Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ben bir lise öğrencisi olarak 27 Mayıs'ı ve sonrasını da gayet iyi hatırlıyorum. Dünyada soğuk savaşın kızıştığı yıllar. 27 Mayıs müdahalesini organize eden genç kurmaylardan Orhan Erkanlı, müdaheleden bir süre sonra Robert Kolej'de düzenlenen bir toplantıda bize, öğrencilere soruyor: "Çocuklar, sola mı gidelim, sağa mı?" Kapitalizmin ve ABD'nin başını çektiği "Hür Dünya"nın karşısında kapı gibi bir seçenek var o dönemde: Sosyalizm ve Sovyetler Birliği. Türkiye'de ise solun da yararlandığı bir özgürlük ortamının doğduğu ve sınıf mücadelesinin gündeme geleceği bir dönemin başındayız. Aradan 28 yıl geçmiş. Bugün gene 1 Mayıs ve gene pazar. 1977 yılının 1 Mayıs günü, onlarca insanın öldüğü o korkunç günü belleğimden silmem olanaksız. 1 Mayıs'ı İşçi Bayramı olarak kutlamak için Taksim'de toplanan 100 bin dolayında kişinin katıldığı düzenli ve görkemli bir gösterinin ardından yaratılan kargaşa ve yaşanan dehşetin sorumluları hâlâ belli değil galiba. Ya da belli ama unutulmuş bütün bunlar. Dönemin başbakanı kimdi acaba? Şimdi ne yapıyor bu zatı muhterem? O dönemin koşullarında Türkiye'de solculuk, maddi temelleri olan bir yönelişti. Türkiye'nin toplumsal yapısı ve soldaki birikimin yıllarca engellenmiş olması bir anda iktidara aday olacak bir sosyalist partinin doğmasına olanak vermiyordu belki ama kısıtlı olanaklarla kurulan Türkiye İşçi Partisi'nin varlığı bile, sosyalizmi ve komünizmi en büyük tehdit olarak görenlerin yüreklerine korku salmaya yetiyordu. "Komünizm gelecek, din elden gidecek" denerek seferber edilen mukaddesatçı sağın, sola karşı vurucu güç olarak kullanılması da ilk kez 1965'de başbakan olan Süleyman Demirel'in parlak buluşlarından biriydi.Türkiye'de bir tür sınıf mücadelesinin yükseldiği o dönem, Sovyetler Birliği'nde uygulanan kolektif kumanda ekonomisinin, kapitalizme karşı ciddi bir seçenek oluşturduğunun ABD'de bile kabul edildiği bir dönemdi. Aynı zamanda Sovyetler'in el altından desteklediği "Bağlantısız Ülkeler", eski sömürge patronlarından bağımsız, ulusal politikalar izleyerek kısa sürede hızlı kalkınmanın umudunu taşıyorlardı.O dönemde Türkiye'de sosyalizmi, ulusal kalkınmayı, Amerikan emperyalizmine karşı mücadeleyi savunanların hiç değilse bir bölümü, bu küresel tablonun içine oturan ve kısmen de olsa Türkiye'deki sınıf mücadelesini yansıtan, gerçekçi temelleri olan bir yönelişin içindeydiler. O dönemin sloganları, pankartları ve eylem biçimleri de bunu yansıtıyordu. 40 yıl önce solculuk Şimdi 40 yıl sonra bambaşka bir dünyada yaşıyoruz. Soğuk Savaş "Hür Dünya"nın zaferiyle sonuçlanmış, ABD'nin tek başına haraca kesmeye çalıştığı bir dünyada yaşıyoruz. Sovyetler Birliği ve ayakta tutmaya çalıştığı kolektif komuta ekonomisi çökmüş, kolektivist bir sistem olarak sosyalizmin ekonomik temeli kalmamış. Çin ve Vietnam gibi solun simgesi olan ülkeler özünde kapitalist ekonomiyi benimseyerek küresel ekonominin yıldızları haline geliyorlar.Türkiye'de de 40 yıl öncekinden çok farklı bir ortam var. Sınıfsal hiyerarşi çok daha sağlam biçimde kurulmuş, sol artık ciddi bir tehdit değil, sol partiler varlık gösteremez halde. Şimdi böyle bir dünyada ve Türkiye'de üniversite kampüslerine gidip bizim 35 - 40 yıl önce attığımız sloganların, astığımız pankartların neredeyse tıpatıp benzerlerini görünce, öğrencilerin sorduğu soruları duyunca içim bu tuhaf oluyor doğrusu. Değişime bu kadar dirençli bir ezberin sırrını merak ediyorum. oulagay@milliyet.com.tr 40 yıl sonra