Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       DAVOS - Dünya Ekonomik Forumu'na katılan çok sayıda ünlü ekonomisti ve dünya ekonomisinde söz sahibi ülkelerin maliye bakanları ile diğer yetkililerini peşpeşe dinlemek fırsatını bulunca bir gerçeği daha iyi anladım. Rusya'nın mali krize girmesi sonrasında, geçen yılın eylül ayında ve ekim başlarında global ekonomide ve uluslararası mali sistemde çöküş noktasına çok yaklaşılmış. Çöküşü önleyen adım ise ABD Merkez Bankası(FED)'in ekim ortalarına doğru faiz oranlarını indirmeye başlaması olmuş.

       Bunu anlamak için Davos'a gelmek gerekmiyordu tabii ama burada "atlatılan tehlike" bu kadar çok vurgulanınca insan ister istemez 1998 sonbaharında yaşanan olayın ciddiyetini daha iyi kavrıyor. Federal Rezerv Bankası(FED)in ilk faiz indiriminden bu yana OECD ülkelerinin merkez bankaları tam 74 kez faiz indirimi yapmış ve dünya ekonomisi adeta likiditeye boğularak çöküşün eşiğinden döndürülmüş.
       Bu olgunun şimdi bu kadar rahatlıkla itiraf edilmesi, çöküş olasılığının atlatılmış olduğu inancından kaynaklanıyor. Yaygın kanıya göre ABD ekonomisi 1999'da yavaşlamakla birlikte "dünyanın lokomotifi" olmaya devam edecek. Dünya ekonomisinin 1999'daki gelişimiyle ilgili beklentileri satırbaşlarıyla şöyle özetleyebilirim:

       * ABD 2. Dünya Savaşı sonrasının en parlak ve güçlü dönemini yaşıyor ekonomide. Çok düşük enflasyon ve işsizlik oranlarına karşın 1998'de %3.9 büyüyen ABD ekonomisinin 1999'da hisedilir biçimde yavaşlaması ve yılın bütününde %2 dolaylarında büyümesi bekleniyor ama çoğu kimsede bunun üzerine çıkılabileceği beklentisi de var. Wall Street'de meydana gelecek bir düşüşün bile ABD ekonomisini büyümekten alıkoyamayacağı ileri sürülüyor. Bu görüşü savunanlar ekonomide beklenenin ötesinde bir yavaşlama olması halinde ABD yönetiminin faizleri yeniden düşürerek ve gerekirse vergi indirimlerine de giderek ekonominin durgunluğa girmesini önleyeceğini belirtiyorlar.
       * Avrupa'nın da yeni faiz indirimleriyle bir durgunluk olasılığına karşı koyabileceği belirtiliyor. Ancak Almanya'da öncelikle dış talebin daralmasından kaynaklanan yavaşlamanın süreceği kaygısını taşıyanlar da var.

       * Japonya 1999 yılının da bilmecesi olmaya devam edecek. Japonlar ekonomiye pompalanan 750 milyar doların etkisini 1999'da göstereceğini ve geçen yıl küçülen ekonominin en geç 1999'un ikinci yarısında yeniden büyüme potasına gireceğini iddia ediyorlar ama ABD yetkilileri ve Davos'taki ünlü ekonomistlerin çoğu bunun gerçekleşeceğinden kuşkulu. Bunlar arasında Japonya'nın yapısal sorunlarını aşmadan krizden çıkamayacağını ve bunun da yıllar alacağını söyleyenler de var.
       * Asya ekonomisinin %70'ini oluşturan Japonya'nın durumu belirsizliğini korurken Kore ve Tayland gibi krizin odak noktasındaki bazı ülkelerde düzelme sinyalleri var. Ancak bunun gerekli olan yapısal önlemlerden çok, büyük dış ticaret fazlası yaratan kemer sıkma önlemlerinden kaynaklandığı da söyleniyor.

       * Davos'taki Çin yetkilileri ve Çin uzmanları devalüasyona karşı direnen Çin'in bu eğilimini 1999'da sürdüreceğini iddia ediyorlar. Buna karşın Çin'in ve arkasından Hongkong'un 1999'da devalüasyon baskısıyla karşılaşacağını ileri sürenler de yok değil.
       * Brezilya'da süregelen çöküşün tüm Latin Ameirka'yı 1999'da çok olumsuz etkileyeceğinden kaygı duyuluyor. Hedefteki ülkelerin başında Arjantin geliyor. Son günlerde ekonomisini resmen "dolarize" etme niyetini açıklayan Arjantin'in halen sürdürdüğü para kurulu uygulamasını nasıl koruyacağı tartışılıyor.

       * Rusya hemen herkesin büyük bir kaygıyla izlediği ülkelerin başında geliyor. Rusya'da ekonomik ve mali krizin ötesinde çok ciddi bir siyasal kriz yaşandığı ve ortaya çıkan otorite boşluğunun tam bir kaosa dönüşeceği kaygısını taşıyanlar da var. Bunun yaratabileceği çok yönlü sorunları ise kimse düşünmek bile istemiyor.
       ABD Hazine Bakanı Robert Rubin de dün Davos'ta yaptığı konuşmada son 50 yılın en ciddi krizini yaşayan dünya ekonomisinde hala ciddi riskler bulunduğunu ve herkesin çok dikkatli olması gerektiğini vurguladı.
       Davos'tan 1999 yılının görünüşü özetle böyle. 1998 eylülünde çöküşün eşiğine gelen global ekonominin ve mali sistemin hızlı bir reflasyonla likidite bolluğu yaratılarak önlenmesi şimdilik genel kriz olasılığını azaltmış görünüyor. Ancak global ekonominin süregelen yapısal sorunlarına bakınca fazla iyimser olmaya olanak bulunmadığı da ortaya çıkıyor.

       Davos'ta yapılan konuşmalarda hemen herkes "sorumlu globallik"ten ve globalleşmenin yararlarının dengeli bölüşümünden söz ediyor ama halen krizin bedelini en ağır şekilde ödeyen ve "yükselen pazarlar"(emerging markets) diye nitelenen ülkelere nasıl destek sağlanacağı konusunda çok umut verici şeyler söylenemiyor.
       Özellikle bu ülkelere özel sermaye akışının 1999'da da çok sınırlı düzeyde kalacağı anlaşılıyor. Örneğin Asya krizi öncesinde, 1996 yılında 200 milyar dolara yaklaşan özel dış kredilerin 1999 yılında 17 milyar dolarda kalacağı, bunun 12 milyar dolarının da ertelenmiş faiz borçlarından oluştuğu belirtiliyor. Doğrudan yatırımlarla birlikte 1996'da 330 milyar dolara yaklaşan toplam özel sermaye akışının da 1999'da 150 milyar doların altında kalması bekleniyor.
       Söz konusu ülkelere verilen en önemli şey şimdilik "kendi evinizi düzene sokun" nasihatı.

       DAVOS / İSVİÇRE - Uluslararası Para Fonu(IMF) heyeti ile Türk yetkililer arasındaki görüşmelerin nasıl geçtiğini çarşambadan beri yurt dışında olduğum için bilmiyorum ama Davos'ta duyduklarım IMF'nin fena halde gözden düştüğünü ortaya koyuyor.
       Başta Rudiger Dornbusch ve Jeffrey Sachs olmak üzere dünya ekonomisi konusunda söz sahibi pek çok kişi, IMF'nin Asya krizinden bu yana hata üzerine hata yaptığını, yarardan çok zarara yol açtığını ileri sürüyor. Tayland, Güney Kore, Endonezya, Rusya ve şimdi de Brezilya örneklerinde IMF'nin devreye girmesinin krizi önlemediği hatta azdırdığı belirtiliyor. IMF'yi eleştirenler:
       * IMF'nin miyadını doldurduğunu ve bugünün dünyasını kavrayamadığını;
       * IMF'nin birçok ülkede ısrarla savunduğu sabit döviz kuru uygulamasının uygulandığı her ülkeye sonunda felaket getirdiğini;
       * IMF'nin krize doğru giden ülkelere destek sağlamada çok geç kaldığını ve o saatten sonra verilen desteğin hiçbir işe yaramadığını;
       * IMF'nin öncelikle sorunlu ülkelere borç vermiş olan uluslararası bankaların ve diğer yatırımcıların paralarını kurtarmaları için devreye girmesinin krizi önlemediğini, azdırdığını;
       * IMF'nin krize giren ülkelere çare olarak önerdiği ve zorla kabul ettirdiği faizlerin tırmandırılması önleminin uygulandığı her ülkede reel sektörü çökerterek krizi derinleştirdiğiini belirtiyorlar.
       IMF'yi en çok eleştirenlerden biri olan Harvardlı ekonomist Jeffrey Sachs, "krize girmek istemiyorsanız mutlaka esnek kur politikası izleyin ve IMF'den uzak durun", diyor. Diğer bir ünlü iktisatçı, Rudiger Dornbusch daha da ileri giderek, "IMF derhal kapatılmalı", görüşünü savunuyor. ABD ekonomisinin geleceğinin tartışıldığı yemekli oturumda yanında oturmak fırsatını bulduğum ünlü fon yöneticisi George Soros ise IMF'nin bugünkü haliyle işlevini yitirdiğini ve tamamen farklı bir anlayışla, adeta bir dünya merkez bankası gibi çalışmasını öneriyor.
       IMF'yi savunmak sorunda kalanlar ise Hazine Bakan Yardımcısı Larry Summers gibi ABD yönetiminin ağır topları oluyor. IMF'nin bazı zamanlama hataları yaptığını sanırım onlar da kabul ediyorlar ama özünde doğru çizgiyi izlediğini savunuyorlar.
       IMF'yi eleştirenlerin en büyük kozlarından biri de şu günlerde Brezilya'nin başına gelenler. Brezilya'nın döviz rezervinin eylülden bu yana 70 milyar dolardan 25 milyar dolara inmesine yol açan gelişmelere adeta seyirci kalan IMF'nin şimdi de gerekeni yapmadığı ileri sürülüyor.
       Görüldüğü gibi her cepheden ateş altında olan IMF'ye bu koşullarda can simidi olarak sarılmak ne kadar yararlı, doğrudur bilmiyorum.