Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye ekonomisi bu yılın ilk çeyreğinde % 13.8 küçüldü. Yılın bütünü için yapılan tahminler 2009’da ekonomimizin en az % 5 küçüleceğini gösteriyor. Küçülmenin % 7’yi geçeceğini ileri süren saygın kuruluşlar da var. Türkiye, küresel krizin olumsuz etkilerini en fazla hisseden ülkelerden biri olmaya aday.
Ekonominin önemli ölçüde küçülmesi, toplumun hemen her kesimindeki insanların sorunlarının büyümesi, sıkıntılarının artması anlamına geliyor. Bu ortamda ekonomideki daralmanın sıkıntılarını yaşayan herkes, krizin nasıl aşılacağını ve ekonominin nasıl büyümeye geçeceğini merak ediyor.
Bu arayışta kısa vadede sonuç vermesi beklenen çözümlerin, örneğin vergi indirimlerinin ve teşviklerin öne çıkması doğal ama bunlar günü kurtarmaya dönük önlemler.
“Türkiye ekonomisi nasıl büyür?” sorusuna daha kalıcı bir cevap arıyorsak, kısa vadeli çözüm arayışıyla yetinmeyerek farklı büyüme seçeneklerini tartışmamız gerekiyor. Çünkü 2002 - 2007 döneminde tatminkâr bir büyüme temposu tutturmuş olan Türkiye’nin şimdi yeniden yetersiz büyüme çıkmazına girmiş olduğu izlenimi hayli yaygın.
İlki 12 Temmuz’da yayımlanan bu iki yazıdaki amacımız, krizden nasıl çıkılacağını ve ekonomimizde bu yıl yaşanmakta olan derin küçülmeden  büyümeye nasıl geçileceğini sorgulamanın ötesine geçmek, Türkiye ekonomisinin, Avrupa Birliği (AB) ülkeleriyle aramızdaki gelir uçurumunu azaltacak ve istihdam sorununu hafifletecek yola hangi seçeneği benimseyerek girebileceğini tartışmaya açmak.      



Seçenek 1
2002 - 2007’ye dönüş

Bir ekonominin gelişme çizgisiyle ilgili seçenekleri tartışırken unutulmaması gereken önemli noktalardan biri, bu seçeneklerle ilgili tercihleri kimin nasıl yaptığıdır. Bu noktada ülkeyi yöneten siyasetçilerin ve ekonominin belli başlı aktörlerinin tavrı gündeme gelir. Onlar için genelde en kolaylıkla tercih edilecek seçenek, kısa vadede kendilerine maliyeti en düşük, buna karşılık getirisi en fazla olan seçenektir. Ayrıca daha önce denenip başarılı sonuç vermiş olan seçenekler de bu tercihi etkileyebilir.
Bu kriterlere göre şu an için Türkiye’yi yönetenlerin en kolay tercih edeceği seçenek, ekonominin tırmanışa geçtiği 2002 - 2007’deki uygulamaya geri dönüş olabilir. İktidar Partisi’nin de “o zaman yaptık, şimdi neden yapmayalım” havasına girerek bu seçeneğe yönlenmesi beklenebilir.  

Geri dönüş zor
Ancak ekonominin tasarruf açığını büyük ölçüde dış kaynak girişiyle kapatarak büyümeyi hızlandırmayı hedefleyen bu seçeneğin, bugünün koşullarında 2002 - 2007 dönemindeki sonuçları vermesi hayli zor çünkü:
- Grafikte de görüldüğü gibi, bu seçeneğin dış kaynak girişiyle sağladığı büyüme 2006’dan itibaren, yani küresel krizden çok önce hissedilir biçimde yavaşlamaya başlamıştı. 
- Dış kaynak çekmek için izlenen faiz politikası ve bunun sonucu olan kur düzeyi, sürdürülebilir hızlı büyümeyi sağlamıyor ve istihdam sorununu çözmüyor. 
- Bu seçenek dış kaynağa bağımlı olduğu için bizim dışımızdaki gelişmelere çok duyarlıydı. Şimdi küresel krizin yarattığı ortamda, 2002 - 2007 dönemindeki likidite bolluğunu ve dış kaynak girişini sağlamak olanaksız.
Eldeki bütün veriler, 2002 - 2007 döneminin kendine özgü şartlarında “başarılı” olmuş görünen bu seçeneğin bugün benimsendiğinde aynı sonucu vermeyeceğini gösteriyor. Ayrıca bu seçeneğin sakıncalarını da tartışmak gerekiyor. Buna karşın Türkiye’ye dış kaynak girişinin yeniden hızlanacağını hisseden siyasetçinin, hele önünde bir seçim de varsa, çareyi yeniden bu seçeneğe sarılmakta bulması beklenebilir.      

Türkiye ekonomisi nasıl büyür (2)


Seçenek 2
Tasarrufa dayalı büyüme
 
Küreselleşmenin dünya ekonomisinin ve finans sisteminin yapısını değiştirdiği ve sınır ötesi sermaye hareketlerinin öneminin büyük ölçüde arttığı bir ortamda, belli koşullar oluştuğunda bir ülkeye akan yabancı sermayenin ya da dış kaynağın o ekonominin kaderini belirleyici rol oynaması hiç de zor değil.
Bu tür sermaye akımları ülkelere aldatıcı zenginlik ve refah dönemleri yaşatabildiği gibi ani ve derin çöküşlere de neden olabiliyor. Küresel kriz öncesinde ülkeye giren sermaye sayesinde kapitalizmin cennetine kavuştuklarını sanan Baltık ülkeleriyle İzlanda gibi ülkelerin, ülkeye giren sermayenin krizi bahane ederek geri kaçması yüzünden nasıl perişan duruma düştüklerini görüyoruz şimdi.
Uluslararası üne sahip olan iktisatçımız Dani Rodrik, dış kaynağa dayalı modelin sakıncalarının halen yaşanmakta olan kriz sonucunda daha da belirgin hale geleceğini ve iç tasarruflara dayanmanın öneminin artacağını vurguluyor.
Bütün bu yaşananlar, istikrarlı biçimde yüksek büyüme hızlarına erişmek isteyen ülkelerin, bu hızlı kalkınmayı destekleyecek yatırımları mümkün mertebe kendi bünyesinde yaratacağı tasarruflarla finanse etmesinin daha geçerli bir seçenek olduğunu gösteriyor.
Türkiye’nin işsizlik sorununu hafifletmek ve AB ülkeleriyle arasındaki gelir uçurumunu kapatmak için % 6 - 7 dolayında bir büyüme hızını sürdürebilmesi şart. Bunun için (kaba bir hesapla) GSYH’sının hiç değilse % 22 - 23’ü mertebesinde bir kaynağı yatırıma ayırması gerekli. Oysa Türkiye’nin son dönemde yaratabildiği iç tasarrufların GSYH’ya oranı % 16 - 17 mertebesinde. Türkiye bu tasarruf açığını dış kaynak girişiyle kapatabildiği dönemlerde geçici olarak hızlı büyüyebiliyor, sonra şu ya da bu nedenle dış kaynak girişi yavaşlayınca aldatıcı rüya sona eriyor.
Ekonomik büyüme konusunda gerçekten iddialıysak, iç tasarrufa dayalı seçeneğin ülkemizde nasıl uygulanabileceğini mutlaka tartışmamız gerekiyor.