Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Osman Ulagay


Dünyanın belli başlı hisse senedi borsaları çok kimseyi şaşırtan bir şekilde tırmanışını sürdürürken bu benzeri görülmemiş tırmanışın ardından büyük bir çöküş yaşanabileceğini dile getirenlerin sayısı da artıyor. Bu tür kaygılar aslında geçen yıldan beri dile getiriliyor ve birileri bu kaygıları dile getirirken borsalardaki yükseliş de sürüyor. New York borsasının nabzını tutan Dow Jones endeksi 8000 sınırını aştı, Londra borsasınınn FT 100 endeksi 5000'e dayandı, Frankfurt DAX ve Paris CAC endeksleri yeni rekorlara erişti.

1929 ve 1987

Bu durum geçmişteki örnekleri hatırlatarak "bu çıkışın da bir inişi olacak", diyenleri biraz mahçup duruma düşürüyor ama onlar uyarılarını yapmaya devam ediyorlar. Son uyarılardan biri gene tarihi verilere dayandırılıyor. Dow Jones endeksinin iki yıl üstüste yüzde 20 arttıktan sonra üçüncü yılın ilk yarısında
yeniden hızlı bir artış göstermesine bundan önce iki kez tanık olunmuş: 1929 ve 1987'de. Her iki tarihin de borsada büyük çöküşlerin tarihleri olması iste7 istemez tatsız çağrışımlar yapıyor ve uyarıları gündeme getiriyor.
ABD'nin önde gelen finans kuruluşlarından Merril Lynch'in kıdemli başkan yardımcısı Wayne Nelson'un, geçen yıl Washington Post gazetesi yazarı James Glassman'a söyledikleri, bu tür kaygıları dile getirenlere rahatlatıcı bir cevap niteliğinde. "Seks yaparken sürekli olarak bu zevk bitince ne olacak diye düşünürseniz seksten keyif alamazsınız. Onun için piyasalar yükselirken sonra ne olacak diye kaygılanacağınıza rahat olun ve bu yükselişin keyfini çıkarın, zira bir daha böyle bir yükselişi kolay göremezsiniz", demiş Wayne Nelson.

Hisselere hücum

Dünyanın birçok yerindeki para sahiplerinin ya da paraya yön verenlerin Mr. Nelson'un bu önerisine uygun davrandıkları görülüyor. Hisse senedi borsalarının, banka ya da tahvil faizlerini katlayan getirileri küçük tasarruf sahiplerinin hisse senedi içeren yatırım fonlarına oluk gibi para akıtmasına yol açıyor. Bu para akışı kendini besleyen bir saaddet zinciri yaratıyor ama bu tırmanışın nerede, ne zaman ve nasıl duracağını kimse bilemiyor.
Özellikle ABD ekonomisinin verimlilik artışlarına ve rekabet gücü yükseliyine dayalı bir "altın çağ"a girmiş olduğu ve bunun hisse fiyatlarındaki artışa sağlam bir dayanak oluşturduğunu iddia edenler geçmiş dönemlerle karşılaştırmaların bu nedenle çok anlamlı olmadığını iddia ediyorlar ama geçmişteki büyük çöküşleri unutamayanlar alarm zillerini çalmaya devam ediyorlar.

Bundan bize ne?

Biz Türkiye'de dünyayı pek yakından izlemiyoruz, ancak bizi doğrudan ilgilendiren bir gelişme olduğunda dışımızdaki olaylara ilgimiz artıyor. Finans sektörümüz dünyadaki gelişmeleri en yakından izleyen sektörlerin başında geliyor ama "piyasalar" denince gene de öncelikle Türkiye'deki piyasalar geliyor aklımıza.
Bu aslında doğal ama günümüzde dünya borsalarında, döviz ve para piyasalarında yaşanan gelişmeler bizim piyasalardaki gelişmeleri de yakından etkilediği için bu gelişmeleri de yakından izlemek gerekiyor. Örneğin dünya hisse senedi borsalarındaki büyük tırmanışı 1987'deki gibi bir büyük çöküş izlerse bu olay yalnızca bu borsalarda yatırımı olanları değil, çok daha geniş bir yatırımcı kitlesini etkileyecek ve bundan Türkiye'deki yatırımcı da etkilenecek.

Doların tırmanışı

Benzer bir tırmanış da uluslararası döviz piyasalarında yaşanıyor ve ABD dolarının özellikle Alman markı karşısındaki tırmanışına oynayanlar para kazanmaya devam ediyor. Bu arada bir doların 2 marka eşitleneceği günlerin çok uzakta olmadığını söyleyenler var ama markın düşüşünün bir sınıra yaklaştığını ileri sürenler de var. Döviz piyasalarında da olayı "seks" gibi görenleri heyecanlı günler bekliyor.
Öte yandan "Tayland bahtı"ndan bazı diğer Asya ülkelerinin paralarına sıçrayan çökertici spekülasyon saldırısının şimdi Brezilya ve Yunanistan gibi ülkelere de uzandığı görülüyor. Türkiye'nin kendine özgü konumu şimdilik bu saldırının etki alanı dışında kalmasını sağladı ama dünyada böyle bir olay yaşandığını unutmamakta fayda var.
Bizim borsadaki "seksi tırmanış" şimdilik durulmuş görünüyor. Diğer piyasalarda da seks keyfini çağrıştıracak bir durum yok gibi. Bu duruma sevinmemiz mi gerekli üzülmemiz mi, bilmiyorum.

Devlet Bakanı Güneş Taner 1997 yılı özelleştirme hedefinin 4 milyar dolar olduğunu, 1998'de ise 12 milyar dolarlık hedeflediklerini söylemiş. 1986'dan bu yana özelleştirme cazgırlığı yapmada dünya birincisi olan ancak özelleştirme yapmada sonunculuktan kurtulamayan Türkiye için çok iddialı hedefler bunlar.
Sayın Taner'in bu yılki öngörüleri GSM telefonlarının lisans hakkı devrinden beklenen 1.2 milyar dolara ve enerji santrallarının işletke hakkı devrinden beklenen 2.4 milyar dolara dayanıyor.
Bütün bunlar iyi hoş da özelleşterme çarkının usulüne uygun dönmesi için gerekli olan temel kuruluştan pek söz edilmiyor. Bu, IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların da üzerinde önemle durduğu "düzenleyici kurum" ya da İngilizcesiyle "regulatory body". Böyle bir kurumu oluşturmadan ciddi özelleştirme yapmak, toplum yararlarını da koruyacak ve rekabetin bozulmasını, devlet tekellerinin özel tekellere dönüşmesini önleyecek şekilde özelleştirme yapmak olanaksız.


Devlet bakanı Güneş Taner'in Reuters ajansına, "1997 sonunda enflasyonun yüzde 100 civarında olacağını zannediyorum", demesi aslında malumun ilanı gibi bir şeydi ama gene de biraz şaşırttı insanları. Enflasyonun, yetkili bakanların enflasyon tahminlerinin üzerinde gerçekleştiğini geçmişteki deneylerden anımsayanlar yüzde 100'ün üzerinde bir rakamı hesaplarına dahil etmeye başladılar.
Sayın Taner'in açıklamakta sakınca görmediği yüzde 100 enflasyon hedefi, anlayabildiğim kadarıyla hükümetin enflasyonla mücadele planının bir parçası. Tıpkı 1980'de olduğu gibi şok yaratan zamlarla kısa sürede zirveye tırmandırılan ve üç haneli rakamlara tırmanan enflasyonun daha sonra hızla aşağı çekilmesi amaçlanıyor.
Evet bu plan 1980 - 82'de başarılı olmuş, 1982'de enflasyon yüzde 25'lere doğru inmişti. Ancak benzer bir planı bugün uygulamaya çalışırken 1980'lerin başındaki koşulları anımsamakta yarar var.
* 24 ocak 1980 kararları şok zamların yanısıra, piyasa ekonomisine geçişi ve duran üretim çarkının yeniden dönmesini sağladığı için etkili olmuştu.
* 24 ocak kararlarının başarısı için zorunlu olan disiplinli maliye ve ücret politikaları ancak 12 eylül 1980 askeri müdahalesinden sonra uygulanabilmiş ve enflasyon aşağı çekilebilmişti.
* 12 eylül koşullarında toplumun bütün kesimleri gönüllü ya da gönülsüz olarak bazı özverilere katlanmaya razı olmuştu.
* 1980'lerin başında Türkiye büyük ölçüde dışa kapalı bir ekonomik yapıya sahipti, kambiyo kontrolları yürürlükteydi, ülde dışına sermaye transferi olanaksızdı.
Bugünün Türkiyesi çok farklı bir yapıda, koşullar hayli farklı, yüksek enflasyon çok daha fazla kurumsallaşmış durumda. Bu durumda planlanan yüzde 100 enflasyonun ardından ne gelir, bilmiyorum.


Yazara Email O.Ulagay@milliyet.com.tr