasına gelebilir. Türkiyede ne olur? Aslında mali piyasalar, erken seçim lafıyla birlikte bu ihtimali fiyatlarına yansıttı. IMF ise seçime karşın desteğini sürdüreceğini açıkladı. Bu nedenle şimdilik ortalık sakin görünüyor ve Dervişin görevden ayrılmasının bile anlık bir tepkinin ötesinde durumu fazla etkilemeyeceği söyleniyor. Ancak seçim kampanyasında IMF karşıtı bir hava esmeye başlarsa ve seçimin olası sonucu piyasadaki kaygıları artırırsa biz de ciddi sıkıntılarla karşılaşabiliriz. Türkiye de IMF ile yaptığı son anlaşmayı eksiksiz uygulamaya çalışarak seçime gidiyor. Brezilyadakinden farklı olarak, Türkiyede sol partilerin seçimi kazanma şansları çok fazla olmadığı gibi "piyasaları" korkutacak bir halleri de yok şu an için. IMF ile uyumlu davranma konusunda IMF yetkilisi Deppleri bile şaşırtan bir mutabakat var sanki Türkiyede. Buna karşın, seçim kampanyası sırasında aykırı seslerin yükselmesi, IMFnin bir hedef tahtası haline gelmesi ve seçim sonucunda ortaya çıkacak tablonun piyasaları ve IMFyi memnun edecek bir tablo olmaması ihtimali de yok değil bence. Dış kaynak yoksa büyüme de yok Latin Amerikanın "piyasa reformları"nı gerçekleştirmeye başladığı 1990larda ise bambaşka bir tablo çıkıyor karşımıza. Bu kez artan miktarlarda doğrudan yatırım sermayesi akmaya başlıyor Latin Amerikaya ve net kaynak transferi yeniden başlıyor. Büyüme hızlarının arttığı, enflasyonun bünyeden atıldığı, reel gelirlerin hissedilir biçimde yükselmeye başladığı bir dönem yaşanıyor. Bu dönem 1998e kadar sürüyor. Asya krizi sonrasında Latin Amerikaya doğrudan sermaye girişi yavaşlarken diğer sermaye hareketleri ciddi miktarda eksi bakiye vermeye başlıyor, sermaye kaçışı yaşanırken bölge tekrar net kaynak erozyonuna uğruyor. Bunun sonucunda ekonomik büyüme duruyor ve yeniden yoksullaşma başlıyor. Tablonun özeti açık; net dış kaynak girişi yoksa büyüme de yok. Bu sonuç Türkiye için de aynen geçerli. Latin Amerika ile ilgili grafik çok şeyi anlatıyor aslında. Petrodolarların uluslararası bankalar aracılığıyla Latin Amerikaya aktığı 1970lerde, bölgeye doğrudan yatırım sermayesi girişi olmamasına karşın, Latin Amerikaya net kaynak transferi olmuş. Bu sayede ekonomik büyümesini de hızlandırabilmiş Latin Amerika. Ancak 1982de Meksikanın borç krizine girmesiyle durum tersine dönmüş, banka kredileri kesilirken doğrudan yatırım sermayesi de gelmediği için bu kez Latin Amerikadan büyük miktarlarda net sermaye çıkışı olmuş. Bunun sonucunda da büyüme durmuş, kimi Latin Amerika ülkelerinde durgunlukla hiperenflasyon birlikte yaşanmış, yoksullaşma artmış. Masum Türkere: göreviniz tehlike oulagay@milliyet.com.tr Masum Türker çok nazik bir dönemde, fevkalade zor bir görevi üstlendi. Bir kere Kemal Derviş gibi iç ve dış piyasalarda büyük güven uyandırmış, sözü senet kabul edilen bir bakanın boşalttığı koltuğa oturdu. Siyasi istikrarın zorunlu olarak tartışma gündemine geldiği bir seçim arifesinde iç ve dış piyasalarda aynı güveni yaratması kolay olmayabilir. İkincisi, birçok harcamanın onay merci olan Hazine, seçim döneminde özel bir önem kazanıyor ve bu bakımdan da Dervişin titizlikle üzerinde durduğu disiplin anlayışını sürdürmek gerekiyor. Türkerin bakan olarak yaptığı ilk açıklamada "seçim ekonomisi uygulanmayacağını" söylemesi bu bakımdan iyi bir başlangıç oldu. Üçüncüsü ve belki de en önemlisi Türkerin kritik bir dönemde ve geçici olarak bu koltuğa oturduğunu unutmaması gerekiyor. "Fırsat bu fırsat, ben de bu fırsatı kullanıp kendimi göstereyim" havasına girip siyaseten prim yapacağını düşündüğü uygulamalara girişirse bunun bedeli ağır olabilir. Hiç unutmasın ki şimdi bütün gözler onun üzerinde, atacağı en ufak bir yanlış adım piyasalarda büyük tepkilere yol açabilir.