Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Binlerce kilometre uzakta Hindistan ve Pakistan, ilk 1 saatte 12 milyon insanın hayatına mal olabilecek bir nükleer çatışmanın eşiğinde. İnsanlık tarihi inanılmaz gaddarlıklarla, ahmaklıklarla, acımasızlıklarla dolu aynı zamanda. Bu sıcak haziran gününde Kraliçe Elizabethin tahta geçişinin 50. yıldönümünü ve İngilterenin Dünya Kupasındaki başarısını kutlamaya hazırlanan Londrada bunları düşünmeden edemedim.Kraliçe Elizabeht 1952 yılında babasının ölümü üzerine tahta geçtiğinde tam 51 ülkenin hükümdarı olarak taç giymiş. "Üzerinde güneş batmayan" Büyük Britanya İmparatorluğu artık bir anı ama Londra o dönemi çağrıştıran bayraklarla donanmış bir halde, Kraliçenin "altın jübilesi" ve İngiliz takımının futboldaki başarısı ile avunmaya hazırlanıyor.Financial Times gazetesinin haberine göre dört günlük bir tatile yayılacak olan bu kutlamalara hazırlanan İngiltere halkı bira, şampanya, pizza, dondurma ve prezarvatif stoklarını yenilemek için yoğun çaba harcamış son günlerde. Her şey yolunda gider ve İngiliz milli takımı İngilizlerin umutlarını kıracak bir sonuç almazsa, bütün bu hazırlıklar boşa gitmiş olmayacak, stoklar eriyecek.Kazanma hırsı, içki ve seks; insanlık serüveninde hep öne çıkmış motifler galiba. Londrada insanın içini ısıtan bir haziran günü. Her renkten, ırktan, milletten, cinsten binlerce insan, Kraliçenin sarayını çevreleyen parklara sereserpe yayılmış, yazın gelişini kutluyor sanki. Konuşan, koklaşan, sevişen, sevgili arayan, kitap okuyan, düşünen, yürüyen, koşan, oyun oynayan, tekerlekli patenle ya da bisikletle dolaşan bu insanlar, insanlığın o akılalmaz serüveninde bir noktacık belki de. Hayatı anlatan pek çok şeyi içeren bir noktacık. Siyasetçi ekonomiye nasıl bakmalı? (2) Geçen pazartesi bu köşede yer alan bu yazının ilk bölümünde, Türkiye ekonomisinin halen kritik bir eşikte bulunduğunu belirtmiş ve siyasetçilerin bu kritik noktada ekonominin geleceğini değerlendirirken iki senaryodan birini benimseyerek davranışlarını bu tercihin ışığında belirlemeleri gerektiğini ileri sürmüştüm. Geçen hafta ele aldığım birinci senaryo, halen IMF desteğiyle uygulanmakta olan ekonomik programın, tutarlı biçimde sürdürülmesi halinde hedeflenen sonuçları vereceği ve sonuçta ekonominin sağlıklı bir raya oturacağı varsayımına dayanıyordu. Bu senaryonun gerçekleşeceğine inanan iktidardaki siyasetçilerin, erken seçim tartışmalarını bir kenara bırakıp mevcut hükümetin devamlılığını sağlamalarının ve programı uygulamaya devam etmelerinin kendileri açısından en rasyonel tercih olduğunu yazmıştım. Bu senaryonun gerçekleşebileceğini düşünen muhalefetteki siyasetçiler açısından ise tam tersi geçerliydi; onların, programın olumlu sonuçları alınmadan hükümeti bir erken seçime zorlamaları ve şu anda hükümetteki partilere karşı oluşmuş olan tepkiyi oya çevirmeleri kendileri açısından daha rasyonel bir tercih olurdu. Çıkmaz sokak senaryosu Bu ikinci senaryonun gerçekleşeceğini düşünen iktidardaki siyasetçinin davranışını, birinci senaryonun gerçekleşeceğini düşünen siyasetçiden farklı olması gerekiyor. İktidardaki siyasetçi, halen uygulanmakta olan programın er geç hüsranla ya da yeni bir krizle sonuçlanacağını düşünüyorsa o zaman o noktaya gelinmeden bu programdan vazgeçmeyi ve seçim ekonomisine yönelerek erken seçime gitmeyi göze almak zorunda. Bu yöntemle seçimde uğrayacağı kaybı en aza indirmeyi hedefleyebilir.İkinci senaryonun gerçekleşeceğini düşünen muhalefetteki siyasetçinin ise şu an için erken seçimden kaçınarak hükümetin daha zor durumlara düşeceği ortamı beklemesi kendi açısından daha rasyonel bir davranış olarak görünüyor.Türkiyede şu anda gözlenen tabloya yukarıda çizdiğim çerçeveden baktığımızda ister istemez şu ilginç sorular akla geliyor; acaba bugün erken seçimi gündeme getiren hükümet mensupları, uygulanmakta olan programın hedeflenen sonuçları vereceğine inanmadıkları için mi erken seçim istiyorlar? Ve erken seçim diye tutturan muhallefet mensupları da, programın bir süre sonra olumlu sonuç vereceğine inandıkları için mi böyle davranıyorlar? Yazının bu bölümünde ise ikinci senaryoyu ele alarak bu senaryonun geçerli olacağı varsayımı altında siyasetçilerin rasyonel davranış biçiminin nasıl olması gerektiğini tartışmaya çalışacağım. İkinci senaryo, halen uygulanmakta olan IMF destekli programın çıkar yol olmadığı, Türkiyenin bu programı sürdürerek sağlıklı büyümeye geçemeyeceği ve sonunda yeni bir krizle karşılaşacağı varsayımına dayanıyor, IMF destekli programa ideolojik gerekçelerle karşı çıkanların yanı sıra salt ekonomik gerekçelerle bu programın Türkiyeyi çıkmaza sürüklediğini ileri sürenler de var. Gerçek daha karmaşık Mevcut programdan vazgeçmeyi göze alan siyasetçinin bu soruları cevaplamaya hazır olması ve kendi alternatif programını, içeride ve dışarıda yaratacağı olası yansımaları da düşünerek, hazırlamış olması gerekiyor. Böyle bir denemeyi, ekonominin kaderinin hala bıçak sırtında durduğu bir ortamda başarıya ulaştırmanın ne kadar zor olduğu da ortada.Evet siysetçi olmak kolay değil; yazar diye geçinip böyle ahkam kesmek biraz daha mı kolay acaba? Gerçek hayat kuşkusuz çok daha karmaşık süreçleri ve tercihleri içeriyor. Bir kere siyasetçilerin, tamamen rasyonel davranacağını varsaymak doğru değil, iktidar olma ya da iktidarda kalma hırsı çoğu kez her şeye ağır basabiliyor. İkincisi, bugünün dünyasında ekonomi politikasında yapılacak temel tercihlerin ya da yön değişikliklerinin hangi sonuçlara yol açabileceğini kestirmek fevkalade güç. Bir an için özellikle MHP içinde IMF destekli programın ülkeyi felakete götürdüğünü düşünenlerin ağır bastığı ve Kemal Dervişi devre dışı bırakıp programı rafa kaldıran ve seçim ekonomisine yönelen bir hükümet tablosuyla karşı karşıya kaldığımızı düşünelim. Bu yönelişin iç ve dış piyasalardaki yansımaları ne olur? Kurlar ve faizler nasıl etkilenir? Uygulanan seçim ekonomisi seçmenin gözünü boyamaya ve seçimlerde iyi sonuç almaya yarar mı? Yoksa ortaya çıkacak kaos, erken seçimi gündeme getirenlerin daha da fazla oy kaybetmesine mi yol açar? Fransada futbol ve tüketici güveni Futboldaki başarı ekonomiye yarıyor Daha önce Dünya Kupası ya da Avrupa Kupası turnuvalarının sonuçlarıyla bu turnuvalarda başarılı olan ülkelerin ekonomideki performansı arasında kayda değer bir ilişki var. Fransa 1998de Dünya Kupasını kazandıktan sonra ülkede tüketici güveni artmış ve borsada ciddi bir yükseliş yaşanmış. Almanya da 1996da Avrupa Kupasını aldıktan sonra tüketici güveninde bir artış yaşanmış. Bakalım Türkiye ne yapacak ve bu durum ekonomimizi nasıl etkileyecek? Fiat otomobil sanayiinden çekiliyor mu? Berlusconi hükümeti, İtalyanın simgelerinden biri olan Fiatı ayakta tutmak için bazı girişimlerde bulundu ama ekonomik gerçeklerin ulusal önlemleri çoğu kez ikinci plana ittiği bir dünyada yaşamakta olduğumuzu unutmamamız gerekiyor. oulagay@milliyet.com.tr Bu yılın ilk çeyreğinde 429 milyon euro zarar eden Fiat Auto, alacakların baskısı altında tarihsel bir karara zorlanıyor. Yüzyılı aşan bir geçmişi olan ve İtalyan sanayiinin efsanevi markalarının başında sayılan Fiatın otomobil sanayiinden tamamen çekilmesi söz konusu. Daha önce Fiatın otomobil bölümünün % 20sini satın almış bulunan General Motorsun geri kalan hisseleri de satın alınarak Agnelli ailesinin gerisini alabileceği belirtiliyor. Halan 136 bin dolayında çalışanı bulunan Fiat Auto İtalya pazarında olduğu gibi uluslararası pazarda da pay kaybediyor.