Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Dünyada ise 1995ten bu yana ciddi bir yükseliş yaşamış olan ABD dolarının ne zaman ve nasıl düşüşe geçeceği tartışılıyor. IMFden sonra OECDde, ABDnin ödemeler dengesi cari işlemler açığının GSMHye oranının "tehlike sınırı" sayılan % 5e doğru yükseleceğini tahmin ettiğini açıkladı. ABDnin yılda 400 milyar doları aşan bu çapta bir dış açığı finanse etmek için en az 500 milyar dolarlık net sermaye girişi sağlaması lazım.ABD, bugüne dek bunu başardı ve doların beklenen düşüşü gerçekleşmedi. ABDnin bu yılın ilk çeyreğinde % 5.8lik bir büyüme hızı elde etmesi ve % 7lik verimlilik artışları sağlaması, şirket karlarının da yeniden artacağını ve ABDnin bir kez daha ihtiyacı olan sermayeyi çekebileceğini düşündürüyor ama bundan kuşku duyanlar da var. Onlara göre, cari açık/GSMH oranı % 5i bulan hiçbir ülke parasının değerini düşürüp açığı küçültmeden bu sonuna çözüm bulamamış. Bu nedenle doların değer yitirmesi kaçınılmaz ve asıl önemli olan bu düşüşün ani ve hızlı olmasını önlemek. Türkiyede doların değerinden söz edilince hemen herkes kulak kabartır, duyduklarından bir şeyler kapmaya çalışır. Son günlerde gene "siz bilirsiniz, büyük devalüasyon olacakmış" lafları revaçta. Bu tür söylentilerin çıkması için sözgelimi bir yabancı bankanın ne idüğü belirsiz bir sözde analistinin böyle bir iddia ortaya atması ve eyyamcı takımdan birilerinin de Türkiyede bunu yayması yeterli olabiliyor. Tepkisel siyaset tuzağına dikkat Fransada yaşanan şokun görünürdeki nedeni, aşırı sağın biraz da cilası dökülmüş adayı Le Penin, seçim öncesinde yapılan kamuoyu yoklamalarının öngörmediği bir sonuç alarak ikinci tura kalmasıydı kuşkusuz. Ancak bu sonucun ortaya çıkmasının ve özellikle Fransız solunda "şok" olarak algılanmasının asıl nedeni, bu sonucu doğuran koşulların, şok yaratan sonuç ortaya çıkana dek yeterince algılanmamış olmasıydı. Fransadaki başkanlık seçimlerinin ilk tur sonuçlarını herkes kendine göre yorumladı, bu sonuçlardan belli dersler çıkarmaya çalıştı. Ben de haftalık bir köşeye kurulmuş olmanın dezavantajlarıya avantajlarını dengeleyip, Fransayı ve Avrupayı sarsan "Le Pen şoku"nu kendime göre değerlendirmeye çalışacağım. Asıl üzerinde durmak istediğim noktaya, Le Peni gündeme taşıyan "tepkisel siyaset" olgusunun Avrupada ve Türkiyede yarattığı tehlikeye dönmeden önce Fransada yaşanan şokla seçim sonuçları arasındaki ilişki üzerinde kısaca durmak istiyorum. Sol seçmenin aymazlığı Fransadaki hem sağ, hem de sol seçmenin sergilediği bu tutum, siyasette giderek büyüyen bir tehlike olarak ortaya çıkan duygusal ve tepkisel davranış biçiminin çarpıcı bir örneği. Bu davranış biçiminde insanların, seçmenlerin çeşitli nedenlerle duydukları tepkiler öne çıkıyor ve siyasal kararlarını, oy verme tercihlerini etkiliyor. Bu davranış biçiminde öne çıkan iki motif var: Birinci motif, tepki duyulan siyasetçiden kurtulmak, en azından ona bir ders vermek; ikinci motif ise, duyulan tepkileri paylaşan, dile getiren, güçlü biçimde savunan siyasetçilere prim vermek. Prim verilen siyasetçinin seçimi kazanma şansının bulunması ya da bulunmaması, tepkiye yol açan sorunlara gerçekçi çözümler önermesi ya da önermemesi pek önemli değil bu noktada. Belli bir tepkinin frekansını iyi yakalayan bir politikacının belli oranda oy alma şansı doğuyor bu ortamda.Fransada bugün ortaya çıkan tablo da bence "tepkisel siyaset"in belirlediği bir tablo. Daha önce onlara oy vermiş olanların bir bölümü bile, Chiracın "yalancı ve sahtekar", Jospinin "dönek ve etkisiz" olduğuna inanarak bu iki adaya en azından bir ders vermek istedi. Ayrıca küreselleşmenin ve Avrupa Birliği (AB) bütünleşmesinin belirlediği çerçeve içinde ulusal siyaset arenasının hayli sınırlanmış olması da, merkez sağda ya da merkez solda siyaset yapan liderlerin heyecan verici vaatlerle ortaya çıkmasını önledi. Özellikle iktidara gelme şansı olan bir liderin ortaya çıkıp da, sonuçta gerçekleştiremeyeceği vaatlerde bulunması kolay değil.Öte yandan çoğu kez "küreselleşme" başlığı altında ifade edilen kapsamlı dönüşüm ve değişim sürecinin yarattığı bir sürü sorun ve tepki var. Bu sorunları yaşayan ve bu tepkileri duyanların, yaşanan dönüşümü kaçınılmaz sayan ve yönetmeye çalışan (ve bu nedenle statükocu sayılan) siyasetçilerden umudunu kesmesi doğal bu ortamda. Tepkili seçmen, kendi tepkisini en iyi dile getiren siyasetçinin peşine düşüyor ve "değişim" umudunu onda arıyor. Fransada Le Penin kullandığı en etkileyici sloganlardan biri de "değişimden korkmayın" olması bunu gösteriyor. Başkanlık seçiminin 1. turunda, Fransız solunun hatırı sayılır bir bölümü (seçime katılanların yaklaşık % 10u) 2. tura kalma şansı hiç bulunmayan Troçkist adaylara oy vermiş; sol seçmenlerin önemli bir bölümü ise, solun önde gelen adayı Jospinin nasıl olsa 2. tura kalacağından emin oldukları için, 1. turda oy vermek gereğini bile duymamıştı. Bu davranışı sergileyen sol seçmenlerin, yaşanan "şok" sonrasında dövünerek gözyaşı dökmesi hiçbir şeyi değiştirmeyecekti ve merkez sağın başkan adayı Chiracın karşısına Jospin değil Le Pen çıkacaktı. Özellikle solda "utanç tablosu" diye nitelenen bu sonucun başlıca sorumlusu tam bir aymazlık içindeki sol seçmendi. Türkiyeye gelince Merkez sağ ve merkez soldaki liderlerin hepsi ciddi biçimde yıpranmış durumda; seçmende yeni bir heyecan yaratma şansları çok sınırlı. Çok derin bir krizden çıkmaya çalışan ekonomideki olası bir iyileşmenin bile kısa sürede geniş hissedilir bir rahatlama sağlaması zor görünüyor. Türkiyenin ve ekonominin Türkiye dışından gelen talimatlarla yönetildiği ve bu yüzden sıkıntıların sürdüğü izlenimi hayli yaygın. Bu ortamda "değişim" umutlarının "tepkisel siyaset"e yakın siyasetçilere bağlanması olası. Türkiyedeki siyasi ortamın da "tepkisel siyaset" için hayli elverişli bir kıvama geldiğini düşündüren nedenler arasında şunları sayabiliriz: oulagay@milliyet.com.tr Türkiyedeki risk Tayyip Erdoğan gibi, "tepkisel siyaset"e soyunan siyasetçilerin iktidara talip ya da ortak olma noktasına gelme şansına sahip bulunmasından kaynaklanıyor. "Tepkisel siyaset"in öne çıktığı bir ortamda Türkiyenin uyguladığı ekonomik programı hedefine ulaştırması da çok zorlaşabilir.