Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Buna karşılık enflasyondaki düşüşü kuşkuyla karşılayanların ve TLnin değerlenmesinin ciddi sorunlara yol açacağından kaygı duyanların sesi daha çok çıkıyor.Olayın bir boyutu alışkanlıklarla ilgili bence. Yüksek enflasyonun süreklilik kazandığı ve kurdaki gelişmelerin çoğu zaman enflasyonu izlediği, izleyemediği dönemlerin sonunda da kur şoklarının yaşandığı uzunca bir dönemin alışkanlıkları hâlâ etkisini sürdürüyor. Hesabını kitabını bu alışkanlıklara dayandıranlar, yeni duruma uyum sağlayamıyor. Ayrıca bu yeni durumun kalıcı olabileceğine henüz güvenemedikleri için, uyum sağlamanın gereğine de inanmış değiller. Eski şartlara geri dönülse daha rahat edecekler sanki. Yıllardan beri yana yakıla yüksek enflasyonun orta sınıfı yok ettiğini söyleyen, sürekli devalüasyonların paramızı pul etmesinden yakınan biz değildik sanki. Şimdi çok farklı bir tablo var karşımızda, sürekli olarak değer kaybetmesine alıştığımız Türk lirası geçen yıldan beri değer kazanıyor, 2001 krizinde üç haneli rakamlara tırmanan enflasyonun tek haneli rakamlara inmesinden söz ediliyor. Yakınmalara neden olan tablo tamamen değişmiş durumda ama çoğu kimse hâlâ halinden memnun değil. Üç yıl önce yaşanan 19 Şubat şokunu izleyen günlerde "yüzde 40 fakirleştik" diye yeri göğü inletenler şimdi TLnin değerlenmesine bakarak "aman ne iyi oldu, şu kadar zenginleştik" diye bayram etmiyor. Şimdi duymakta olduğumuz şikayetlerin bir kısmı da bu eski alışkanlıklardan kaynaklanıyor. Türkiyenin 1980lerdeki dışa açılma ve ihracat atılımını başlatma aşamasında ve 1994 ya da 2001 gibi kur şoklarının yaşandığı dönemlerde, erozyona uğramış bir TL ile rekabet gücünü ve ihracatını artırdığını da unutmamak lazım.Ancak son dönemde yaşananların da gösterdiği gibi, döviz kuru rekabet gücünü etkileyen faktörlerden yalnızca biri. Geçen yıl TL değer kazanırken ve kimileri TLnin "aşırı değerlendiğini" iddia ederken ihracattaki artış da sürdü. Bunun nedenlerine bakıldığında ise iki nokta öne çıktı: Özellikle sanayi kesiminde hatırı sayılır verimlilik artışları sağlanmış, ücretlerdeki artış ise bunun gerisinde kalmış ve birim maliyetler gerilemişti. Ayrıca TLnin değerlenmesi, daha fazla ithal girdi kullanarak maliyetleri düşürme olanağını da yaratmıştı. Bu sayede Türk ürünleri, TLnin değerlenmesine karşın, rekabet gücünü koruyabilmiş ve iç talep de fazla canlanmadığı için ihracat artmaya devam etmişti. Öte yandan TLnin değerlenmesi, enflasyonun dizginlenmesi ve 1970lerden beri ilk kez tek haneli rakamlara inmesi fırsatını yaratmıştı. Kur ve rekabet Eski günleri arayan kimi ihracatçıların ve döviz kurunu tek başına yönetme (ve memleketi bir kez daha kurtarma) hevesindeki kimi eski bürokratların anlaşılabilir özlemlerini göz ardı etsek bile bu noktada sormamız gereken kimi kritik sorular var: AB kapısının Türkiyeye açılması olasılığı gibi dış faktörlerin de etkileyeceği sermaye girişleri TLnin daha da hızlı değerlenmesine yol açabilir mi? (HAYIR)Sanayi kesiminde sağlanmış olan verimlilik artışları sürdürülebilir mi? (EVET)Ücret artışları verimlilik artışlarının gerisinde kalmaya devam edebilir mi? (EVET)Üretimde daha fazla ithal girdi kullanımı dış ticaret açığını çok hızlı büyütür mü? (HAYIR)İç pazardaki sınırlı genişleme ve istihdam artışındaki durgunluk sürdürülebilir mi? (EVET) Bu kritik sorulara parantez içinde verdiğimiz cevaplar verilebilirse, değerli TLnin yaratacağı sorunlar fazla baş ağrıtmayabilir. Enflasyonla mücadele de rayında yürür. Ancak yaşanan gelişmeler bunların tam tersi cevapların gündeme gelmesine neden olursa korkarım olayı basit bir baş ağrısıyla da atlatamayız. oulagay@milliyet.com.tr Kritik sorular