Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Osman ULAGAY

"Reformları yapın, destek verelim, enflasyonu bir yılda % 20'lere çekin" diyen IMF ile anlaşamazsak üç yıllık programı uygulamak da zorlaşacak.
Yılmaz hükümetinin uygulamak istediği "Enflasyonla Mücadele Programı"nın başarısı bir yandan hükümetin kararlılığına ve iktidar gücüne diğer yandan bu programa sağlanacak dış desteğe bağlı. Dış desteğin anahtarı ise Uluslararası Para Fonu(IMF)'nin elinde. Bu nedenle IMF ile yapılan son görüşmeler sonrasında gelinen noktanın doğru anlaşılması çok önemli.
IMF ile Washington'da yapılan görüşmelere katılan Hazine Müsteşarı Mahfi Eğilmez'in önceki gece TRT - 1 'deki "Ekonomi Dosyası" programında yaptığı açıklamalar bu bakımdan aydınlatıcıydı. Sayın Eğilmez'in söylediklerinden anladığıma göre, IMF ile Güneş Taner başkanlığındaki Türk heyeti arasında geçen diyalog şöyle özetlenebilir:


* IMF, hükümetin hazırlamış olduğu üç yıllık "Enflasyonla Mücadele Programı"nın uygulanmasının çok zor olduğunu, bunun hükümeti yıpratacağını belirterek enflasyonu bir yıl içinde yüzde 20'lere çekecek çok daha radikal bir program önermiş Türkiye'ye.
* Bizim heyet, böyle bir programın ancak üç yıllık programda örgörülmeyen boyutlardaki bir dış destekle uygulanabileceğini belirterek IMF'nin bunu sağlaması halinde bir yıllık programın gündeme alınabileceğini ifade etmiş.
* IMF Türkiye'ye kapsamlı desteğin ancak hükümetin dört temel reformu (sosyal güvenlik, vergi, tarım ve mali sektör) yapabileceğini kanıtlaması halinde sağlanabileceğini belirtmiş.
* Bizim heyet, hükümetin söz konusu reformları yapabileceği varsayımıyla bir yıllık yeni bir program hazırlamak için süre istemiş. Bu arada IMF de kendi hazırlığını yaparak bir yıllık program önerisini geliştirecekmiş.

Hazine Müsteşarı Eğilmez bir yıllık iddialı bir programı uygulamak için sağlanması gereken dış desteğin miktarını açıklamak istemiyor ama böyle bir dış desteğin sağlanması halinde enflasyonun bir yıl sonunda % 20'lere hatta biraz zorlamayla % 10'lara inmesinin, en azından kağıt üzerinde, mümkün göründüğünü söylüyor. Eğilmez, IMF ile anlaşma olması halinde Dünya Bankası'nın yapısal uyum kredilerinin de devreye gireceğini ve programın başarısına katkıda bulunacağını belirtiyor.
Masa başında yapılan model çalışmalarında mümkün görünenin fiilen mümkün olabilmesi, her şeyden önce hükümetin söz konusu reformları kısa sürede gerçekleştirebilmesine ve IMF'nin güvenini kazanmasına bağlı. Bunun hiç de kolay olmadığını ve olmayacağını ise geçen haftanın gelişmeleri bir kez daha kanıtlıyor. İktidar partilerinin kendi içlerindeki uyumsuz davranışlar, CHP'nin güven vermeyen desteği ve seçim sözcüğünün yeniden manşetlere taşınması, IMF'nin destek için önkoşul olarak gördüğü reformların kısa sürede yapılabileceği umudunu vermiyor. Tam tersine siyasi çekişmenin öne çıkacağı bir ortamda reformdan söz etmenin giderek zorlaşacağı izlenimi güçleniyor.

Pekiyi hükümet IMF'nin de kabul edeceği bir sosyal güvenlik reformunu yapamaz, vergi reformunu ve tarım kesimindeki düzenmlemeleri de savsaklar ve sonunda IMF ile anlaşamazsa ne olur?
"IMF ile anlaşma olmazsa biz üç yıllık programı kendi imkanlarımızla uygularız", diyor Mahfi Eğilmez ama bunu ne kadar inanarak söylediğini doğrusu bilmiyorum. Bir kere IMF'yi tatmin edecek reformları yapamayan bir iktidarın bir istikrar programını uygulama yeteneği de kuşkulu. İkincisi, Asya'daki krizin uluslararası piyasalarda yarattığı elverişsiz ortam çok önemli bir olumsuz faktör.
Türkiye'nin önümüzdeki yıl yapması gereken dış borç ana para ödemesi 7 - 8 milyar dolar dolayında. Üç yıllık enflasyonu düşürme programı hazırlanırken Türkiye'nin IMF'nin yeşil ışığı olmadan da bu borcu çevirecek olanakları fazla zorlanmadan bulacağı varsayılmıştı. Oysa şimdi uluslarası piyasalarda koşullar çok değişti; beş - altı ay önce 30 yıllık tahvil ihraçları yapan ülkeler bile zorlanmaya başladı. Bu koşullar altında Türkiye'nin ihtiyacı olan 7 - 8 milyar doları bulması da zorlaştı.
Bütün bunlara bir de seçim senaryoları eklenince önümüzdeki dönem için iyimser olmak iyive güçleşiyor ama hala bir sığınağımız var: "burası Türkiye, bize bir şey olmaz", deyip teselli buluyoruz.



Dün sabah telefonla arayan bir emekli okur, "ne dersiniz, devalüasyon olacak mı", diye sordu. IMF denince bazı kimselerin aklına hemen devalüasyon geliyor. Bu arada IMF'nin kimi ülkelere zaman zaman tavsiye ettiği "döviz kuru çıpası"na geçilirken çıpanın önce kurda bir ayarlama yapılarak atılması da söz konusu olabiliyor ve bu da akla bir kur ayarlaması olasılığını getiriyor.
Okuruma Türkiye'nin günlük kur ayarlamalarıyla devalüasyonu zamana yayarak yaptığını, bu nedenle eskiden olduğu gibi bir defada yüzde 30'lara 40'lara varan devalüasyonların ancak büyük krizlerle gündeme gelebileceğini anlatırken The Economist dergisinin son sayısı geldi. Her zaman yaptığım gibi son sayfadan başladım dergiye bakmaya ve yandaki grafikle karşılaştım.
Bu grafik "Gelişen Pazar" kategorisindeki ülkelerin paralarının 31 aralık 1996 - 19 kasım 1997 arasındaki sürede dolara karşı değer kayıplarını gösteriyor. Görüldüğü gibi bu yıl büyük krizler ve şok devalüasyonlar yaşayan Tayland, Endonezya, Malezya, Filipinler ve Kore gibi ülkelerinin dolara karşı değer kayıpları TL.nin değer kaybına erişememiş. Yüzde 90'lardaki enflasyonuyla dünyaya parmak ısırtan Türkiyemiz, öyle krize falan gerek kalmadan, devalüasyonda da şampiyonluğu kimselere bırakmamış.
Kimseye çaktırmadan, krize falan girmeden devalüasyonda da şampiyon olmuşuz, buna karşın TL.nin aşırı değerlendiğini iddia edenler ve "devalüasyon olur mu?", diye soranlar var.
Böyle bir ülkede ekonomiyle uğraşmak ve kendini anlatmak kolay değil inanın ki.

Yazara Email O.Ulagay@milliyet.com.tr