Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bazen ses getireceğini umduğunuz, belki biraz da bu amaçla yazdığınız bir yazı denize fırlatılmış bir taş kadar bile etki yapmaz. Bazen de tam tersi olur, bir durumu açıklamak için yaptığınız bir analiz ya da bir duruşu tanımlamak için yaptığınız bir benzetme, ummadığınız ölçüde ilgi görür, tepki çeker.
İki hafta önce bu köşede yer alan yazıda, Türkiye’nin içine sürüklendiği hesaplaşmaya entelektüel cephane taşıyan tarafları, “zamanın ruhunu yakalayamayan papağanlar” ve “entelektüel birikimlerini ampulün çekici gücüne kapılan pervaneler gibi harcayanlar” diye tanımlamıştım. Hiçbir kişinin adı geçmiyordu o yazıda ve hiçbir kimseyi doğrudan hedef alan kişisel bir sataşma da yoktu.
                          
Deşifre ‘pervaneler’
O yazıda “papağanlar” diye tanımladığım kesimden pek tepki gelmedi, geldiyse de ben farkında değilim.  Kendilerinin, “pervaneler” diye tanımladığım gruba girdiğini düşünen Hasan Cemal, Cengiz Çandar ve Ali Bayramoğlu gibi eski tanıdıklar ise, yaramazlık yaparken yakalanmış çocukların hırçınlığıyla saldırıya geçtiler. Bir orkestra ya da koro düzeni içinde, birinin bıraktığı yerden öteki başlıyor ve biraz da papağanları andırır biçimde, hep aynı yakıştırmaları ve suçlamaları tekrarlıyorlar.
Neymiş efendim, onlar “darbeciler”e karşı aslanlar gibi demokrasiyi savunurken ben ortadan toz olmuşum; hatta, benim de kendisi gibi davrandığımı sanan, hayali iyice geniş birine göre, yurtdışına kaçmışım. Onlardan, otuz yıllık bir arkadaşıma göre ben “ne kokan, ne bulaşan bir tatlı su demokratı” imişim. Oysa devir taraf tutma devriymiş ve onların (ve tesadüfen AKP’nin) tarafını tutmayanlar gerçek demokrat olamazmış. Emre Aköz gibi zinde kuvvetlerin katkısıyla düzeyi daha da alçalan ve özel yaşama da bulaşmaya yeltenen, yalan yanlış yakıştırmalarla dolu sataşmalar.

Haberin Devamı

Fikir mi, futbol mu?                                                        
Oysa benim nerede durduğumu, hangi “tarafı” ya da görüşü savunduğumu, neyi neden yaptığımı çok iyi bilebilecek durumda bu eski dostlar. Son bir yılda yazdıklarım, AKP gerçeği hakkında, darbe girişimlerinin çıkmazı konusunda, kapatma davasının yanlışlığı hakkında ne düşündüğümü net biçimde ortaya koyan bir kitap dahil, ortada. Ama onların derdi fikir tartışması yapmak değil, faullü de olsa bana “gol atmak“ ve “maçı kazanmak”.
Benim için yaralayıcı olan da bu. Fikir tartışmasının yerini futbol taraftarlığı mantığının alması ve bu hastalığın bu kadar yakınıma sıçramış olması beni fena halde rahatsız ediyor.  Ne diyeyim, mücadeleleri mübarek olsun. Bu konuyu burada noktalarken bu köşeyi böyle bir cevap için kullanmamdan rahatsız olan okurlarımdan da özür diliyorum.

Haberin Devamı

Suskun “papağanlar” ve öfkeli “pervaneler”

Dünyada ve Türkiye’de eski düzenin hakim güçleri sıkıntıda
‘Beyaz adam’ için zor zamanlar


Demokrat Parti’nin başkan adayı Barack Obama’nın, Berlin’de meydanları dolduran 200 bin kişiye hitaben yaptığı konuşmayı televizyondan izlerken ‘beyaz adam’ için zor zamanların gelmiş olduğunu düşündüm bir kez daha. Amerika’nın ve dünyanın umudu haline gelen adamın beyaz değil siyah olması çok şey anlatıyordu aslında.
‘Beyaz adam’, sanayi devrimiyle birlikte dünyanın tartışılmaz hakimi haline gelen Batı’nın ve beyaz ırkın üstünlüğünü, hakimiyetini vurgulayan bir simge. Anlamını biraz daha genelleştirerek, farklı toplumlardaki hakim sınıfı, yönetici ve yönlendirici kesimi ifade etmek için de kullanabiliriz bu deyimi.
Bu bağlamda, Cumhuriyet tarihine damgasını vurmuş olan ‘beyaz Türkler’den de söz etmek mümkün. Recep Tayyip Erdoğan ile Barack Obama’nın yükselişi arasında bir benzerlik kurmak da.

Haberin Devamı

Kurtar bizi Obama

Suskun “papağanlar” ve öfkeli “pervaneler”

Barack Obama, ‘beyaz adam’ George W. Bush’un ABD’yi ve dünyayı derin bir çıkmaza sürüklediği ortamda umut haline geldi. Bugün Amerika’da sıradan bir ekonomik kriz yaşanmıyor, sistemin temelleri çatırdıyor. Başkan Reagan’ın iktidara geldiği 1980’lerden bu yana bütün dünyaya kabul ettirilmeye çalışılan anlayışın çöküşü, finansal piyasaları tanrısallaştıran Anglosakson modelinin iflası yaşanıyor.
Amerikan halkının çok büyük bölümünün geliri yıllardır artmazken tek teselli kaynağı olan konut balonu da patladı. Bu noktada bütün gözler devlete çevrildi. Vergi iadeleriyle halka 160 milyar dolar dağıtan Bush yönetimi şimdi de 300 milyar dolarlık devasa bir kurtarma operasyonuyla konut sektöründeki çöküşü durdurmak istiyor.
Bütün bunların faturası, bir zamanların güçlü parası dolara çıkıyor ve dolar yerlerde sürünüyor. Küresel düzenin tek hakimi olmaya soyunan ABD’nin dünyadaki itibarı da sıfıra inmiş durumda. Irak fiyaskosu askeri gücün her şey olduğunu sananlara çok şey öğretti ve ABD’nin caydırıcı gücüne darbe vurdu. Öte yandan ‘beyaz adam’ın çevre karnesi de kırıklarla dolu. Kyoto Anlaşması’nı imzalamayan Başkan Bush bütün dünyaya kötü örnek oldu.
Bush’un çok boyutlu fiyaskosuna ‘beyaz’ bir seçenek üretemedi Amerika. Barack Obama işte bu ortamda “değişim” sloganıyla ortaya çıktı ve bir anda umut haline geldi. Berlin’de gördüğü ilginin de gösterdiği gibi, Obama dünyada da farklı bir Amerika görmek isteyenlerin umudu oldu.

Küresel güç kayması
Obama, bütün dünyaya işbirliği ve dayanışma mesajı verdi Berlin’de. Aslında ABD’nin tek gerçekçi seçeneği bu, çünkü dünyayı tek başına yönlendirme gücüne ve yeteneğine sahip değil artık. Dünyanın açık farkla en büyük askeri gücüne sahip ama bunun tek başına fazla bir şey ifade etmediği anlaşılmış durumda.
Küresel ekonomide ise batıdan doğuya doğru çarpıcı bir güç kayması yaşanıyor. Küreselleşme süreci batının zengin sanayi toplumları dışından 2 milyar kişiyi küresel üretim sürecine çekti. Dünyanın üretim haritası tamamen değişti, özelikle imalat sanayinde ağırlık doğuya kaydı. Bu süreçte küresel sermaye birikiminin ağırlığı da doğuya kaydı, dünya ekonomisini finanse eden tasarrufu Çin ve diğerleri yaratmaya başladı. Grafikte görüldüğü gibi, son yıllarda büyük artış gösteren dünya döviz rezervlerinin % 80’i batının dışında, gelişen ülkelerin elinde.
Goldman Sachs’ın hesaplamasına göre, 2030 yılına kadar büyük çoğunluğu batı dışından 2 milyar kişi yeni küresel orta sınıfa katılacak, küresel talebi büyük ölçüde onlar belirleyecek. Onların zevkleri, tercihleri, paraları belirleyici olacak. Yani bu anlamda da ‘beyaz adam’ın tek başına belirleyici olduğu bir dünyadan farklı bir dünyaya geçmiş olacağız.

Türkiye’nin ‘beyaz adam’ı
Türkiye de, küresel dönüşüme paralel olarak kendi içinde bir dönüşüm yaşıyor. Kent hayatının, iş hayatının, cemiyet hayatının dışında kalmış olan geniş kesim şimdi oyuna katılıyor. Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren ülkenin yönünü belirlemiş ve ülkeyi yönetmiş olan kesimin ise bu dönüşüme ayak uyduracak biçimde kendini yenileyemediği, küresel ve toplumsal dinamiklerin taleplerine cevap veremediği görülüyor. Türkiye’nin ‘beyaz adamı’nın tıkandığı noktada Tayyip Erdoğan’da simgeleşen bir seçenek ortaya çıkıyor ve ülkenin yönetimini ele geçiriyor.
Siyasi seçenek üretemeyen ‘beyaz adam’ın tezgâhlarla, komplolarla, çetelerle, darbelerle bu tabloyu değiştirme çabalarının da sonucu değiştiremeyeceğini idrak etme aşamasındayız şimdi. Gerginliklere neden olabilecek kritik bir aşama bu.

Cüneyt’siz bir olimpiyat

Suskun “papağanlar” ve öfkeli “pervaneler”

Yapı ve Kredi Bankası’nın Galatasaray’daki galerisinde önceki gün açılan “100. Yılında Türkiye’nin Olimpiyat Serüveni ve Atletizme Adanmış Bir Hayat: Cüneyt Koryürek” sergisini gezerken ister istemez duygulandım. Cüneyt’in dergi, gazete, kupür ve belge yığınlarıyla dolu olan meşhur odasında çekilmiş fotoğrafı, ölmüş olduğunu unutturacak kadar canlıydı.
Cüneyt yalnızca atletizme ve spora sınırlı kalmayan meraklarıyla ve sürekli öğrenme açlığıyla Türkiye’de benzeri az bulunan insanlardandı. Pekin Olimpiyatları’nın atletizm yarışmalarını Cüneyt’in olmadığı bir ortamda izlemek bir boşluk bırakacak bende.