Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Son haftalarda Brezilya’ya biraz fazla taktığımı düşünenler olabilir ama Brezilya örneği gerçekten çok önemli; Brezilya’da yaşananlar, IMF programları, "Washington konsensüsü" ve uluslararası finans sisteminin niteliği konusundaki tartışmaları yeni bir boyuta taşıyacak belki de.
Bunun bir sinyali de Brezilya Merkez Bankası Başkanı Fraga ve Maliye Bakanı Malan’la ilgili olarak başlayan tartışmayla gündeme geldi. Her iki isim de IMF nezdinde büyük saygınlığı olan ve özellikle 1999’daki krizden bu yana Brezilya ekonomisini iyi yönettiği düşünülen isimler. IMF - Brezilya ilişkileri de bu sayede gayet iyi gitmiş, son yıllarda ve IMF’den destek görmeye devam etmiş Brezilya.
Ne var ki bütün bunlar, uluslararası piyasaların, ekim ayında yapılacak başkanlık seçimini gerekçe göstererek Brezilya’yı gözden çıkarmasını ve dev bir krizin eşiğine sürüklemesini önleyemedi. Bu noktada gündeme gelen sorular şunlar: Acaba IMF işin başında güvendiği adamlar bulunduğu zaman bir ülkedeki gelişmelere fazlaca iyimser bakıyor ve durumu gerçekçi değerlendiremiyor mu? Bir ülke ekonomisinin kaderinin IMF tarafından desteklenen bir ya da birkaç "güvenilir adam"a bırakılması doğru mu?
Bence bizim de üzerinde düşünmemiz gereken sorular bunlar.

Milliyet’teki oda komşum Meral Tamer, cumartesi günü son siyasi gelişmelerle ve özellikle Kemal Derviş’le ilgili yorumların pek çoğunu okuduktan sonra, "herkes farklı bir şey yazmış ama hemen hepsine de hak veriyorum sanki", dedi. Meral’in bu itirafı, Derviş’in siyasete soyunmasından bu yana yaşanan gelişmeler karşısında çelişkili duygu ve düşüncelere sürüklenmenin ne kadar kolay olduğunu gösteriyor. Eğer kendini Derviş’e, CHP’ye, İsmail Cem’e ya da meydandaki siyasi aktörlerden herhangi birine kaptırmış bir "taraftar" iseniz sizin için sorun olmayabilir, tuttuğunuz kişi ya da parti nasıl davranırsa davransın onu haklı gösterecek nedenler bulabilirsiniz. Ama mevcut seçenekler arasında size en yakın geleni, özlediğiniz lider tipine en fazla yaklaşanı, düşlediğiniz şeyleri yapma olasılığı en fazla olanı belirlemek için bir arayış içindeyseniz o zaman çelişkili duygu ve düşüncelere kapılmanız işten bile değil son gelişmeler karışısında. Böyle bir seçim yaparken duygu ve düşünce faktörlerinin iç içe geçmesi durumu iyice karmaşık hale getiriyor bizim gibiler için.

Derviş, YTP, CHP
Örneği kendimden vereyim ve gelişmelerin odağındaki adam haline gelen Kemal Derviş’in son haftalardaki serüvenlerini izlerken kapıldığım duyguları ve düşünceleri analiz etmeye çalışayım.
• Kendime yakın bulduğum Kemal Derviş’in siyasete atılma kararını duyunca ilk tepkim olumlu oldu. Derviş, Türkiye’yi 21. yüzyıla taşıyacak kadronun önemli bir unsuru olabilirdi.
• Derviş’in İsmail Cem’le birlikte yeni bir siyasal oluşumun içinde siyasete atılması da olumlu geldi bana. Özellikle merkezden sola açılan yelpaze içinde mevcut liderlere ve siyasal partilere tepki duyan geniş bir kitlenin varlığına inandığım için yeni bir oluşumun ilgi çekebileceğini düşündüm.
• Ancak ilk anda bu yeni oluşumun üç liderinden biri gibi görünen Derviş’in daha sonra bakanlık postunu korumak gerekçesiyle araya bir mesafe koyması ve "solda birlik arayışı" adını verdiği bir görüşme trafiğinin başaktörü haline gelmesi birçok kimse gibi benim de kafamı karıştırdı.
• Bu arada partileşerek Yeni Türkiye Partisi adını alan yeni oluşumun Derviş’i beklerken sergilediği davranış ve açılımlar da kafamda soru işaretleri yaratmaya başladı. Geride kalacağını umduğum bir "eski" siyaset anlayışını temsil eden kimi kıdemli siyasetçilerin YTP’ye katılması bu soru işaretlerini iyice artırdı.
• CHP lideri Deniz Baykal’ın Derviş’i kendi yanına çekmek için yaptığı çağrılar ise başından beri sıcak gelmedi bana. CHP’nin örgütsel varlığı ve kurumsal ağırlığı dikkate alınması gereken etkenlerdi kuşkusuz ama o yapıyla ve o liderle yeniye doğru bir açılımın mümkün olacağına ve Derviş’in düşündüklerini yapabileceğine pek inanamıyordum ben.
• Bu gelişmeler yaşanırken AKP’yi % 20’nin üstünde gösteren kamuoyu yoklaması verilerinin CHP ve YTP’nin % 10 barajının civarında dolaştığını göstermesi de kafa karıştıran bir bilgiydi.

Derviş ve Ecevit
Sonunda Derviş biraz da onun katkısı varsayılarak kurulan YTP’ye verdiği sözü unutarak yeni partiye katılmayacağını açıkladı. Baykal’ın çağrısına ise sıcak bakıyordu Derviş ve merkez solda birlik oluşturma çabasını sürdürecekti.
Derviş’in bu kararı, biraz da kaygıyla izlediğim siyasete giriş serüveninde yeni bir nokta oldu benim için. Derviş’in ne yapmak istediğini anlasam da son haftalardaki hali, ona umut bağlayanları biraz hafife aldığını düşündüren yaklaşımı ve verdiği sözden bu kadar kolay dönmesi bende yaratmış olduğu olumlu izlenimleri biraz erozyona uğrattı doğrusu. Ve yılların içinden gelen bir bıkkınlıkla, düş kırıklığının yeni adı Derviş mi olacak diye düşünmeye başladım.
Bunları düşünürken Tempo dergisinin son sayısında yer alan "Solun bölünme tarihi" başlıklı araştırma çarptı gözüme ve tam 30 yıl öncesine götürdü beni. 1972 yılında, 12 Mart 1971 askeri müdahalesinin sancıları henüz tazeyken CHP içinden bir grup arkadaşın önerisiyle, hayatımda ilk (ve her halde son) kez bir siyasal partiye, yani CHP’ye üye olmuş ve delege seçilerek Bülent Ecevit’in İsmet İnönü’yü alt etmesine karınca kararınca katkıda bulunmuştum. Ecevit’in daha sonra bana yaşattığı düş kırıklıklarının sayısını ise unuttum herhalde. Şu son aşamada siyasetten onurlu bir çıkış senaryosu yazıp uygulayabilseydi Sayın Ecevit, belki gene de durumu kurtarırdı benim gözümde ama ne yazık ki onu da yapamadı.
Gene biraz karamsar bir yazı oldu galiba, ne yapayım son gelişmeler karşısında fazla iyimser olamıyorum doğrusu.

Ülkemizde müzmin bir afet haline gelen sel baskınları can almaya devam ederken Orta Avrupa’nın tarihi kentleri son 200 yılın en büyük sel felaketiyle karşı karşıya geldi. 2. Dünya Savaşı’nın sonlarında korkunç bir bombardımana uğradıktan sonra yeniden toparlanmaya çalışan bir sanat ve müzik kenti olan Dresden’i ve belki de dünyanın en görmeye değer kentlerinden biri olan Prag’ı sular altında boğulurken görmek sarstı beni. Hoyratça hırpaladağımız doğanın acımasız bir intikamı mı bu diye düşünmeden edemedim. Bilim adamları, bu su baskınlarıyla tamamen "insan eseri" olan küresel ısınma olgusu arasında doğrudan bir bağ kurma konusunda sanırım bir fikir birliği içinde değiller ama ben duygusal olarak kuruyorum bu bağı. Gelecek hafta Johannesburg’da başlayacak olan Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi öncesinde sanki acı bir uyarı yapıyor doğa insanlığa ve George W. Bush gibi çevre sorunlarına duyarsız liderlere.