Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Son birkaç haftada dışarıdan ve içeriden Türkiye'yi izlerken en fazla dikkatimi çeken şey, küreselleşen dünyanın bir parçası olan Türkiye'nin içine düşmüş bulunduğu durumu kavrama konusunda gösterdiği direnç oldu. Geriye bakma ve tarihi tekerrürden ibaret sanma alışkanlığımız da hayli fazla olduğu için, halen yaşamakta olduğumuz krizi de, 1980 sonrasındaki diğer krizler gibi atlatıvereceğimizi düşünüyoruz çoğu kez. Politikacılarımız da yıllardan beri alıştıkları gibi politika yapmaya devam edebileceklerini sanarak ayak oyunlarını sürdürüyorlar.

Gerçek ve avunma
Bu kez tam anlamıyla "aslanın ağzından" alınan IMF desteği sağlandıktan sonra bu hava daha da yaygınlaştı galiba, Türkiye'nin IMF'den parayı kapıp birkaç seneyi kurtardığını, en azından bir manevra alanı kazandığını düşünen bazı bakanlarımız, üç liderin imzasıyla IMF'ye verilen niyet mektubunu orasından burasından delmenin kendilerine puan kazandırıp bir şey kaybettirmeyeceğini düşünerek her Allah'ın günü bir mini kriz yaratma oyununa girdiler. Daha önceki performansıyla bu tür davranışların adamı olmadığı izlenimini veren Yüksel Yalova'nın da bu kervana katılması ise, zaten çıldırma noktasında olan piyasaların iyice delirmesine yol açtı, faiz ve döviz sıçradı, borsadaki uyanıklara gün doğdu. Piyasalardaki bu şiddetli tepki sonunda liderlerin de dikkatini çekti ve bardağı taşıran bakanı feda etmek zorunda kaldılar.
Aslında bakanların bu davranışlarını ve Türkiye'de çeşitli kesimlerin IMF'ye ve Kemal Derviş'e gösterdiği tepkileri anlamak pek zor değil. Şu anda içinde bulunduğumuz sıkıntılı durumun sorumluluğunu küreselleşmeye, IMF'ye ve IMF ile anlaşarak Türkiye'ye şimdilik nefes alma imkanı veren Sayın Derviş'e fatura ederek "halkın yanında" duruyormuş gibi yapmak fevkalade kolay ve ucuz bir yöntem. Dünyanın nereye gittiğini ve Türkiye'nin bu dünyada nasıl göründüğünü merak bile etmeyenlerin, pehlivan tefrikası yazar gibi vatan - millet savunuculuğu yapmaları ne yazık ki ekonomideki gerçeği hiç etkilemiyor ama bu tür yazı ve beyanların inkar edilmez bir yararı da var bence. Binbir sıkıntı içinde bocalarken bu tür IMF karşıtı efelenmeleri, küreselleşmeye karşı bayrak açma girişimlerini okuyarak ya da izleyerek moral bulan, "bir dişimizi sıkıp şu IMF'yi bir kovsak, yabancı sermayeye rest çeksek, kurtulacağız" umuduna kapılanlar yok değil. Bu "avutma edebiyatı"nın böyle bir işlevi var ve bu nedenle de sürüp gidiyor.

Türkiye'nin gerçek durumu ise avunmaya olanak bırakmayacak noktada. Uluslararası sermaye hareketlerini izleyen IIF(Uluslararası Finans Enstitüsü)nün son tahminlerine göre, 2000 yılında net olarak 10 milyar dolar yabancı sermaye çeken Türkiye'den 2001 yılında 13.5 milyar dolarlık net sermaye çıkışı olacak. Türkiye'nin içine düştüğü bu durum, "gelişen pazarlar"a yönelen özel dış kaynak akışı toplamının 1992'den beri en düşük düzeye inmesinde de belirleyici olmuş görünüyor. 2000 yılında dışarıdan 168 milyar dolar net özel kaynak sağlayan "gelişen pazarlar"a yönelen net dış kaynağın 2001 yılında 140 milyar dolara düşeceği tahmin ediliyor.
Uluslararası arenada bu duruma düşmüş bulunan Türkiye'nin şu anda hiç manevra alanı yok. IMF ile mutabık kalınan programı savsaklarsak özel dış kaynak çekme ve ekonomimizi bir ölçüde rahatlatma şansını iyice kaybederiz. O zaman da halkı oyalamak ve avutmak için daha fazla çaba göstermek gerekebilir.

İngiltere'de önümüzdeki perşembe günü yapılacak genel seçimlerde, iktidardaki İşçi Partisi'nin Muhafazakarları hezimete uğratması ve parlamentodaki ezici çoğunluğunu daha da artırması bekleniyor.
Seçmen çoğunluğunun öteden beri muhafazakar eğilimli olduğu İngiltere'de İşçi Partisi'nin Tony Blair'in başkanlığında bu konuma gelmesi ve Muhafazakar Parti'yi adeta yarış dışı bırakması, üzerinde durulması gereken bir olay. Blair partisini, kimilerine göre "merkez sol", kimilerine göre "merkez sağ" diye tanımlanan bir çizgide konumlandırarak ve geniş orta sınıfın gönlünü çelerek ezeli rakibi Muhafazakarlara oyun alanı bırakmadı. Ekonomide akılcı politikalar izleyerek işsiz sayısını düşürdü, ortalama gelirleri artırdı. Blair döneminde sağlanan % 2.6'lık ortalama GSMH büyüme hızının, önceki dönemde Muhafazakarların sağladığı % 3.1'lik oranın altında kalmasına karşın halkın büyük kesimi İşçi Partisi'nin ekonomiyi daha iyi yöneteceğine inanıyor. Blair'in akılcı politikalarla elde ettiği bütçe fazlasını eğitim ve sağlık harcamalarına yönlendirme programı ise kendisini soldan eleştirenlere bir cevap niteliği taşıyor.
İngiltere gibi genelde muhafazakar eğilimli bir seçmen kitlesine sahip olan Türkiye'de kendine yön arayan solun Blair örneğine bakmasında yarar yok mu acaba?

Küreselleşme sürecini anlatan Lexus ve Zeytin Ağacı adlı kitabıyla ününü artıran, New York Times'ın dış politika yazarı Thomas Friedman'la yoğun bir saat geçirdik. O bana Türkiye'yi sordu, ben de ona küreselleşmeyi sordum. Türkiye'nin yaşamakta olduğu krizin, küreselleşmeye uyum sağlamakta geç kalınmasına bağlayan Friedman, ülkemizi çok az tanımasına karşın önemli bir noktayı yakalamış, "insanlarınız temelde ülke içi sorunlardan ve yönetim hatalarından kaynaklanan ciddi bir problemle karşı karşıya bulunduklarını ve sistemin dışından gelen, temiz bir adamın bu problemi çözebileceğini hissediyor gibi geldi bana, bu umut verici bir şey" diyor. Küreselleşme konusunda konuştuklarımızı iki cümlede özetlemek tabii ki olanaksız ama Friedman'ın altını çizdiği iki nokta ilginç: "Birincisi, küreselleşme ortamında ulus devletin ve bürokrasinin önemi azalmıyor, artıyor ve bunların kalitesi belirleyici oluyor. İkincisi, sosyal demokrat olmadan küreselleşmeci olursak, sistemin yarattığı eşitsizlikleri hafifletecek çözümler üretemezsek bu sistemi savunamayız."

Türkiye'nin örgütü ve tabelası bulunmamakla birlikte en etkili ve yetkili partisi Türkiye'nin Kalkınmasını Önleme Partisi, yani TKÖP'dir. TKÖP'nin dünyadaki gelişmelerden uzak kalmasını sağlama konusunda şimdiye dek büyük başarılara imza atmış bulunan TKÖP'nin şimdi çok yerinde bir tespitle interneti hedef aldığı anlaşılmaktadır. İnternetin Türkiye'deki gelişimini sınırlamak için telekomu rekabete açmayarak ve bu alana teşvik vermeyerek gösterilen çabalar yeterli olmayınca şimdi internetin polis denetimine alınması için yasal düzenlemelere gidilmesi ve internetin sıkı bir gözetime alınması fevkalade yerindedir. Çağımızda kalkınmada sıçrama yapmanın en önemli aracı olarak ortaya çıkan ve bilginin özgürce paylaşılması esasına dayanan internetin zapturapta alınarak baltalanması TKÖP için kutsal bir görev olacaktır.