Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Asya'da toparlanma gözlenirken Avrupa umut kırıyor.

Son haftalarda ve aylarda ortaya çıkan kimi gelişmeler dünya ekonomisinde yeni beklentilerin gündeme gelmesine yol açacak nitelikteydi. Bunların başlıcaları şunlar:
* Petrol fiyatlarının dibe vurması ve OPEC'in üretimi düşürme kararının uygulamaya girmesinden sonra yükselmeye başlaması.
* Bazı diğer temel maddelerde de fiyatların dibe vurması ve yükseliş trendine girmesi.
* Japon ekonomisinin devleti korkunç bir borç yükü altına sokan tarihin en büyük kamu harcaması bombardımanına karşın beklenen canlanmayı göstermemesi.
* Buna karşılık Asya krizinin başkurbanı olan beş ülkede(Endonezya, Filipinler, Güney Kore, Malezya ve Tayland) resesyondan büyümeye geçiş eğiliminin güçlenmesi ve bu ülkelerin borsalarında büyük çıkışlar yaşanması.
* ABD'de nisan ayı enflasyonunun beklenilerin çok üzerinde (%0.7) çıkması ve enflasyonun başını kaldırdığı kuşkusunun doğması.
* ABD dış ticaret açığının rekorlar kırmaya devam etmesi, mart ayında 19.7 milyar dolara tırmanan açığın yıllık bazda 223 milyar doları bulması.
* Başta Almanya ve İtalya olmak üzere Avrupa Birliği ülkelerinde ekonomik büyümenin beklentilerin altında kalması ve 1999'un geri kalan bölümü için de pek iyimser olunamaması.

Amerikan rüyası

Bu gelişmelerin önemi, 1997 ortasında patlak veren Asya krizinden bu yana dünya ekonomisine damga vuran eğilimlerin bir kırılma noktasına gelmiş olduğunu düşündürmesinden kaynaklanıyor. Anımsanacağı gibi bu krizin başlamasıyla birlikte Asya ve tüm "yükselen pazarlar"dan kaçan para öncelikle ABD ve Avrupa ülkelerine akmış, bu ülkelerde borsaların tırmanmasına ve faizlerin gevşemesine yol açmıştı. Dünya ekonomisinin büyüme motoru konumundaki Asya kaplanlarının resesyona girmesi sonucunda petrol ve diğer temel madde fiyatlarında büyük düşüşler olmuş, bu da başta ABD olmak üzere birçok sanayileymiş ülkede enflasyonun düşmesini kolaylaştırmıştı.
Bu ortamda ABD ekonomisi dünya ekonomisinin sürükleyici unsuru haline gelmiş, bir yandan yükselen ithalat talebiyle talebi canlı tutan ABD diğer yandan şok faiz indirimleriyle Rusya krizi sonrasında dünyayı korkutan mali krizin aşılmasını sağlamıştı. ABD ekonomisi düşük enflasyonla son otuz yılın en düşük işsizlik oranını birlikte sürdürürken Wall Street'de de tarihin en uzun ve çarpıcı yükselişi yaşanıyor, hisse senetleri korkunç prim yapıyordu. Hisselerdeki yükselişin yarattığı "servet efekti" ise özel tüketimin hızlı artışını besliyor ve bu rüya senaryoyu tamamlıyordu.

Trend değişiyor mu?

Bu Amerikan rüyasının bir noktada sona ereceğini düşünenler pek çok ama bunun ne zaman olacağını kestirebilen yok. Ayrıca bu rüyanın bir kabusla mı yoksa tatlı bir gerinmeyle mi sona ereceği de pek bilinmiyor. Bu nedenle rüyanın bitimini belirleyecek gelişmeler büyük bir dikkatle izleniyor.
Son dönemde birbirini izleyen gelişmeler ve özellikle nisan ayında ABD'de enflasyonun beklenmedik biçimde sıçraması, bu uzun vadeli trendin kırılma noktasına geldiğini akla getirdiği için önem taşıyor. ABD'deki enflasyon sıçramasının arızi bir baloncuk değil yeni bir trendin göstergesi olduğu ortaya çıktığı taktirde Federal Rezerv Bankası Başkanı Alan Greenspan faiz oranlarını yükseltmek zorunda kalacak. Petrol ve temel madde fiyatları yükselirken enflasyonun ve faizlerin yükseliş trendine girdiği izlenimi doğarsa bunun çok fazla şiştiği hemen herkesçe kabul edilen borsa balonunu patlatması ve Wall Street'de keskin bir düşüşe yol açması olasılığı var.
Böyle bir gelişmenin yaşanması halinde ise rüya senaryosu ve "servek efekti" tersine işlemeye başlayacak ve özel tüketimde ciddi bir düşüş yaşanabilecek. Tırmanan dış açığın gündeme getirdiği korumacı eğilimlerin yanısıra ABD'nin bir talep düşüşü yaşaması da ABD'nin ithalatında bir düşüşü gündeme getirebilecek. Dünya ekonomisini ayakta tutan ABD pazarının daralması öncelikle ABD'ye yaptıkları ihracat sayesinde bellerini doğrultan Asya ülkelerini de olumsuz etkileyebilecek.

Avrupa ve Japonya

ABD ekonomisine yön verenler, ABD'nin yavaşlamaya başladığı noktada dünyanın diğer ikinci en büyük ekonomisi olan Japonya ile Avrupa'nın (ya da "Euro bölgesi"nin) bayrağı telsim alarak dünya ekonomisini ayakta tutmasını istiyorlardı. Ancak bugün gelinen noktada bunun gerçekleşmesi zor görünüyor. Alman ekonomisine ilişkin son göstergeler ve Bundesbank'ın son öngörüleri Almanya'nın ve diğer Euro bölgesi ekonomilerinin bir süre daha bocalayacağını gösteriyor.
Japonya'da iki yıldır ekonomiye sürekli kaynak pompalayan devletin borçları GSMH'nın %130'una erişti, buna karşın ekonomide beklenen canlanma gerçekleşmedi. Paul Krugman ve Rudi Dornbusch gibi ABD'nin etkili ekonomistleri, Japonya'da ekonominin ve mali sistemin büyük bir çöküşün eşiğinde bulunduğunu yazıyorlar.
Tüm bu nedenlerle dünya ekonomisini izleyenlerin dikkati şimdi ABD ve Japonya'ya odaklanmış durumda. Son yıllarda beklenmedik sürprizlere sahne olan piyasaların olası gelişmelere vereceği tepkiler dünya ekonomisinin yönünü belirlemede etkili olacak gibi görünüyor.


İmajı bozuk ülke
olmanın faturası


Son günlerin bana göre en ilginç haberlerinden biri yeniden doğuş heyecanını yaşayan ve yansıtan Yeni Yüzyıl'da çıktı. 21 mayıs tarihli Yeni Yüzyıl'da Ayşegül Altın'ın haberi şöyle başlıyor:
"Giyim sanayicileri Türkiye'nin yurt dışındaki kötü imajının marka sattırmamasından rahatsız. Türkiye'nin imaj sorunu olduğunu belirten Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği(TGSD) Başkanı Bülent Atuk, hiç bir tüketicinin imajı sorgulanan bir ülkenin markasını göğsünde, sırtında taşımak istemediğini söyledi"
Haberin son bölümünde ise, Türkiye'nin daha çağdaş demokraside yol alması gerektiğini vurgulayan Atuk'un , "içinde imaj, moda, marka olan bir tişört satabilmek artık (üretici) ülkenin demokratik yapısından soyutlanamamakta", dediği belirtiliyor.
Daha önce Sabah gazetesinde yer alan bir haberde de, Türkiye'nin dış dünyadaki imajının bozulmasının Türk turizmini olumsuz etkilediği belirtilmiş, yanlış hatırlamıyorsam dostumuz Necati Doğru da köşesinde bu konuya dikkat çekmişti.

Bozulan imajın faturası

İslamcı sağdan Kemalist sola kadar uzanan geniş bir yelpazede bütün fenalıkların "dışardan" ve "yabancılardan" geldiği inancının yaygınlaştığı, milliyetçiliğin "yükselen değer" haline geldiği bir Türkiye'de kalkıp da Türkiye'nin dış imajının bozulduğunu hatırlatmanın çoğu çevrede hoş karşılanmayacağını tahmin etmek zor değil. İnsan hakları, demokrasi, fikir özgürlüğü gibi konularda uygar dünyanın standartlarına uyum sağlama özlemi, hala birtakım entelektüellerin ya da "belli ideoloji" sahiplerinin takıntısı olarak görülüyor, yaygın bir kesimde. Bu standartlara boşvermenin ülkeye bir maliyeti olduğu ise çoğu kez gözardı ediliyor.
Oysa, yukardaki örneklerin de gösterdiği gibi, gerçek hayli farklı. Bugünün dünyasında insan hakları standartlarına boşveren, gazeteci ve yazarları hapse tıkan, sözcükleri bile sansürlemeye kalkan, kendine özgü bir demokrasi anlayışını kurumsallaştırmaya çalışan bir ülkenin uygar dünyadaki imajı bozulur. Yüksek enflasyonu yaşam tarzı haline getiren, gerekli reformları yıllardır yapamadığı için ekonomik istikrarı sağlayamayan, dış ticareti hızla daralan ve kayıt dışı ekonomisinin büyüklüğü ile övünen bir ülkenin de dış imajı yara alır. Dış imajı bozulan ülkenin dünya pazarlarında marka satması ya da turist çekmesi zorlaşır, günümüzde zenginliğin ana kaynağı olan hünerli insanlar da bu tür ülkelerden uzak durur. Dış imajı bozulan bir ülkenin yabancı sermaye pastasından alacağı pay da düşer.

Kısır döngü

Önceki gün Milliyet'i ziyaret eden ABD yetkililerine yeni kurulacak hükümetten beklentilerini sorduğumuzda ilk akıllarına gelen şeylerin insan hakları ve ekonomik istikrar olması da bu sorunları gözardı etmenin politik maliyeti konusunda da bir fikir veriyor.
TÜSİAD'ın önceki günkü açıklaması iş aleminin hiç değilse bir kesiminin sorunun farkında olduğunu ortaya koyuyor ama bugün Türkiye'deki havaya bakınca bütün bunlara boşverme eğiliminin ağır basacağını görür gibi oluyorum. Sağda ve solda, yabancı düşmanlığıyla birlikte esmekte olan milliyetçilik rüzgarlarının, Türkiye'yi bir yandan yeni iç gerilimlere diğer yandan küreselleşen dünyanın dışına sürüklemesi olasılığı ürkütüyor beni. Son olarak Oral Çalışlar'ı hapse tıkan, fikirleri, hatta sözcükleri mahkum eden, adaleti idamda arayan anlayışın Türkiye'nin önüne ağır bir fatura çıkartacağı kaygısını taşıyorum.
Aslında bütün bunlar Türkiye'nin içine sürüklendiği kısır döngünün halkaları. Ekonomide reform yolu tıkandığı için enflasyon sürüyor, gelir dağılımındaki adaletsizlik artıyor, Türkiye'nin rekabet gücü düşüyor, istikrar sağlanamıyor ve tatminsizlik duygusu insanları uçlardaki çözümlere, dini ve milliyetçiliği motif olarak kullanan siyasi hareketlere yöneltiyor. Bu motiflere cevap vermeye öncelik tanıyan siyasi hareketlerin ekonomik reforma öncelik vermesi mümkün olmuyor, tersine popülist yaklaşımlara eğilimi oluyor. Bu koşullarda ekonomideki çıkmaz aşılamıyor ve kısır döngü tamamlanmış oluyor.
Bakalım yeni kurulacak hükümet bu kısır döngüyü dikkate alacak mı?


Yazara E-Posta: oulagay@milliyet.com.tr