Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Osman Ulagay

Yurt dışından dönüp son haftaların gazetelerine topluca bakınca birden müthiş bir iyimserlik ve rahatlık kapladı içimi. Asker kışlasına çekilmiş, eğitim sorunu "kesintisiz"le çözümlenmişti. Laikliğe yönelik tehdit Refah Partisi'nin kapatılmasıyla tamamen ortadan kalkacaktı. Ufak tefek trafik kazaları oluyordu ama Üçüncü Köprü yapılınca bu sorun da aşılacaktı.
Ama bütün bunlardan önemlisi, içimi en fazla arahatlatan şey, ekonomimizi ihya etme misyonunun Sayın Güneş Taner'e, demokrasimizi ihya etme misyonunun ise Sayın Tansu Çiller'e layik görülmesiydi. Bu müthiş ikili bizi nurlu ufuklara taşıyabilir, aralarında anlaşarak Avrupa'ya sokabilirdi.
Bu iki güzide politikacımızın muhtaç olduğu kudret gazete köşelerinde mevcuttu. Tabii bu işe çomak sokanlar, geçmişi hatırlatanlar çıkacaktı. 1986 yılında Türkiye'nin enflasyonu yüzde 10'lara indirme fırsatını kaçırmasında Güneş beyin oynadığı rolü hatırlatanlar, Tansu hanım'ın "derin devlet"le derin flörtünü ne kadar çabuk unuttuğunu soranlar çıkacaktı ama bu bozguncular bu müthiş ikilinin ekonomiyi ve demokrasiyi kurtarmasını önleyemeyecekti.

Refah - Yol'un henüz iktidarda bulunduğu ve Yılmaz hükümetinin henüz ufukta bile görünmediği günlerde, 15 mayıs 1997'de bu köşede yer alan yazıda şunları yazmışım:
"Dış dünyada, uluslararası finans çevrelerinde Refah - Yol'un ve Türkiye'nin notu en düşük düzeyde, riski ise fevkalade yüksek bir noktada. Refah Partisi dışında kurulacak bir hükümet dış dünyaya inandırıcı bir programla muhatap olursa kısa sürede sonuç alabilir, dış borçlanma olanağı şu anda tamamen kısıtlanmış olan Türkiye yeni borçlanma olanaklarına kavuşabilir. Yeni hükümetin gerçek anlamıyla iktidar olduğu, ülkede istikrarı sağlayacağı ve makul bir programı adım adım uyguladığı görülürse bir süredir beklemede olan yabancı yatırımlar Türkiye'ye yönelebilir.."
Bu alıntıyı, son günlerde Hong Kong'dan parlayan Güneş'in ve estirilen iyimserlik rüzgarlarının biraz da Refah - Yol'un olumsuz mirası sayesinde mümkün olabildiğini hatırlatmak için yaptım. Yılmaz hükümetinin finans çevrelerinin kolaylıkla anlayacağı bir dili konuşmasının, Hazine ile Merkez Bankası arasındaki anlaşmanın ve ortaya konan niyetlerin olumlu bir etki yarattığı da bir gerçek. Bu arada Asya ülkelerinde yaşanan ani depremin Türkiye'nin göreceli olarak istikrarlı görünmesini sağladığını da unutmayalım.

Başarının koşulları

Evet bütün bunlar iyi de bu iyimserliğin sürmesi ve Türkiye'nin önündeki fırsattan yararlanması çok önemli bir şarta bağlı: 15 mayısta da belirttiğim gibi, Yılmaz hükümeti ancak dış dünyayı tatmin edecek bir istikrar programını masaya koyar ve derhal uygulamaya başlarsa bugün esmekte olan iyimserlik rüzgarları somut sonuçlar vermeye başlayabilir, Türkiye çok daha büyük borçlanma olanağına kavuşabilir, daha sonra da yabancı sermaye girişi hızlanabilir.
Bu olumlu tablonun ortaya çıkması için (1) Enflasyonu hızla düşürecek bütünsel bir program, (2) İnandırıcı bir 1998 bütçesi, (3) Sonuç verecek bir vergi reformu, (4) Radikal bir SSK reformu ve (5) Genel olarak popülizme kapalı bir yaklaşım zorunlu görünüyor. Bütün sorun bu hükümetin bunları yapacak siyasi iradeye ve bilinçli kadrolara sahip olup olmadığı noktasında düğümleniyor. Bu sorunun cevabı ise her halde Hong kong'da ya da Washington'da değil Türkiye'de verilecek. Hong Kong'da "Benim adım Güneş, ben yaparım", diye böbürlenmenin, "IMF gölge etmesin, başka ihsan istemez" türünden iri laflar etmenin hiç bir kıymeti harbiyesi yok.

Halk desteği şart

Öyle görünüyor ki Türkiye'nin yüksek enflasyon kısır döngüsünü kırması ve önüne çıkan fırsatı kullanabilmesi için megalomani nöbetleri geçiren güçlü adamlara, manşet meraklısı harika çocuklara değil tutarlı bir istikrar programını halka, çeşitli toplum kesimlerine kabul ettirecek politikacılara ihtiyacı var. İş aleminin saygın isimlerinden TÜSİAD İstişare Konseyi Başkanı, Bülent Eczacıbaşı, konseyin geçen haftaki toplantısını açarken yaptığı konuşmada, hükümetin kişisel çıkışların ötesinde net bir program ortaya koyması gerektiğini vurguladıktan sonra şunları söylemiş:
"Netlik politikası, izlenmesi düşünülen programın hem hedefleri hem de stratejileri itibariyle iyi tanımlanmasını gerektiriyor. Bu hedef ve stratejilerin topluma da açıklanmasından hatta toplumun bu konuda eğitilmesinden ancak yarar beklenebilir. Toplumun inancı ve katılımı sağlanmadan bir programın başarıya ulaşması mümkün olmuyor.."
Bülent Eczacıbaşı'nın altını çizdiği bu nokta gerçekten çok önemli çünkü yıllardır yüksek enflasyonla yaşamaya koşullanmış olan Türkiye'nin enflasyonsuz yaşama geçmesi hiç de kolay olmayacak, enflasyonsuz yaşama geçmek için ilk başta çoğu kesime sancı verecek adımları atmak gerekecek.
İşin bu yönü ihmal edilir ve abartılı kişisel çıkışlarla bu işin kotarılacağı sanılırsa enflasyonsuz yaşam gene başka bir bahara kalır ve dış dünyadaki iyimserlikten yararlanma fırsatı bu kez de kaçar.


Amerikan Harvard Üniversitesi ekonomi profesörlerinden Gregory Mankiw, piyasaya yeni çıkan "Ekonominin İlkeleri" kitabı için yayınevinden 1.4 milyon dolarlık bir avans alarak ekonomi dünyasında bir ilke imza attı.
Bundan önce yalnızca dünyanın dört bir yanında okunan sürükleyici macera romanlarının ünlü yazarları için kesenin ağzını açan yayınevlerinin bu kez okullarda temel ekonomi derslerinde okutulacak bir ekonomi kitabına aynı ilgiyi göstermelerinin makul bir nedeni var elbette: Her yıl sadece ABD'de ekonomiye giriş dersi alan öğrencilerden 600.000'i yeni kitap alıyor. Bu pazarın mali portesi ise 35 ayrı kitap arasında paylaşılan 30 milyon dolar.
Prof. Mankiw'in "Principles of Economics" adlı çalışmasının, bu pazardan aslan payını alan ve artık bir ekonomiye giriş klasiği olarak görülen Paul Samuelson'un "Economics" adlı kitabının yerini alması bekleniyor. Daha doğrusu, bu beklentiyi yaratmak için halkla ilişkiler alanında mümkün olan herşey yapılıyor. Kitabı yayınlamak için çekişen üç yayınevinden zafere ulaşan Harcourt Brace, iki ayrı halkla ilişkiler firmasını görevlendirerek akademisyen ve öğrencilerin kitap hakkındaki övgü dolu yorumlarını içeren bir basın dosyası hazırlattı. Prof. Mankiw de tüm ABD'de kitabını tanıtma turları yapacak. "Diğer diş macunlarından daha iyi bir diş macununuz varsa, insanların bunu denemesini sağlamalısınız!", diyor Prof. Mankiw.

Rusya elli yıllık bir aradan sonra yeniden tahıl ihracatçısı oluyor. Yıllar yılı dünyanın en büyük buğday ithalatçıları arasında yer alan Rusya, 1997 hasadının bir bölümünü ihraç edebileceğini açıkladı. Başkan Yeltsin ülkenin tahıl gücündeki artışı mutlulukla karşılayarak bu yıl beklenen 80 milyon tonluk üretimin 10 milyon tonunun ihraç edilebileceğini belirtti.
Başkan Yeltsin Rusya'yı elli yıl sonra yeniden tahıl ihracatçısı konumuna geçiren başarının, pazar ekonomisine geçişi hedefleyen reformların tarım kesimindeki olumlu bir sonucu olduğunu vurguladı. Rusya 1995'de 63.4 milyon ton, 1996'da da 69.3 milyon ton tahıl rekoltesi elde edebilmişti.
Rusya'nın ihracatçı konumuna geçmesinin, bir bolluk yılının yaşandığı tahıl piyasasında önemli bir etki yapmayacağı tahmin ediliyor.



Yazara Email O.Ulagay@milliyet.com.tr