Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Benim ‘Aşırı İyimserlik Sendromu’ dediğim tedavisi mümkün olmayan hastalığa yakalanmış olan ekonomistler Davos’u hiç sevmez, Davos’tan dünyaya yayılan uyarı mesajlarına da ifrit olurlar. Bu yıl Davos’ta konuşulanlardan 2010 yılı için üç önemli uyarı mesajı çıktı.
- Başta Yunanistan olmak üzere İspanya, Portekiz ve İrlanda gibi ülkelerin borç sorunu Avrupa Birliği’nin (AB) başını ağrıtabilir, euro’nun sarsılmasına yol açabilir.
- ABD ekonomisindeki büyümeye işsizlik sorunu çözülmedikçe güven duyulamaz.
- Dünya ekonomisinde belirsizlik ve volatilite 2010’da artabilir ve bu yıl 2009’dan daha zor
bir yıl olabilir.
Son günlerde piyasalarda ve borsalarda yaşanmakta olan gelişmeler bu uyarıların yersiz olmadığını gösteriyor. Yunanistan’ın borç sorunu türbülans yaratmaya başladı. Bütçe açığı ve “borç bombası” sorunu, verileri grafikte görülen AB ülkelerinin yanı sıra, ABD’yi de etkileyebilir. Öte yandan ABD’den gelen son işsizlik başvuruları verisi beklenenden kötü çıktı. Risk algılamasının yeniden tırmanması ise kur dalgalanmalarına yol açıyor. ABD, Avrupa ve Japonya’nın 2010’da umulan performansı gösterememesi halinde, Çin, Hindistan ve Brezilya gibi ‘Yükselen Pazar’ ekonomilerinin çekim gücünün, dünya ekonomisine hız kazandırmaya yeterli olmayacağı kaygısı da
giderek artıyor ve emtia fiyatlarını olumsuz etkiliyor.


Davos nire, Türkiye nire?
Davos’ta “Ne olacak bu dünyanın hali?” sorusuna cevap arayan zevatla beş gün geçirip küresel sorunlara odaklandıktan sonra çarşamba akşamı Türkiye’ye dönüp televizyonun karşısına geçince ciddi bir intibak sorunu, daha doğrusu uyum şoku yaşadım. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden ekrana yansıyan görüntüleri izlerken, karşılıklı olarak yapılan suçlamaları, kullanılan ifadeleri dinlerken, farklı dünyalarda yaşamanın ne demek olduğunu daha iyi anladım.
Davos’ta bu yıl Çin ve Hindistan televizyonları ilk kez kendi oturumlarını düzenledi, farklı ülkelerden ünlü konuşmacıların da katıldığı ve küresel sorunların ele alındığı bu oturumlar hayli ilgi çekti. Bu oturumları izlerken bu yıl Davos’ta hiçbir varlık göstermeyen Türkiye’nin de böyle bir etkinlikle adını duyurması iyi olmaz mıydı diye düşündüm. Ancak Türkiye’ye dönünce bunun neden olanaksız olduğunu hemen anladım. Dünyanın gündemiyle Türkiye’nin şu andaki tartışma gündemi arasında büyük bir uçurum var. Kendi içindeki hesaplaşmaya odaklanmış olan Türkiye’nin küresel sorunlara katkı yapacak hali yok.


Davos’ta tarihe tanıklık
Tarihe tanıklık etmek çoğu gazetecinin rüyasıdır. Bazen gerçekleşir bu rüya. Örneğin Başkan Kennedy’nin öldürülmesi ya da Berlin Duvarı’nın yıkılması sırasında olay yerinde bulunan gazetecilerin tarihe tanıklık ettiği söylenebilir.
Ancak tarih, bir anda yaşanan çarpıcı olaylardan ibaret değil. Tarihsel önem taşıdığı yıllar sonra daha iyi anlaşılacak olan süreçlere tanıklık etmek de mümkün. Bir gazetecinin bazen bu tür süreçleri izlediğini ve dolayısıyla tarihe tanıklık ettiğini sanması ve bu nedenle heyecan duyması da anlaşılabilir bir şey.
Bu yıl neden 12. kez Davos’a gittiğimi ve orada çarpıcı bir olaya tanıklık etmediğim halde Davos’tan ayrılırken neden “İyi ki gene gelmişim” dediğimi düşünürken geldi bunlar aklıma. Galiba yıllardan beri Davos’ta olanı biteni izlerken tarihe tanıklık ettiğim hissine kapılıyorum ve bunun heyecanını yaşıyorum kendimce.
Bu yıl belki daha da fazla kapıldım bu hisse çünkü Dünya Ekonomik Forumu’nun Başkanı Klaus Schwab dahil pek çok kişinin gündeminde de öncelikle bu konu vardı. 200 yıldır Batı’nın hükmettiği bir dünyadan, Çin ve Hindistan gibi yeni güçlerin etkisinin arttığı bir dünyaya geçilmekte olduğunu artık Batılılar da kabul ediyordu.
Amerikalıların ve Avrupalıların bu gerçekle yüzleşmesi hiç de kolay değil. Bunun farkında olan Batılılar hayli düşünceliydi Davos’ta. Finansa ve piyasanın sınırsız gücüne dayalı modelin yerini alacak yeni bir modelin arayışı içindeydi Batılılar. Buna
karşılık özellikle Çin’den ve Hindistan’dan gelen katılımcıların kendinden emin halleri ve gülen gözleri
dikkati çekiyordu.