Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       Asya krizi sonrasında IMF'den mali destek vaadi alıp krize giren ülkelere Brezilya da eklendi

       Uluslararası Para Fonu(IMF)den bir heyetin Bayram sonrasında Türkiye'ye geleceği ve bizim yetkililerle Türkiye'ye mali destek sağlanması için gerekli koşulları görüşeceği belirtiliyor. 1997'nin ikinci yarısında Yılmaz hükümetinin kurulmasından bu yana adeta bir yılan hikayesine dönüşen "IMF desteği" bu vesileyle yeniden tartışma gündemimize girmiş bulunuyor.
       Anımsanacağı gibi Yılmaz hükümetinde ekonomiden sorumlu devlet bakanı olan Sayın Güneş Taner IMF ile yaptığı hemen her görüşmeden sonra beklenen mali desteğin gelmekte olduğu müjdesini vermiş ancak bu destek bir türlü gelmemişti. Ekonominin kilit noktalarındaki bazı bürokratlarımız da IMF'den gelecek 10 - 15 milyar doların Türkiye ekonomisini nasıl rahatlatacağını çeşitli vesilelerle anlatmışlar, ancak onların beyanları da desteğin gelmesini sağlayamamıştı. Bu açıklamaların ışığında borsada ve piyasalarda zaman zaman umut rüzgarları estirilmiş ama hevesler hep kursaklarda kalmıştı.

       Umudumuz IMF mi?

       Şimdi "umudumuz Ecevit" döneminde "umudumuz IMF" şarkısı bir kez daha popüler olmuş görünüyor. Daha önceki başkanlığı döneminde IMF ile yıldızı pek barışmamış olan Sayın Ecevit'in şimdi bir genel seçim arefesindeki üç aylık dönemde IMF ile anlaşma yapabileceğini düşünenler bile var. Daha gerçekçi ve ihtiyatlı olanlar ise IMF ile Türkiye'ye mali destek sağlanmasını da içerecek bir "stand by" anlaşmansının ancak seçimlerden sonra yapılabileceğini ileri sürüyorlar. Bu arada Türkiye'nin dış kaynak darboğazını aşması için IMF ile anlaşma yapmasının şart olduğunu düşünenler çoğunlukta.
       Bu düşünce ilk bakışta doğru görünüyor. Türkiye'nin nicedir beklenen yapısal reformları sonunda yapacağı ve kamu kesimi disiplinini kalıcı biçimde sağlayacağı konusunda IMF'yi ikna ederek bir anlaşmaya varması halinde dış kredi bulma ve yabancı yatırımcıları çekme açısından avantajlı duruma geçeceği varsayılıyor.

       IMF ile anlaşan batıyor

       Evet, bu beklentilerin bir mantığı var ama bu mantık IMF'nin Asya krizi öncesindeki performansını esas alan bir mantık. Asya krizi sonrasındaki tabloya baktığımız zaman kriz ortamına girdikten sonra IMF'den mali destek sağlayan hemen her ülkede ekonomik ve mali krizin ağırlaştığını; krizden kurtulmak için IMF'den mali destek vaadi alanların da krize sürüklenmekten kurtulamadıklarını görüyoruz. İlk grupta Tayland, Endonezya ve Güney Kore gibi ülkeler var. İkinci gruba ise Rusya'dan sonra şimdi de Brezilya eklendi. IMF'nin Brezilya için 41 milyar dolarlık bir mali destek paketi organize ettiğini açıklamasından birkaç hafta sonra Brezilya da krize sürüklendi.
       Amerika'nın sözü geçen iktisatçılarından Jeffrey Sachs gibi, "IMF'nin artık hastalığı tedavi etmek yerine azdırdığını" iddia edecek kadar IMF düşmanı kesilmek doğru mu bilmiyorum ama bu ünlü kuruluşun Asya krizi sonrasındaki performansına bakıp IMF'ye umut bağlamak da pek kolay değil her halde.

       IMF neden başarısız?

       IMF'nın son dönemdeki başarısızlığının iki temel nedeni var. Birincisi, Asya krizine neden olan hastalığın daha önce Meksika ve Türkiye gibi örneklerde görülenden farklı nitelikte bir "özel sektör krizi" olduğunu teşhis etmekte gecikmesi. İkincisi, IMF'nin mali destek sağlama noktasına çok geç gelmesi ve bu noktaya gelindikten sonra sağlanan mali desteğin krizi önlemeye yetmemesi. IMF'nin destek paketini çoğu kez, uluslararası spekülatörlerin söz konusu ülke için "infaz emri"ni verdiği noktada devreye sokuyor ve bu paket infaz emrinin
       durdurulmasını önlemeye yetmiyor. Örneğin Rusya geçen yılın başlarından itibaren spekülatörlerin hedefi haline gelmişti ama IMF desteği ancak yaz ortasında devreye girdi ve birkaç hafta sonra patlayan krizi önleyemedi. Brezilya en az bir yıldan beri hedefteydi ama IMF'nin destek paketi ancak 1998 sonlarında açıklandı.
       Tabii suçu olduğu gibi IMF'nin omuzlarına yıkmak doğru değil. Rusya ve Brezilya beklenen reformları yaparak ve kamu kesimi disiplinini sağlayarak IMF desteğini sağlayacak noktaya daha önce gelebilselerdi belki de bu boyutta krizlere sürüklenmekten kurtulabilirlerdi. Ama bu olmadı ve IMF'nin kaçınılmaz sonun yaklaştığı bir noktada cankurtaran simidini atması da işe yaramadı. IMF'nin destek vaadi her iki ülkede de kur depremini ve reel ekonominin darbe yemesini önleyemedi.

       Türkiye'nin durumu

       Rusya ve Brezilya'yı tam da IMF'den destek vaadi aldıkları noktada krize sürükleyen faktörlerin başlıcaları şunlardı:
       * Her iki ülke de hiperenflasyonu tek haneliye indirmeyi başarmıştı ama kamu açıklarını kalıcı olarak giderecek adımları atamamıştı.
       * Her iki ülkede de hükümetler gerekli görülen yapısal reformları gerçekleştirmekte zorlanıyordu.
       * Her iki ülkede de dış açığın büyüdüğü ve bir noktada devalüasyonun kaçınılmaz olacağı izlenimi uluslararası piyasalarda yaygınlaşmıştı.
       * Her iki ülkede de kur depremini önlemek için kullanılan yüksek faiz silahı reel ekonomiyi vurmuştu.
       Türkiye'nin bugünkü durumunun bu "felaket reçetesi" ile bazı benzerlikler gösterdiği ortada ama bu benzerlik şimdilik sınırlı. Bizde de hükümetler yapısal reformları ertelemekte başarılı, bizde de kamu açıkları sürüyor, bizde de reel faizler reel ekonomiyi vuruyor ama onlardan farklı olarak enflasyonu henüz fazla düşürebilmiş değiliz, dış açığımız şimdilik çok fazla değil, paramız aşırı değerlenmiş sayılmaz ve uluslararası spekülatörlerin diline son aylara kadar pek düşmedik. Hepsinin ötesinde IMF'den henüz mali destek alamadık.
       Şimdi bu koşullarda ister istemez şunu düşünüyor insan: eğer yakın bir gelecekte IMF'nin Türkiye'yi mali desteğe muhtaç gördüğü noktaya gelirsek ve IMF'den mali destek sözü alırsak asıl o zaman mı kriz geliyor diye korkmamız gerekecek?

       Türkiye'yi günlerden beri meşgul eden "Hakan olayı"nın başlangıç noktasındaki duruma bakalım önce:
       * Galatasaray takımı Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final şansını son anda kaçırmış, Türkiye'de "yılın takımı" seçilmiş, lig şampiyonluğunun en büyük adayı olarak taraftarlarına umut veren, taraftarı olmayanların bile takdirini kazanan bir ekip.
       * Takımın hiç tartışmasız en büyük kozlarından biri, belki de birincisi, Hakan Şükür. Kimilerine göre şu anda "Avrupa'nın en iyi santrforu" olan Hakan, Türkiye dışında da parlama potansiyeli olan bir yıldız.
       * Tam bu noktada, taraftarlar ligin ikinci yarısında daha da mükemmel bir Galatasaray'ı izlemenin hayaliyle yaşarken, klübün ciddi bir mali sıkıntı içinde olduğu anlaşılıyor ve Hakan'ın Juventus'a transferi gündeme getiriliyor.
       Hakan'ın bu transfere hazır olmadığı ortada. Bu ruh halinde İtalya'da başarılı olması kuşkulu. Taraftarın böyle bir transfere sıcak bakması olanaksız, tam tersine "aldatılmış ve terkedilmiş" hissediyor kendisini.
       Başta Başkan Faruk Süren olmak üzere klüp yöneticileri ne yapıyor bu durumda? Hakan'ın ve taraftarın tepkisini neredeyse hiç dikkate almadan Hakan'ı pazarlama çabasını sürdürüyor, yaptıkları açıklamalarla da Hakan'ın Galatasaray'a dönüş yollarına adeta mayın döşüyorlar.
       Sonunda Hakan'ın Juventus'a transferi arabesk bir komediye dönüşüyor ve şark usulü koyun pazarlığından bıkan İtalyanlar Hakan'dan vazgeçiyor.
       Şimdi herkes mutsuz ve klüp hala parasız. Bu olayın içinde yer alan ve bir değil birkaç çuval inciri mahvetmek başarısını gösteren herkesi kutlamak gerekiyor. Bu belki de Türkiye'nin kaderi; ne zaman fırsatlarla dolu, olumlu bir tablo çıksa ortaya birileri çıkıp bunu bozmanın yolunu buluyor.
       Neyse önümüz bayram, iyi bayramlar efendim.