Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Büyük çapta işsizlik yaratan ve depresyona dönüşen ekonomik krizlerin, etkisi yıllarca süren siyasi depremlere yol açtığını biliyoruz. Depresyonun yaşandığı dönemde iktidar olan köklü siyasi partilerin bile bunun bedelini uzun süre iktidardan uzak kalarak ödediğini gösteren bir sürü örnek var.
“Büyük depresyon” diye de nitelenen 1929 - 30 krizi başladığında İngiltere’de İşçi Partisi iktidardaydı ve sahip olduğu 288 sandalye ile Parlamento’daki en büyük partiydi. 1931’de yapılan genel seçimde İşçi Partisi yalnızca 52 sandalye kazanabildi ve ancak 2. Dünya Savaşı sonrasında yeniden iktidar partisi haline gelebildi.
Depresyonun tüm boyutlarıyla yaşandığı ABD’de Cumhuriyetçi Başkan Herbert Hoover, 1932’de yapılan seçimde hezimete uğradı ve ondan sonra 1952’de General Eisenhower’ın seçimi kazanmasına kadar geçen 20 yıl boyunca Cumhuriyetçi Parti iktidardan uzak kaldı.

AKP’nin yükselişi
Türkiye’ye ve çok daha yakın tarihe dönecek olursak, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) kuruluş ve yükselişinin de Türkiye ekonomisindeki krizli dönemle yakından ilişkili olduğunu söyleyebiliriz.
Anavatan Partisi’nin inişe geçtiği 1990’dan itibaren Türkiye’yi yöneten iktidarlar ülkeyi, sonunda 2001’deki büyük ekonomik krizle sonuçlanan sürece sürüklememiş olsalardı acaba AKP 2002’de tek başına iktidara gelebilir miydi? O güne dek Türkiye’yi yöneten, merkez sağdan merkez sola uzanan siyasi partiler, ekonomideki çöküşün sorumlusu olarak görülmeselerdi AKP böylesine ilgi görebilir miydi?
Başbakan Erdoğan’ın kendisini iktidara taşıyan bu ilişkinin önemini en iyi bilenlerden biri olduğunu varsayarak bugünkü tabloya baktığımızda, karşımıza cevaplanması çok da kolay olmayan bir soru çıkıyor.
Kimilerinin artık “depresyon” diye nitelemeye başladığı küresel krizin Türkiye ekonomisini de derinden sarsmaya başladığı ortamda, Sayın Başbakan nasıl bu kadar kayıtsız kalabiliyor ekonomideki olumsuz gelişmelere? Ekonomideki çöküşün sonunda iktidarına zarar verebileceğini düşünmüyor mu?

Kriz içinde kriz mi?
Yerel seçime odaklanmış görünen Sayın Başbakan’ın, ekonomideki gelişmelere kayıtsız kalmanın ötesinde, adeta kriz içinde kriz yaratacak bir tavrı benimsediği görülüyor. Partisine karşı muhalefet potansiyeli taşıdığını düşündüğü medya gruplarına karşı seçim meydanlarında başlattığı saldırıyı daha geniş bir cephede sürdürmeye kararlı görünen Sayın Başbakan’ın bu tavrı başka bir olasılığı akla getiriyor.
Küresel krizin başka ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de pek çok işletmeyi ve sektörü zorlaması kaçınılmaz görünüyor. Firmaların ve bankaların çıkmaza girdiği noktalarda onların kaderini sonunda devletin tavrı belirliyor.
Devletin gücünü elinde bulunduranlar, bu noktada verecekleri kararlarla hangi sermaye gruplarının ayakta kalacağını da belirlemiş oluyorlar. Sermayenin el değiştirmesini amaçlayan bir iktidar, krizin derinleşmesine bir noktaya kadar kayıtsız kalarak ve kriz içinde kriz yaratarak bu hedefine yaklaşabilir.